Isaac Asimov yalnızca bilimkurgu romanları ve öyküleri yazmakla yetinmemiş, çeşitli konularda kurgusal olmayan eserler de vermiş fazlasıyla üretken bir yazardı.
Peki, Asimov bunu nasıl başardı?
Asimov, okumayı daha okula gitmeden öğrenir. Ancak okuma becerisini hızla geliştirmesi bir problemi de beraberinde getirir: Asimov’un okuyacak kitabı yoktur! Okul kitapları ona yalnızca birkaç gün dayanır. Onları daha okulun ilk haftasında bitiriverir. Babası o henüz altı yaşındayken bir şekerci dükkânı satın alır. Dükkân şekerlerle olduğu kadar başka şeylerle de doludur ve bu şeyler küçük Asimov’un dikkatini şekerlerden daha fazla çekmektedir. Okuyabileceği şeylerdir bunlar. Ancak babası bunlara dokunmasına bile izin vermez. Judah Asimov’a göre bunlar işe yaramaz, değersiz şeylerdir. Oysa diğer çocuklar bunları okumaktadır. Asimov bunu babasına söylediğinde şu cevabı alır:
“Onlar beyinlerini işe yaramaz şeylerle dolduruyor ve babaları da bunu umursamıyor olabilir. Ama ben umursuyorum.”
Asimov babasına gücenir. Bunun üzerine babası ona bir kütüphane kartı alır. Böylece annesi, Asimov’u belirli aralıklarla kütüphaneye götürmeye başlar. Babasına göre eğer bir kitap halk kütüphanesinde ise okunmaya uygundur. Bu yüzden baba Asimov oğlunun okuduğu kitapları denetleme gereği duymaz. Artık koca bir kütüphane dolusu kitap, okumaya aç Asimov’un elleri altındadır. Asimov burada Yunan mitolojisiyle ilgili kitapları keşfeder. Tüm Yunan isimlerini yanlış telaffuz etmektedir ve çoğu onun için bir gizemdir. Fakat Asimov büyülenmiştir. Birkaç yaş daha büyüyünce her fırsatta kütüphaneden alacağı, tekrar tekrar ve tekrar okuyacağı bir eser olacaktır. Bu eser Homeros’un İlyada adlı destanıdır. Aynı zamanda Homeros’un bir başka ünlü destanını daha (kısaltılmış ve daha az kanlı olan bir versiyonunu) okumayı da ihmal etmez: Odysseia.
Dünyanın güneşin etrafında döndüğünü, dinozorları ve buna benzer şeyleri çocuklar için yazılmış popüler bilim kitaplarından öğrenir. Hasta olduğu günlerden birinde annesini kütüphaneye gitmeye razı eder. Ve ona söz vermeyi de ihmal etmez. Annesi hangi kitabı alırsa alsın okuyacaktır. Annesi eve, Thomas Edison’un hayatını hikâyeleştirerek anlatan bir kitapla gelir. Asimov hayal kırıklığına uğrar ama bir kere annesine söz vermiştir. Bu yüzden kitabı okur. Bu kitap da ileride işine yarayacaktır elbet.
Asimov’un okuduğu her kitap ona başka bir kapı açar. Gertrude Atherton’ın “The Jealous Gods” adlı eserini okur ve kendini Atina, Sparta ve Alcibiades (Atinalı devlet adamı ve general) üzerine okumalar yaparken bulur. William Stearns Davis’in (Amerikalı yazar, tarihçi, eğitimci) eserleri onu Bizans İmparatorluğu, Bizans İmparatoru III. Leo, Pers Savaşı, Antik Atinalı devlet adamı Aristides ile tanıştırır. Tüm bu okumalar onu tarihe yönlendirir. Hendrik van Loon, Victor Duruy gibi isimler de okuduğu yazarlar arasına girer.
Asimov biraz daha büyüyünce bu kez Charles Dickens’ı keşfeder. Yazarın ilk romanı olan “The Pickwick Papers”ı (Mister Pickwick’in Serüvenleri, Yapı Kredi Yayınları) yirmi altı kez okuyacaktır. Dickens’ın “Nicholas Nickleby” adlı bir başka eserini ise on kez. Asimov’u etkileyen bir başka yazar da Eugène Sue olur. Fransız romancının “The Wandering Jew” ve “The Mysteries of Paris” adlı eserlerini okur. Yazarın çizdiği yoksul ve suçlu portresi Asimov’u baştan sona kadar dehşete düşürür. Fakat yine de okumayı bırakamaz.
Asimov bu dönemde yirminci yüzyılda kaleme alınan romanları neredeyse tamamen okumalarının dışında tutar. Bu durumu, “Belki tozlu kitapları seviyordum, belki de gittiğim kütüphane modern romanlar yönünden zayıftı,” diyerek açıklar. Bu durum ilerideki zamanlarda da böyle kalır. Modern romanların sayfalarını ilerleyen yaşlarında da nadiren aralar.
Tüm bu satırların ardından, yazının başında sorduğum sorunun yanıtını bulduk sanırım. İşin sırrı, Asimov’un eline geçen her şeyi büyük bir iştahla okumasında yatmaktadır. Tüm bu çeşitli okumalar, ileride bir efsaneye dönüşecek Isaac Asimov’un yazarlık kariyeri için altından daha değerli olacak ve onun mitoloji, tarih, bilim, kutsal kitap, Shakespeare gibi çeşitli konularda eserler vermesini sağlayacaktır.
Yazıya, Asimov’un kütüphanelerin önemini vurgulayan bir sözü ile son verelim isterseniz:
“Kütüphanelere ayrılan ödeneğin ikide bir kesildiğini okuduğumda, bir kapının kapanmakta olduğunu ve Amerikan toplumunun kendisini yok etmek için bir yol daha bulduğunu düşünüyorum.”