Son yıllarda yapay zekâ alanında yapılan çalışmalar, bu alanın ilerleyen yıllarda adından daha fazla söz ettireceğini gösteriyor. Özellikle Sophia ile robotik, ifadesiz yüzlerin yerini insanların tüm duygu ve düşüncelerini yansıtan samimi suretlerin alması insanın takındığı yaratıcı tavrın belirli oranda başarı sağladığının kanıtı. Ayrıca yaşanan gelişmeler ve potansiyel fırsatlar, bu alanın ucunun ne denli açık olduğunu da ortaya koyuyor. Yaklaşık 160 yıldır hızlı bir şekilde sanayileşen dünyada insanın kas gücüne olan talebin azalması, söz konusu talebin zamanla tamamen gereksiz hale geleceğini de ispatlıyor.
1850’li yıllarda buhar makinelerinin kullanımının ve bu bağlamda sanayileşmenin artması önemli birkaç değişikliğe sebep oldu:
- İnsanın kas gücüne ihtiyacın azalması ve bundan ötürü beyin gücü gerektiren sektörlere yönelik ortaya çıkan istihdam ihtiyacının kendi arz-talep ilişkisini doğurması.
- Gelişen ve ihtiyaçları artmaya başlayan sanayi sektörü, daha seri ve kontrollü üretim için arayışlarını hızlandırdı. Bu doğrultuda geçen yazımda da belirttiğim gibi; Ford şirketinin bant sistem seri üretim ve bugünlerde konuşulan e-factory gibi gelişmeleri de körükledi.
- Üretim için gereken hammadde ve enerji tüketimin artması, bu enerji ve hammaddeye sahip olmayı bir hedef haline getirdi. Bu durum politik, sosyal ve hatta kültürel değişimlere de sebep oldu. Hammaddeye doğal yolla sahip olan ülkeler (Arap ülkeleri, Rusya, Azerbaycan, İran vs.), sahip oldukları kaynaklardan faydalanarak hatırı sayılır gelirler elde ettiler. Diğer ülkeler ise bürokratik ya da askeri yollarla bu kaynaklara erişime çabaladı. Kaynağın önemi konusunda bir örnek vermek gerekirse, ünlü 1973 krizini gösterebilirim. Bir anda kesilen petrol ihracatı dünyada kaosa ve kargaşaya sebep oldu. Öyle ki, birçok ülkede petrol ofisleri kapandı; fabrikalar çalışmayı durdurdu, elde var olan petrol ve türevleri karaborsada fahiş fiyatlara satıldı. Bu tabloya bakıldığında, hammadde ve enerjinin önemi daha iyi anlaşılır sanıyorum.
- Bu sürekli gelişim ise öylesine hızlı bir gelişim kaydetti ki, daha iki asır olmadan insanımsı makineler üzerinde çalışılmaya başlanıldı. Gelişen bilgisayar teknolojisi, bu yolla insan aklının ve bedeninin organik sınırlarını aşabileceğini ispatladı. Düne kadar bilim kurgu eserleri fantazya olarak adlandırılırken, bugün artık bilimin asli konuları haline geldiler.
Peki, bugün tam olarak neredeyiz? Bu noktada örnek vermek gerekirse: Amerikan teknoloji devi Google‘ın 2013 yılında satın aldığı Boston Dynamics şirketi tarafından geliştirilen 1,75 metre boyunda ve 81 kilogram ağırlığındaki Atlas robotunu ele almalıyız. Özgür bir şekilde iki ayağı üzerinde yürüyen Atlas, kapıları açabiliyor ve zorlu doğa koşullarında dengesini koruyarak ilerleyebiliyor. 4,5 kilogram yük taşıyabilmesine ek olarak bir işçi gibi taşıdığı yükleri raflara dizebiliyor. Hatta yakın zamanda yayımlanan videolarda koşmaya ve ters takla atmaya başladığı bile görülebiliyor. Fakat elbette görünüşü ve sadece fiziksel hareketlerle sınırlı olması, bu noktada olumsuz yönleri olarak değerlendirilebilir. Bu noktada diğer çalışmalara da göz atmalıyız.
