uzay insan astronot

Uzay Boşluğuna Düşersek Ne Olur?

Başrollerini Sandra Bullock ve George Clooney‘nin paylaştığı 2013 yapımı Yerçekimi filmini pek çoğunuz hatırlıyordur. Yönetmenliğini Alfonso Cuaron’un üstlendiği filmde Ruslar, görev dışı kalan bir uyduyu imha ediyor ve ortaya saçılan enkaz o sırada Hubble Teleskobu’nun bakımı için uzayda bulunan ekibi ölümle burun buruna getiriyordu. Bu, Sandra Bullock tarafından canlandırılan karakterimiz Dr. Ryan Stone’un uzaydaki ilk göreviydi. Neyse ki kendisine, emekliliğinden önceki son görevine çıkan deneyimli astronot Matt Kowalski de eşlik ediyordu. Astronotlar, muhteşem Dünya manzaraları eşliğinde bir yandan işini yapıyor, bir yandan da tatlı tatlı atışmayı sürdürüyordu. Ancak bu huşu dolu anlar, son sürat kendilerine çarpan enkaz nedeniyle kaosa bürünüyordu. Karmaşa sırasında uzaya savrulan Dr. Ryan Stone’un uçsuz bucaksız boşluktaki o heyecanlı ve ürkütücü macerası da böylece başlamış oluyordu. Hayatta kalabilmesi için uzay kıyafetindeki oksijen tükenmeden önce mekiğe, sonra da Dünya’ya dönmek zorundaydı. İçine düştüğü durum her ne kadar korkunç olsa da, en azından kendisini uzay boşluğundan koruyan bir giysisi vardı.

Peki ya uzay elbisemiz olmadan, günlük kıyafetlerimizle kendimizi bir anda uzay boşluğunda bulsaydık neler olurdu? Vücudumuz bu alışık olmadığı ortama nasıl tepki verirdi? Oracıkta donar ya da mumyalaşır mıydık? Gelin uzaya doğru korkutucu bir yolculuğa çıkalım ve tüm bu sorulara birlikte cevap arayalım…

Yerçekimi (2013), yön: Alfonso Cuarón

Uzaydan dönen ISS astronotlarının mustarip olduğu hastalıkları göz önüne aldığımızda, uzay için biçilmiş kaftan olmadığımız aşikâr.

Bu, bilimkurguda sürekli işlenen bir konudur. Bazen uzay gemisinin gövdesinde çatlak oluşur, bazen bir astronot açılmak üzere olan hava kilidinin içinde ekipmansız kalır, bazen de istenmeyen bir şeyin dışarı atılabilmesi için kapının açılması gerekir. Kısacası uzay, bilimkurgu filmlerinde hep bir gerilim unsuru olarak karşımıza çıkar. Filmler çok da haksız sayılmaz. Çünkü havasız ve neredeyse sıfır basınç altında insan vücudu, bir çeşit koruma olmadan pek fazla dayanmaz. Peki, ama böyle bir durumda neler yaşanır? Gözlerimiz yerinden fırlayıp kanımız mı buharlaşır? Tabii ki de hayır. Gerçek, çok daha az dramatik olmasına rağmen bir o kadar da ilginç. Uzayda yaşanan kazalardan, deney odalarından ve 1960’ta gerçekleştirilen bir hayvan deneyinden de tecrübe ettiğimiz üzere, bu konu hakkında bir hayli bilgi sahibiyiz.

Bildiğiniz gibi uzayda hava yoktur, orası âdeta vakumlanmış bir boşluk gibidir. Zaten uzay boşluğuna aynı zamanda “vakum” denmesinin nedeni de budur. Bu yüzden uzayda korunmasız kaldığınızda ilk karşılaşacağınız şey havasızlık olacaktır. Korkmayın, anında bilincinizi kaybetmezsiniz. Vücudunuz kan dolaşım sisteminizde kalan oksijen rezervlerini kullanacağından, en azından 15 saniye gibi bir zamanınız olacaktır. Hatta eğer nefesinizi tutmazsanız, kalıcı bir hasar almaksızın iki dakika kadar hayatta kalabilirsiniz. Peki ya nefesinizi tutarsanız? Dış basıncın eksikliği ciğerlerinizin içindeki havayı genleştirecektir. Bu da ciğerlerinizi parçalayacak ve içerideki havayı dolaşım sistemine salacaktır. Yani, eğer bir gün kendinizi uzayın derinliklerinde bulursanız, ilk iş nefesinizi dışarı vermek olsun.

Mission-to-Mars30
Mission to Mars (Görev Mars – 2000) filminde, bir astronotun kaskını çıkartır çıkartmaz donarak öldüğüne şahit oluyoruz.

