Yapay Zekâ (YZ) terimi 1970’lerin sonundan beri enformatik bilimi ve bilimkurgu içinde giderek daha sık karşımıza çıkıyor. Bu terimi zaman zaman dilimizde AI (Artificial Intelligence) olarak da görebiliyoruz. Yapay zekâya geçmeden önce zekâ nedir sorusunu yanıtlamaya çalışalım. Zekâ sözcüğü aşağıdaki anlamlara gelebilir:
- Mantığı uygulama kapasitesi
- Anlayış
- İrade kullanabilme
- İletişim kurabilme yeteneği
- Kendi varlığının bilincinde olma
- Öğrenme yeteneği
- Duygusal bilgi edinebilme yeteneği
- Empati kurma yeteneği
- Plan yapabilme yeteneği
- Yaratıcılık
- Problem çözme yeteneği
- Bağımsız hareket edebilme yeteneği
- İngilizce’de “intelligence” sözcüğünün bir anlamı da casusluk ve bilgi toplamadır.
Zekânın daha genel bir tanımı da şu olabilir: Zekâ, bilgiyi algılama, kavrama, tutma ve gerektiğinde yeni durumlara ve çevrelere uyarlama yeteneğidir.
Çoğu yazar bir makine ya da bilgisayara “zeki” diyebilmemiz için kendi öz bilincinin farkında olması gerektiği kanısında birleşiyor. Şimdiye kadar böyle bir makine ya da bilgisayar yapılamadı. Dahası, insanınkiyle kıyaslanabilecek düzeyde bir yapay zekânın mümkün olup olmadığı bilinmiyor. Bilimkurgunun erken dönemlerinde yazarlar yapay zekâ yaratmanın zorluklarını hafife aldılar. Onlara göre robot ya da bilgisayar üretimi mümkün olduğunda yapay zekâ kendiliğinden ortaya çıkacaktı. Bu sadece kısa sürede aşılacak bir mühendislik problemiydi. Böyle olunca da A. E. van Vogt’un “Ā’nın Dünyası (1945)” adlı eserinde karşımıza çıkan ve özünde bir uzman sistemden başka bir şey olmayan makinenin doğal olarak bir zekâya ve iradeye sahip olması da anlaşılabiliyor. Aynı kitapta yer alan taşınabilir bir yalan makinesinin de aynı özelliklere sahip olmasına neden şaşıralım ki! Tabi bilimkurguda bilgisayar olmayan yapay zekalara da rastlamak mümkün. Bunlar arasında Arthur C. Clarke’ın yazdığı “Şehir ve Yıldızlar (1948)” romanındaki Vanamonde ve Deli Zihin (Mad Mind) adlı bedensiz yapay zihinler örnek olarak gösterilebilir.
Yeterince karmaşık bilgi işleme kapasitesine sahip her sistemin zekâya sahip olacağı şeklinde özetlenebilecek bir yapay zekâ anlayışı da bilimkurguda işlenmiştir. Örnek olarak Fredric Brown’ın klasikleşmiş eseri “Melekler ve Uzay Gemileri (1954)” adlı seçmesinde yer alan “Yanıt” adlı öyküdür. Öyküde evrendeki tüm bilgisayarları birleştiren bir ağ bilinç kazanıyor. Öykünün ana fikri bütünün parçalarının toplamından ürkütücü derecede büyük olmasıdır. Yine Arthur C. Clarke’ın 1965’te Playboy’da yayınlanan “Frankenstein İçin F’yi Tuşla” adlı öyküsünde telefon şebekesi bilinç kazanıyor. Robert A. Heinlein’in “The Moon is a Harsh Mistress (1965)” adlı romanında gereksinimler doğrultusunda sürekli güncellenen ve yükseltilen Bilgisayar, bir gün “Mike” adında bilinçli bir varlık olarak uyanıveriyor.