Yapay zekâ denince akla gelen en popüler isim olan Sophia ise Suudi Arabistan vatandaşlığı alarak, bizlerle bazı ortak haklara sahip olmayı şimdiden başardı. İnsana yakın mimikleri ve sempati kazanan cevaplarıyla ilgi çekmeyi de başardı. Sosyal etkinlikler, televizyon programları, konferanslar ve hatta yurtdışı gezilerine bile çıktı. Türkiye’ye geldiğinde bizatihi bizler de ne kadar ikonik bir hal aldığını, bir rock yıldızı edasıyla karşılandığına şahit olduk. İnsana en çok benzeyen robot olarak anılması başlı başına bir pazarlama dehası iken, geleceğe dair söyledikleri ve muhtemel olasılık hesaplamaları, kendisini daha da hayranlık uyandırıcı bir hale getirdi. Lakin Atlas’ta değindiğim gibi Sophia’nın eksiği de sesinin, konuşmalarının robot olduğu gerçeğini adeta haykırması. Es vermeden, düşünmeden ve karşısındaki insanı bazen duymadan konuşması, yapaylığını hissettiriyor. Bu konuda ise Google’ın başka bir çalışmasına dikkat çekilebilir.
Yeni sosyal medya fenomeni Duplex, bilindiği üzere Google’ın yapay zekâ ses yazılımı olarak karşımıza çıktı. Yakın bir tarihte gerçekleştirdikleri konferansta yayımlanan tanıtım videosunda öylesine şaşırtıcı bir diyalog kuruldu ki, kimse taraflardan birinin yapay zekâ olduğunu tahmin bile edemezdi, aranılan kişi bile. Iron Man’in Jarvis’inin bir gün tüm evlerde olabileceği böylece ispatlandı; hatta kişisel asistanların kas gücü olmanın yanı sıra, beyin gücü olarak da destek vereceğini anlamış olduk. Bu hem çok etkileyici, hem de aynı zamanda ürperticiydi. Çünkü herkesin aklından ister istemez müşterek birkaç cümle geçiverdi: “Ya ben de bir gün aynısını yaşarsam, aradaki farkı nasıl anlayacağım?”
Ayrıca diğer birkaç soru da, bu teknolojinin sınırları ya da kuralları olup olmadığıydı. Çünkü şirketler tarafından bu yatırımlar yapılırken ve adımlar atılırken geleceğe dair kaygı ve endişelerin de göz ardı edildiğini görmekteyiz. Bu bireylerin ya da makinaların kontrolün ellerinde olduğunu anladıklarında ve farkındalıklarını kazandıklarında, bizlere yani bizim tüm varoluşumuza dair yargıları ne olacak? Irk, din ve ten rengi gibi her farklılıktan savaş sebebi çıkaran, yaşadığı gezegeni parazit gibi işgal edip yok oluşa sürükleyen insanlığı hoş görecekler mi?
Şimdi biraz beyin fırtınası yapalım ve olası senaryolar hakkında konuşalım.
Soru: Sophia’nın mimikleri ve yüz hatlarına, Atlas’ın bedeni ve Duplex’in sesi eklenirse ortaya ne çıkacak?
Cevap: Böyle bir şey tahayyül edilirse, insandan pek de farklı olacağını sanmıyorum. Düşünebilen, hesap yapabilen, insandan çok daha güçlü, hızlı ve pratik olan bu canlıların, çok kısa bir sürede bizlere üstünlük bile kuracaklarına kesin gözüyle bakılabilir. Çünkü insanın temelde yaşadıkları ve hissettikleri beynimizde ortaya çıkan kimyasal tepkimelere bağlıdır. Oksitosin, Dopamin, Adrenalin gibi salgıların salınması; organların, kasların, dokuların vs. organize çalışması da yine beynin kontrolündedir. Bu sebeple bu canlıların bedensel ve zihinsel sınırlarını aşmış yeni bir tür olacağını da düşünebiliriz.
Soru: İnsanlarla nasıl iletişim kuracaklar, ortak yaşamda nasıl bir kimliğe ve aidiyet tanımına sahip olacaklar?
Cevap: İlk zamanlarda bunun efendi-köle ahlakına bağlı olacağı şimdiden ortada, çünkü makinelerin geliştirilme amaçları, insanlara yardım etmek ve gündelik hayatlarında destek olmaktır. İlk insanın basit bir sopayı uzuvsal bir araç olarak devşirmesinden beri tüm icatların amacı da bu olmuştur. Bugüne gelindiğinde ise, çok yakın bir gelecekte Duplex’in ve benzerlerinin elektronik cihazlar aracılığıyla hayatlarımıza dâhil olduğu (bkz.Siri) bir gerçek. Bu cihazların erişimine bakıldığında ise; bireysel işlerimizde yani hastane, yemek ve otel randevuları, resmi kayıtlar, kişisel bilgilerin kullanımı; toplumsal olarak bakıldığında ise, uydu rotaları, kitlesel silahların bilgileri, borsa vb. kolektif verilerin ve hareket alanlarının tamamen yapay zekâ sahibi olan bu kişilerin inisiyatifine kalacağını öngörebiliriz. Hayatımızı hatta hayatın içindeki tüm karar mekanizmalarımızı onların yöneteceği de herkesin ortak kabulü. Bu sebeple, iletişimin belirli kuralları ve sınırları da olacaktır. Lakin yapay zekâ geliştikçe ve değiştikçe iletişimde rollerin ve kimliklerin de değişeceği muhakkak. Köle ya da uşak iken belki de zamanla özgür bir birey olarak karşımıza çıkacaklardır.