Uzayda hava olmadığı için Dünya’daki gibi bir atmosfer ve buna bağlı olarak atmosfer basıncı da yoktur. Atmosfer basıncı, sıvıların hangi sıcaklıkta buharlaşıp gaz hâline geleceğini belirleyen şeydir. Örneğin atmosfer basıncı ne kadar yüksekse, su o kadar zor buharlaşır. Uzayda atmosfer basıncı olmadığı için sıvıların buharlaşma noktası oldukça düşüktür. Uzay boşluğundayken eğer üstünüzde koruyucu bir giysiniz yoksa 10. saniyeden sonra vücudunuzun içindeki su atmosferik basıncın yokluğunda buharlaşacağından deriniz ve altındaki dokular şişmeye başlayacaktır. Fakat balon gibi şişip patlama noktasına ulaşmazsınız, çünkü insan derisi bunu engelleyecek güce sahiptir. Eğer atmosferik basınca tekrar alınacak olursanız deriniz ve dokularınız eski hallerine geri dönecektir.

Şoka girmedikçe uzayda korunmasız bulunmak kanınızı da etkilemeyecektir, çünkü dolaşım sisteminiz kan basıncınızı düzende tutacaktır. Ancak dilinizdeki tükürükler köpürmeye başlayabilir. Bu tecrübe, 1966’da bir testte uzay koşullarına maruz kalan Jim LeBlanc tarafından aktarılmıştır. NASA’da bir uzay mühendisi olan LeBlanc, dev bir vakum odasında uzay elbisesi prototiplerinin performansını test etmektedir. Testin bir aşamasında, elbisenin içine basınçlı oksijen ileten tüpü yerinden çıkar. 2008 tarihli Ay Makineleri adlı belgesel dizisinin “Uzay Elbisesi” adlı bölümünde LeBlanc, o anları şöyle anlatır:

“Geriye doğru sendelemeye başladım, dilimin üstünün köpürdüğünü hissediyordum. Son hatırladığım şey bu, daha sonra bilincimi kaybettim.”

LeBlanc, 14 saniye kadar bilinçli kaldıktan sonra bayılmış, çok kısa bir süre sonra da odaya basınçlı hava pompalanması sayesinde kurtulmuştur. Vücut sıvılarının buharlaşarak gaz hâline geçmesine ebolizm denir. Bu duruma, denizin derinliklerinden yüzeye fazla hızlı çıkan dalgıçlarda da rastlanır. Su altının yüksek basınçlı ortamından yüzeyin düşük basıncına hızla yükseldiklerinde, bu ani basınç değişimi nedeniyle ebolizm ya da halk dilindeki adıyla vurgun meydana gelir ve pek çok durumda öldürücü olabilir.

Uzayda Ölüm

Uzay boşluğuna uzay elbiseniz olmadan düşerseniz, damarlarınızdaki kandan önce dokularınızdaki suyun buharlaşmaya başlamasının sebebi, dolaşım sisteminizin kendi iç basıncıdır. Vücudunuz patlama noktasına ulaşmasa da, ciddi anlamda şişer ve epey çirkin bir hâl alır. Dokularınızdaki suyun buharlaşmaya başlamasının başka ölümcül sonuçları da olacaktır. Eğer hemen atmosferik basınca dönemezseniz, 10 saniye gibi kısa bir sürede bilincinizi kaybedebilirsiniz. Kas dokularının içindeki sıvıların buharlaşması da kasların genişlemesine, bu yüzden de kalbe ve beyne giden damarların daralarak kan akışının yavaşlamasına neden olabilir. Bazı uzay basıncı deneylerinde, bağırsak ve boşaltım sisteminin işlevini sağlıklı şekilde yerine getiremediği ve bunun da bilinç kaybına yol açtığı gözlemlenmiştir.

Sıcaklık veya daha doğru bir tabirle sıcaklığın olmayışı da sizi bir anda öldürmez. Ilık bir denizde bile kolayca hipotermi yaşayabilmenizin sebebi suyun sıcaklığı değil, suyun çok iyi bir iletken olması nedeniyle vücut sıcaklığını sizden alıp başka yerlere iletmesidir. Bildiğiniz gibi, vücudunuzun ürettiği sıcaklık dışarı verilir. Tüplü dalgıçlar bu yüzden kalın dalış kıyafetleri giyer, bu kıyafet suyla aralarında kalın bir katman oluşturur ve kıymetli vücut sıcaklıklarını korumalarına yardım eder. Neyse ki uzay boşluğunda ısı yayılımı çok yavaştır ve donarak ölmekten endişe etmenize gerek yoktur.

uzay astronot mitokondri

Peki ya radyasyon?

