Gereksinime uygun araçların üretilebilmesi için zekâ, bilgi ve yetenek en önemli ön koşuldur ve zaten bu uğraşların tamamına da teknoloji adı verilir. Kuşkusuz belli bir zekâ düzeyine ulaşmayı başaran her canlı teknoloji üretmek zorundadır ve teknoloji üretme süreci de alet kullanımıyla başlar. İnsanın iki ayak üzerinde yürüyebilmesiyle birlikte ellerini kullanım alanı artmış ve bu da büyük bir ilerlemenin fitilini ateşlemiştir. En basitinden, iki taşı birbirine vurarak ilkel silahlar ve araç gereçler üretmeyi başardık. Ateşi kontrol altına aldık, devasa taş yapılar inşa ettik, anıtlar yonttuk… Bu serüvende geldiğimiz noktaya bakacak olursak, günümüzde işlevleri birbirinden farklı milyonlarca alete hükmediyor, onları kendi amaçlarımız doğrultusunda kullanıyoruz. Bu aletler hayatımızı kolaylaştırıyor, bizi hedeflerimize ulaştırıyor, eylemlerimize işlerlik kazandırıyor ve yeni alanlara açılabilmemizi sağlıyor.
Elbette teknoloji gökten zembille inmez. Ortaya çıkabilmesi için hayal gücü, fikir, bilgi, kaynak, emek, maliyet, sanayi, talep gibi pek çok etkenin bir araya gelmesi gerekir. Hatta bazı teknolojik aletlerin keşfi tamamen tesadüflere bile dayalı olabilir. Örneğin Percy Spencer, 1943 yılında mikro dalgayı tesadüfen keşfetmiştir. Öte yandan, son elli yıldır bilgisayar teknolojisinde geldiğimiz seviyeyi düşünecek olursak, insanın iki taşı birbirine vurmasıyla ilk bilgisayarı icat etmesi arasında geçen zaman dudak uçuklatıcı cinstendir. Neyse ki, bir alet bir kez icat edildi mi tekrar icadına gerek yok. Evet, zaman içinde aletin kullanılırlığı geliştirilebilir, fakat özünde alet hâlâ aynı alet olmayı sürdürecektir. Buna teknolojik birikim denir ve uygarlığımızın ivmelenerek gelişmesinin ardındaki en önemli etkendir. Ancak teknolojinin bir özelliği daha vardır ki yazımızın da ana konusunu oluşturacaktır: Uyumluluk…
Doğaldır ki üretilen her alet, onu kullanacak olan canlının fiziki özelliklerine göre biçimlenecektir. Örneğin el aletleri, insan elinin anatomik özellikleri baz alınarak var edilir. Teknolojik cihazlarımızın büyük bölümü ise parmaklarımız oluşuna binaen tuşlu ya da dokunmatiktir. Sesli komutla çalışan cihazlar da yine ses ve dil özelliklerimiz üzerine inşa edilerek yaratılmıştır. Kısacası, teknolojimizin neredeyse tamamı bu mantık esasına göre ortaya konmuş ürünlerden oluşur. Hatta insan görünümlü robotlar yaratma konusundaki eğilimimizin arkasında yatan nedenlerden biri de budur. Zira fiziki özelliklerimize benzetilerek var edilmiş robotlar, hâlihazırdaki araç-gereçlerimize de uyumlu olacaktır.
Konuyu daha iyi anlayabilmek adına bir varsayım üzerinden hareket etmeye ne dersiniz? Eğer biz insanların kuyrukları olsaydı, muhtemelen yarattığımız teknoloji de buna uyumlu bir şekilde gelişecekti. Her şeyden önce, giysilerimizde bir kuyruk deliği bulunması gerekirdi. “Kuyruk sallamak” deyiminin gerçek anlamına bürünmesi bir yana, oturduğumuz sandalyelerden kullandığımız kozmetik gereçlere kadar geniş bir skalada değişiklik olması kaçınılmaz gibi. Hatta belki kadınlar, kuyruklarının ucuna kurdele ya da çeşitli süs eşyaları takardı. Ve hatta kimi dinlerde kuyruğu açıkta bırakmak günah bile sayılabilirdi. Kim bilir…
Bu basit örnekten de anlaşılacağı üzere, teknoloji dediğimiz şey onu var edenin bir yansımasıdır. İnsanlık tarihinde tekerleğin icadı hiç şüphesiz bir dönüm noktası olmuştur. Bu sayede gücümüzün yetmediği şeyleri bir yerden başka bir yere kolayca taşıyabilir hâle geldik. M.Ö. 3500 yıllarında akıl etmeyi başardığımız bu basit alet, aradan geçen binlerce yıla rağmen hâlâ hayatımızdaki önemli teknolojik buluşlardan biri olmayı sürdürüyor. Ama derinlemesine bakacak olursak, tekerlek de insanın fiziki özelliklerinin bir yansımasıdır. Bedenen cılız varlıklarız, birkaç tonluk yükleri sırf kas gücüyle hareket ettirebilmemiz bireysel anlamda mümkün değil. Tabii bir de hız ve yerçekimi gibi unsurlar var. Tüm bunlar bir araya geldiğinde, tekerlekte de türümüzün yansımalarını görebiliyoruz.
Peki ama bir gaz devi üzerinde yaşayan yamyassı ve uçabilen canlılar olsaydı? Sizce böyle bir uygarlığın tekerleği icat etmesi olası mı? Hayır. Çünkü fiziki yapıları gereği böyle bir teknolojiye gereksinim duymayacaklardır. Dahası, onların teknolojileri bizimkinden bambaşka bir tarihi seyir izleyecektir. Buradan da şu sonuca varıyoruz: Kullanım amaçları aynı olsa bile, muhtemel bir dünya dışı uygarlığın ürettiği aletlerle bizim aletlerimiz bambaşka şeyler olacaktır… En basitinden, bir tıraş bıçağını ele alalım. Eğer uzaylı arkadaşlarımızın da kesmek zorunda hissettikleri lifleri varsa, kuşkusuz bu amaç için kullandıkları aletler de üretmişlerdir. İyi ama onların vücudundaki bu istenmeyen liflerin bizdeki gibi keratinden oluştuğunu kim söyleyebilir? Belki de onların istenmeyen lifleri fiber optik kabloya benzer bir maddedir. Yani, uzaylıların tıraş için kullandıkları basit bir alete bile anlam vermekte zorluk çekeceğimiz ortada.
Teknolojinin değişken, esnek ve dışarıdan bakan birisi için ne kadar tuhaf olabileceğini aklımızdan asla çıkarmamamız gerekiyor. İşin içine bir de gelişmişlik farkını koyarsak, durum çok daha karmaşık bir hâle bürünecektir. Ölümsüz bilimkurgu yazarı Arthur C. Clarke‘ın, “Gelişmiş bir teknoloji sihirden ayırt edilemez,” şeklindeki ünlü sözünü hepimiz biliriz. Kuantum, nanoteknoloji, genetik ve diğer pek çok çetrefilli modern buluş ve uygulamalar şöyle dursun; televizyon, cep telefonu, bilgisayar gibi günlük hayatımızın parçası hâline gelen aletlerin bile çalışma ilkeleri ortalama insan için ancak sihirli bir değneğinki kadar anlaşılabilir niteliktedir. Zira teknolojik ilkeleri anlamak eğitimle, rasyonel akıl yürütme çabasıyla ve gelişmişlikle mümkün. Nasıl ki günümüzden 2000 yıl önce yaşamış bir insan televizyonun çalışma prensibini kavrayamayacak ve bunun bir sihir olduğunu sanacaksa, bugün bizler de çok ileri bir uygarlığın geliştirdiği aşkın teknolojiyi tanımlamakta ve anlamakta aynı derecede aciz kalacağızdır.
Üretilmiş bilimkurgu eserlerinde de bu mantıksal zorunluluğa yer verilmediğini görüyoruz. Elbette bunun pek çok nedeni var. Ama bu nedenlerin en önemlisi, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz yabancı bir teknolojiyi tasvir etmemizin olanaksız oluşudur. Ne kadar çabalarsak çabalayalım, ortaya koyduğumuz şey kendi teknolojimizin hayal gücüyle soslanmış hâlinden başka bir şey olmayacaktır. Çeşitli bilimkurgu yapımlarında dünyalı kahramanlarımızın kolayca uzaylı teknolojilerine adapte olduklarını görürüz. Öyle ki, dizüstü bilgisayarıyla uzaylıların her türlü dijital sistemine girmeyi başaranından tutun da, 40 yıllık ışınlanma mütehassısı gibi davranına kadar çeşit çeşit tiplemelerle karşılaşmak mümkün. Hatta meşhur Independence Day filminde, gezegenimizi istilaya gelen uzaylıları bir bilgisayar virüsü ile yenilgiye uğratmışlığımız bile vardır. Gemilerine bir anti-virüs programı kurmamış olmaları kendileri adına büyük talihsizlik tabii.
Neyse ki yabancı teknoloji sorununu kendine dert edinmiş bilimkurgu eserleriyle de zaman zaman karşılaşıyoruz. Bunların en unutulmaz olanı ise Strugatsky Kardeşler‘in Uzayda Piknik‘idir. Her ne kadar Andrey Tarkovsky‘nin Stalker adlı uyarlaması işin psikolojik ve felsefi tarafını işlemiş olsa da, Strugatsky Kardeşler’in bu eseri unutulmaz düzeyde bir yaratıcılık örneğidir. Düşünün, günün birinde uzaylılar bir nedenden dolayı gezegenimize geliyor, bir müddet takıldıktan sonra pıllarını pırtlarını toplayıp gidiyorlar. Ama tabii arkada onlara ait bazı şeyler kalıyor: “Çöpler…” Ve insanlar günün birinde bu çöpleri buluyor. “Bunlar da nedir? Ne işe yarar?” derken olayın gizemi daha da artıyor. Bir nevi atıklarını anlamaya çalıştıkça iyice anlamsızlıklar içine gömülüyoruz. Adeta bir kültür ve teknoloji şoku yaşıyoruz. Hatta ortaya Kargo Kültü‘nü andıran durumların çıktığını söylemek bile mümkün.
Çok farklı bir uygarlıkla, esas olarak gelişmiş teknolojiyle karşılaşmanın yarattığı şok sonucu ortaya çıkan olguya “kargo kültü” denmektedir. Yani kargo kültü, bir süreci ya da sistemi anlamaksızın en dışsal, en yüzeysel görünümlerini tekrar ve taklit ederek yeniden üretmeye çalışmaktır. Uzayda Piknik eserinde de insanların içine düştüğü durum bundan pek farklı değildir. Kısacası, teknoloji ve onun yaratımı pek çok belirleyicinin bir araya gelmesiyle oluşan evrimsel bir süreçtir ve dışarıdan birisi için anlaşılması bilimkurgu eserlerindeki kadar kolay değildir.