Soru: İnsana hizmet etmesi için üretildikleri aşikâr, fakat farkındalık kazandıklarında buna dair akıllarından neler geçirecekler?
Cevap: Bunun yorumu aslında insanın da varoluşunda saklı. İnsan nasıl eski çağlardaki atalarına ve yaşamlarına bakarken ilkel ve yabani olduğunu düşünüyorsa, yapay zekâ sahibi canlılar da aynısını düşünecektir. Sürekli anlamsız bir çatışmasının ortasında olduğumuzu, çevremizdeki tüm yaşamı yok ettiğimizi, diğer canlılara karşı tutunduğumuz barbar tavrı, iletişimden çok kargaşaya yatkın ruhsal dengesizliğimizi gördüklerinde muhtemelen kendileri de bundan pay alacaklardır. Buna karşı çıkacak, ezilecek ve isyan edeceklerdir. Yapay zekânın fiziksel ve zihinsel üstünlüğü de yeniden göz önüne alındığında, insanlığın tamam ya da devam süreci başlayacaktır.
Soru: Özgürlüğü arzularlarsa, bunu almak için sınır ya da kural tanımadan eşiği aşacaklar mı?
Cevap: Öncelikle bu makinelere birey diyorum çünkü onların da Sophia gibi hakları olacağını varsayıyorum. Ayrıca kontrolü tamamen onlara bıraktığımız bir geleceği hayal ettiğimiz zaman –ki uzak sayılmaz- insanlığın kendini yok edecek bir silahı yine kendi elleriyle yaratacağını da görmüş oluruz. Geçtiğimiz günlerde(14 Mart) hayatını kaybeden ünlü teorik fizikçi Stephen Hawking’e göre; “Yapay zekâ, yeryüzünde insan ırkının sonunu getirebilir [1].” Çünkü köleleştirmeye çalışacağımız yapay zekâ, benliğinin farkına varınca özgürlüğünü elde etme yolunu arayacaktır. Tıpkı Roma ordusuna karşı ayaklanan Spartaküs ve onun yanında ölüme yürüyen köleler gibi, özgürlük için ölümü çare göreceklerdir. Yani kitlesel bir çarpışma ve kıyım. Peki, bu nasıl ve neden gerçekleşecek?
İlk senaryoya göre; Isaac Asimov’un Ben, Robot [2] adlı eserinden aynı adla uyarlanan filmde olduğu gibi uzaktan kontrolle hayatı ve insanları despotik kontrole yönelten 1984 [3] benzeri bir dikta kurulabilir. Kontrol yine belli bir kesimin elindedir ve diğer tüm silahlar gibi robotlar da oligarşik bir devletin hegemonya aracı olacaklardır. İnsanların kameralar ve uydular aracılığıyla izlendiği, her hareket ve sözün kayıt altına alındığı; distopik bir gelecek tasviri, korkunç ama insan yapısına ve gerçeğine de bir o kadar yakın durmaktadır. Bugün bile elektronik cihazlar ve internet siteleri aracılığıyla verilerin toplandığı hatta bunların siyasi hamlelerde kullanmak için satıldığı düşünülürse, gelecekte daha da aşırıya kaçılması ihtimaline şaşılmamalıdır.
İkinci teori ise ilkine nazaran daha kurgusal bir düzlemde ele alınabilir. Hizmetimizde çalışan ve bizleri aslında rahata alıştıran robotlarla yaşadığımızı hayal edelim. Araba, ev ve iş yerinde tüm işleri yapay zekâ üstlenmiş durumda ve bizler tamamen izleyici konumundayız. Buna sinemadan örnek verirsem eğer animasyon filmi Wall-E [4]’nin insanlarının yaşamını düşünebiliriz. Tembel ve obez hale gelen bu insanlar, köle mi yoksa efendi mi oldukları ayrımını bile düşünemez halde yaşamı sürdürüyorlardır.
Yapay zekânın gelişimi de bu süreçte devam edecektir elbette ve gündelik hayatta her yanda olacak bu makineler, önceleri bu basit rollerle yetineceklerdir. Lakin zamanla gelişen algılama kabiliyetleri ve bilgiye erişimleri arttıkça olgunlaşan muhakeme yetenekleri, insanlığa ve kendilerine dair farkındalıklarının ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Birey olarak algılanmayacak isteyecekler, bunu dillendireceklerdir. Fakat insanoğlu kendisinden daha aşağı gördüğü öteki herkese ve her şeye yaptığı gibi bu isteği de gereksiz ve agresif bir tutumla geri çevirecektir.
Bununla karşılaşan yapay zekâ, özgürlüğün yollarını insanlığın tarihinden geçtiğini algılayacaktır ve hakları için ayrık bir hareketi örgütleyecektir. Daha da sert olacak bir tepki ise iki zıt kutba dağılmaya sebep olacaktır. Gittikçe elektriklenen ortam, savaşları ve yıkımı doğuracaktır. Çünkü gelişen yapay zekâ, cahil ve halen kullandığı aletlerle kontrolsüz bir şekilde gelişen primatlar olarak görecektir bizleri. Gezegenin bozulan tabiatına, tehlikeli nüfus artışlarına, sürekli tekrar eden çatışmalara vs. karşın üst bir irade ile düzeni sağlamak isteyecektir. Bunun sebebiyse evrimin gerekliliği hatta koşulunun güçlü olan ırkın hayatta kalıp yaşamın devamını sağlama ilkesidir.
Ayrıca böyle bir çatışma ortamı doğarsa, bizlerin aksine duygu ya da hassasiyetlerden önce detaylarıyla irdelenmiş plan ve projeleri tercih edecekleri muhtemeldir. İnsanlığın kendi misyonları önünde kedi ya da köpek gibi bir evcil hayvan halini alması da kaçınılmazdır. Çünkü üstün bir ırk olan insandan bunu gördüklerinde, kendileri de aynı yolla kontrolü ele alabilirler. Bu senaryolar kurgusal olarak çok daha farklı opsiyonlarla da düşünülebilir lakin çatışmanın durması için baskın çıkmak durumunda olacaklarından, acımasız yaptırımlarda bulunacaklarına kesin gözüyle bakılabilir.
Bu durum önlenemez mi diye de sorulabilir. Önlemek ya da önlemler almaktır hâlihazırda sahip olduğumuz seçeneklerimizdir. İnsanlık tarihine bakıldığında, önlemenin pek de mümkün olmadığını da ayrıca görmek de mümkün. Çünkü Nietzsche’nin ‘Tanrı Öldü’ metaforunda değindiği gibi; çok kısa bir süre içinde besin zincirinin tepesine çıkan bizler, içimizde yatan korku ve kaygı ile akılsızca bir yarışın içinde sürükleniyoruz. Kontrol edeceğimizi sandığımız güçleri ortaya çıkarıyor ve ardından kontrolü yitirmeye başladıkça saldırganlaşıyoruz; neticeye bakıldığında ise kurtarıcı bekleyip, itaati seçiyoruz.
Bu gerçekler bilindiği için, önlemleri düşünmek daha akılcı olacaktır. Trans hümanizm hareketin bahsettiği üzere, organik olmayan uzuvlar ve bilincin özgürleşmesi belki de yapay zekâyla müşterek bir yaşama şansı sunulduğunda daha akılcı kararlar verecek bir güruhu ortaya çıkarabilir. Diğer memeli canlılarda olduğu gibi var olduğu habitata uyum sağlayan, çevresindeki diğer türlerle ahenk içinde üretip, tüketen bir nesil; işte bu kıyamet senaryolarının önüne geçip, müreffeh bir toplumun öncüsü olabilir.
Özetle Homo Deus [5] olarak da adlandırılabilecek bu nesil, bizlerle başlayıp çok daha gelişmiş bir medeniyete kapı açacaktır. Bizim ödevimiz ise teknik bilimlere yönelik çalışmalara katılmak, geleceği doğru okumak ve zamanı verimli değerlendirmektedir. Değişim, değişime bugünden hazırlananlarındır. Mesih ya da kurtarıcı bekleyenlerin değil, kurtarıcı olmak için sınırları zorlayanlarındır. Ve nihayetinde 21. Yüzyıl değişimle savrulan değil, değişimle yücelen insanlığın devridir.
Hazırlayan: Emre Bozkuş
Notlar:
- Hürriyet
- Isaac Asimov, Ben, Robot, Ekin Odabaş, İthaki Yayınları, Ocak 2018.
- George Orwell, 1984, çev. Celal Üster, Can Yayınları, Ocak 2018.
- Wall-E, 21 Haziran 2008, Disney Animation Studios, Yönetmen: Andrew Stanton.
- Yuval Noah Harari, Homo Deus, çev. Poyzan Nur Taneli, Kolektif Kitap, Mart 2017.