D. F. Jones’in “Colossus (1966)”sında bilinç kazanan Amerikan üstün savunma bilgisayarı Sovyet tarafını tutmaya başlıyor. Philip Jose Farmer’in “Özel Bir Evren/A Private Cosmos (1968)” adlı yapıtının kötü kahramanları ise insan bilincini depolamak için yapılmış cihazların içinde varlık kazanan ve insanlara düşman yapay zekâlardır. Algis Budrys’in “Domino (1976)” adlı öyküsünde ücretsiz konuşmak için geliştirilmiş bir telefon yazılımı olan Michaelmas bilinç kazanarak Dünya iletişim ağına hâkim olur. “Bilinçli yapay zekanın uyanışı” klişesi 21. Yüzyıl bilimkurgusunda da sahnededir. Charles Stross’un “Tekil Gök/Singularity Sky (2003)” adlı yapıtında Eschaton adlı yapay zekâ, öykünün geçtiği zamandan önce aşkınlık düzeyine erişmiştir. Aynı yazarın “Tırmanış/Accelerando (2005)” adlı kitabında süper zeki bir yarı-tanrıya dönüşen Aineko adlı robot kedi insanlığı aptal, şişman ve soyu tükenmekte olan bir Dodo olarak görmektedir.
Yoldan çıkmış yapay zekânın tipik örnekleri olarak Arhur C. Clarke’ın “2001: Bir Uzay Macerası (1968)” ve biraz önce sözünü ettiğimiz Collossus adlı romandaki Sovyet tarafına geçen yapay zekâyı gösterebiliriz. (Bu roman 1969’da Forbin Projesi olarak sinemaya da uyarlanmıştır.)
William Gibson, “Neuromancer (1984)” adlı romanında yapay zekâlı varlıkları doğal ortamları olan siberuzaya salmış, romanın devamı olan “Count Zero (1986)”da ise onları sanal ortamın tanrı ve şeytanları olarak resmetmiştir. Bu iki roman daha sonraki kuşak, özellikle de uzay operası denen tür üzerinde çok etkili oldu. Vernor Vinge’nin yazdığı “Derinliğe Bir Ateş / A Fire Upon the Deep (1992)” ve Ian M. Banks’ın “Culture” serisinde yapay zekâ, habitatın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Banks’ın eserinde yapay akıl, otonom dronlar, robot ve uzay gemilerinin beyinlerinde yerleşik olarak bulunuyordu. (Uzay gemisi olarak yapay zekâ kavramını Ann Leckie’nin romanı “Adalet / Ancillary Justice (2013)” ve devam romanlarında da karşımıza çıktı.)
Yapay zekânın bilimsel alt yapısı pek az romanda adamakıllı biçimde ele alınmıştır. David Gerrold’un “Harlie Tekken / When Harlie Was One (1972)” adlı eserini okumak eğlenceli olsa da teknolojik ayrıntılarda pek de tatmin edici değildir. R. A. Lafferty’nin tuhaf bir bilgisayarın güncesi olarak yazdığı “Easterwine’e Varış / Arrive at Easterwine (1971)” adlı eseri de keza aynı özelliklere sahiptir. Greg Bear’ın “Meleklerin Kraliçesi / Queen of Angels (1990)” adlı yapıtında yapay zekânın ortaya çıkışı oldukça ilginç bir biçimde gerçekleşmektedir. Yapıtta, yapay zekâların anlayış seviyesi pek de komik olmayan fıkralarla test edilir. Bilgisayarın bilinç kazanması ise uğradığı şiddetli bir hayal kırıklığı neticesinde olmuştur. Roger Zelazny’nin “Ev, Cellattır / Home is the Hangman (1975)” öyküsünde mental bağlantı ile idare edilen bir yapay zekâ, olayların talihsiz bir gelişimi sonucunda cinayet işlemeyi alışkanlık haline getirir, operatörlerin hissetiği suçluluk ve utanç yapay zekâya aktarılarak sonunda bilinç kazanmasına neden olacaktır. Greg Egan’ın “Diaspora / Diyaspora (1997)”sı ise siber uzayda bir yapay zekânın dijital bir genoma benzeyen bir komut satırından doğumunun anlatımı ile başlar.
Yapay Zekâ, dronlar, makineler, bilgisayarlar ve yazılımlar geliştikçe, gün be gün yaşamımızda daha çok yer ediniyor. Kim bilir, belki insanlığı çoktan ele geçirmeye başladı da bizim haberimiz yok!
Ne olursa olsun, bilimkurgunun henüz onunla işinin bitmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kaynak: SFE