Aslına bakarsanız her insan radyasyon yayar. Kızılaltı izgesinde, insan vücudu yaklaşık 100 wattlık bir ısı yayılımı yapar. Buna “ısıl ışınım” denir. Bu aşağı yukarı standart bir ampulün harcadığı enerjiye eşdeğerdir. Tabii genellikle biz ısı şeklinde kaybettiğimiz bu enerjiyi hissetmeyiz. Termal salınımımız, etrafımızdaki hava tabakası, tepemizdeki güneş ve altımızdaki toprak sayesinde rahatlıkla karşılanır. Kısacası mutlu bir şekilde “ışımaya” devam edebiliriz. Ancak uzayda sizi yalıtacak bir hava olmadığından, bu ısı ışınımını telafi edecek hiçbir de şey bulunmaz, dolayısıyla eninde sonunda donarsınız.

Yine de değindiğimiz gibi ısı taşınımı ve iletimi çok yavaş gerçekleşeceğinden, aşırı soğuğa rağmen hemen don yaşamazsınız. Bir başka deyişle, donarak ölmek endişeleneceğiniz son şey olmalı. Bir de kozmik radyasyon konusu var tabii. Güneş de dâhil olmak üzere galaksideki diğer yıldızlar sürekli kozmik radyasyon yayar, gezegenimiz her daim bu radyasyona maruz kalır. Ortalama olarak bir insanın maruz kaldığı yıllık radyasyonun yaklaşık %5’i kozmik radyasyon kaynaklıdır.

Dünya’mızın atmosferi ve manyetik kalkanı bizi bu kozmik radyasyondan korur. Dünya’nın manyetik kalkanının en kalın kısmı ekvator çevresinde, en zayıf kısmı ise kutuplardadır. Bu manyetik kalkan radyasyonun büyük bir kısmını dağıtır, kalan kısmını da atmosfer soğurur. Mesela yüksek rakımlı yerlerde yaşayan insanlar, düşük rakımlarda yaşayanlara kıyasla biraz daha fazla kozmik radyasyona maruz kalır. Uzayda ise böyle bir kalkan ve atmosfer olmadığından, uzay istasyonlarının ve uzay araçlarının etrafına özel bir koruma kalkanı uygulanır.

Bu korumalardan yoksun bir şekilde uzay boşluğunda sürükleniyorsanız, filtrelenmemiş kozmik radyasyona maruz kalacağınızdan derinizin üzerinde şiddetli güneş yanıkları görebilir, aynı zamanda bir düşük basınç hastalığı da yaşayabilirsiniz. Elbette bu radyasyona maruz kalma sıklığınız, ne kadar süre boyunca hayatta kalabileceğinizi de doğrudan etkileyecektir. Tüm önlemlere rağmen sık sık uzaya çıkan astronotların bile maruz kaldığı kozmik radyasyon seviyesi ciddi sonuçlara yol açarken, böylesi bir radyasyona doğrudan maruz kalmanın etkileri elbette çok daha ölümcül olacaktır.

Pekâlâ, diyelim ki bunca etkenden sonra o kaçınılmaz son gerçekleşti ve sonunda öldünüz. Akla ister istemez şu soru geliyor: Peki uzayda bir cesede ne olur?

Uzayda öldüğünüzde, oksijen olmadığından ötürü vücudunuz Dünya’daki gibi çürümeye maruz kalmayacaktır. Ancak bir uzay elbisesinin içindeyken ölürseniz, vücudunuz oksijen bitene kadar çürümesini sürdürür. Eğer sıcaklık yayan bir kaynağın yakınındaysanız vücudunuz büyük olasılıkla mumyalaşacak, eğer değilseniz de donacaktır. Kısacası vücudunuz, ayrıştırmaya ve bozulmaya katkı yapan hava olmaksızın çok uzun bir süre boyunca sapasağlam duracaktır. Hatta cansız bedeniniz, uzayın engin boşluğunda milyonlarca yıl gezinebilir…

Peki, uzayda ölen birinin cesedi başka bir gezegene yaşam götürebilir mi? İronik de olsa böyle bir ihtimal gerçekten de var. Uzay boşluğunda salınan bir ceset, çok büyük ihtimalle bir yıldızın yörüngesinde yanıp kül olacaktır. Ancak o küçük ihtimal gerçekleşir ve cesediniz bir gezegenin kütle çekimine kapılıp da yüzeye düşerse, vücudunuzda hâlâ yaşamayı sürdüren virüsler ve mikroorganizmalar bu gezegende yaşamı oluşturacak tepkimeleri başlatabilir.

Bir ölünün, ölü bir gezegene yaşam tohumları ekmesi… Kulağa bir hayli ironik ve zorlama gelse de evren sürprizlerle dolu.

Yazar: Erkam Ali Dönmez

Oyun sever, oyun oynar, oyun çevirir, oyun yapar.

İlginizi Çekebilir

apollo11

Amerikan Halkı, Apollo Ay Programını Destekliyor muydu?

Eğer geriye dönüp NASA’nın Apollo Ay görevlerinin halk arasında gördüğü desteğin zaman içinde değişimini düşünecek …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin