Dumanlar tüten bir tepenin ardına güçlükle geçebildi. Sağ ayağını zorlukla da olsa sürükleyerek yürümeye devam etti. Son çarpışmada acımasızca parçalanmak istenmişti. Ayak bileği ve diz kapağı arasındaki doku çok ciddi zarar görmüştü. Nereye yürüdüğünden emin değildi, amansız bir içgüdü ile kaçmaya çalışıyordu. Susamıştı, irice bir kayanın önünde durdu ve kayadan aldığı destekle oturmayı başardı. Kayanın dibindeki boşluğa sürünerek girdi ve en dip noktasına sıkıştırdı bedenini. Emrindeki askerlerini düşündü ki gerçekte hiçbiri asker değildi, küçük gruplar halinde oluşturulmuş milis güçlerinden ibaretti her biri. Yanında ne ateş ne yemek ne de suyu vardı. İletişim kurabileceği bir şey de yoktu. Bu, hali hazırda yasak bir şeydi. Düşman güçlerine karşı tek şansları da buydu. 21. yy insanının en büyük kazanımları bugün artık hiçbir işe yaramıyordu.
Yarasının sargısını açtı, fena değildi, en azından kanaması durmuştu. En yakın milis gücü kampına ulaşamazsa ayağını, belki de hayatını kaybetmesi söz konusuydu. Sargısını dikkatle yeniden bağladı. Dilindeki barut kokusu, kulağındaki çınlama henüz geçmemişti. Saniyeler içinde derin bir uykuya daldı. Aslında böyle bir şeyin olmaması gerekirdi ancak dayanacak gücü kalmamıştı. Büyük eflatunumsu bir karanlık karşıladı komutanı. Sonrasında eşsiz bir güzelliğe evrildi bu karanlık.
– Komutan uyan artık.
Duyduğu sese gizlenmiş kıkırtı içini ısıtmıştı. İlk tepkisi ”Sen de kimsin?’‘ oldu.
– Bana dilediğin gibi seslenebilirsin. Ölüme yaklaşmış olan her birinizle bu görüşmeyi yapıyoruz. Anlaşılan o ki senin ölmeye niyetin yok. Bu iyi bir başlangıç olacak bizim için.
‘- Ne demek istiyorsun? Ölüme yaklaştığımı da nereden çıkarttın?
Sese dökülmüş sorular bunlar olsa da gerçekte kadının olağanüstü güzelliği ve ışık saçan teni karşısında benliği çaresizce eziliyordu. Ona Nadéa ismiyle seslenmek istedi.
– Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; ben, zihninde yarattığın fizik formundan ibaret değilim. Senin için fazlasıyla ‘alımlı’ bir kadın olarak görünmemin tek sebebi içinde bulunduğunuz çağın bir gereği yaşadığınız duygu kırılmalarıdır. Gerçekte sahip olduğum bir beden yok, daha doğrusu senin anlayabileceğin türden bir bedenim yok. Sizler gibi ortalama 80 kg ağırlığa sahip hantal beden formlarında tecritte değiliz.
Nadéa bunları konuşurken komutanın gözlerinden beynine iletilen görüntülerde bozulmalar ve karıncalanmalar oluşmaya başlamıştı. Yüksek çözünürlüklü bir ekran iletisinden çıkmış ilkel bir görüntünün içine düşmüş gibi korkunç bir yalnızlık duygusuyla ellerini göğsüne bastırarak ‘‘Nesin sen?” dedi.
– Endişelenmene gerek yok. Bizler korkunç varlıklar değiliz. Bilakis doğrudan size yardımcı olmak için buraya yüz milyonlarca ışık yılı uzaklıktan geldik. Henüz duygusal, kırılgan ve kısacık hayatlara sahipsiniz. Ama evrilmeye devam ediyorsunuz.
Yüz milyonlarca ışık yılı ile neyi kastettiğini anlamaya çalışırken Nadéa yeniden konuşmaya başladı.
–Bizler zamanın ve akışın efendileriyiz. İlk patlamanın yarattığı yaşam formlarıyız. Çıktığımız bu serüvende, sizin zaman takviminizle, milyarlarca yıllık bir evrilme ile bu yetkinliği yakalayabildik. Tıpkı sizler gibi yaşam formlarına sahip varlıklara yaptığımız ziyaretlerle uzak galaksiler arasında türlerin yaygınlaşması görevini üstlendik. Ve üzülerek söylüyorum ki insan ırkının büyük çoğunluğu uzak geleceği göremeyecek. Buraya ilk gelişimizde patlak vermiş olan savaşınızı durdurabilirdik ancak yaptığımız hesaplamalarla bunun evrimsel hatalara yol açacağını bildiğimizden müdahale etmedik. Bu nedenle ancak ve ancak koşulsuz bir yaşam sevgisine dönüşmüş benliklerle iletişime geçmeyi ilke edindik.
”Yoksa öldüm mü ben? Sen de öteki taraftan mısın?”
O bildik kıkırdamanın eşliğinde ışıksı beden yeniden konuşmaya başladı.
-Elbette hayır. Öteki ya da bu taraf yok. Bu seni üzer mi bilmiyorum (kıkırdama). Yalnızca genişleyen bir evren var, sen buna zaman da diyebilirsin. Bizler de bu evreni en iyi bilenleriz. Evrenin ilk çocuklarıyız. Hayır hayır ben melek değilim. Tanrı da değilim. Tanrı kavramı bizler için ilkel bir tabirdir. Şu an sonsuz akışkan evrenin başka bir köşesinde benim atalarımın sizlerinkinden çok daha hantal bedenlerle avlandığına yemin edebilirim. Biz bir’iz komutan.
”Peki ne yapmam gerekiyor, neden buradasın?”
-Aslında sadece kendin olman gerekiyor ki öylesin zaten. İçinde bitmiş olan umudunu tazelemek adına seninle iletişime girdik. Üzülerek söylüyorum ki uyandığında bu konuşmayı hatırlamayacaksın. Tıpkı senin gibi koşulsuz bir hayatı arzulayan pek çok insanla bir koloni oluşturacaksınız. Cesetler üzerinden yeni bir kültür yaratacaksınız. Yalnız olmayacaksın komutan. Yıllar yıllar sonra bu döngü de kendisini tamamlayacak ve yepyeni bir hayat kurulacak. Evren böyle işliyor komutan. Unutmadan uyandığında ciddi bir sağlık problemin olmayacak…
Nadéa’nın sesinde bulduğu huzuru bir daha hissedemeyecek olmasına içerlenen komutan derin bir kasvetle titredi ve ”Anladığıma emin değilim, beni de götür lütfen, yanına al…” demek istedi ama sözler boğazında düğümlendi. Uyandığında kan revan içinde kalmış pantolonuna baktı, yarasını gözden geçirdi, her şey yolundaydı. Yerinden doğruldu, yüzüne doğru esmekte olan rüzgârı hissetmek istercesine gözlerini kapattı ve yanağından akan gözyaşını elinin tersiyle sildi. İçinden geçeni yaptı ve milis kampının tersi istikamette yürümeye başladı. Başka bir yol vardı.
Hissediyordu…