Post apokaliptik bir dünyayı gözler önüne seren Blame (2017), hayli karamsar bir gelecek portresi sunuyor. Tsutomu Nihei’nin 1998-2003 yılları arasında yayımlanan manga serisinden uyarlanan anime, Netflix için Hiroyu Seshita yönetiminde gerçekleştirildi. Seshita, Godzilla: Monster Planet (2017) ve Godzilla: City on the Edge of Battle (2018) yapımlarını da gene aynı dijital platform için yönetmişti; şu sıralar Godzilla anime üçlemesinin son yapımı ile meşgul. Daha önce Ajin (2016) ve Sidonia no Kishi (2014) anime TV dizilerinde de görev almış olan yönetmen, son dönem eserleriyle tecrübesini ve yeteneğini kanıtladı. Son dönemlerde Netflix bünyesinde yayımlanan birçok kaliteli yapım, anime severleri oldukça mutlu etti. Seshita, çok kısa sürede arka arkaya dört yapıma birden hayat vererek, eserlerinin niteliklerinden de taviz vermedi.
Gelecek manzarası olarak Terminator ve Matrix’in görselliğine yakın duran yapım, sayıca az ve kendilerini Elektro-Balıkçılar olarak adlandıran yüz elli kadar insanın hayatta kalma öyküsünü anlatıyor. Yapay zekânın insan varlığını tehdit etmesinin üzerinden uzun bir zaman geçmiştir. Yapımın hemen başında Zuru, “Dünyanın bu hale ne zaman geldiğini kimse bilmiyor. Bir gün, birden salgın başladı ve insanlar şehre bağlanma gücünü yitirdi. Ondan sonra şehir kendi kendine genişledi. İnsanlar illegal yerleşimciler olarak görülüyor ve yok ediliyordu. Bunların hepsi ben doğmadan çok önce oldu”, diyerek dış sesiyle nasıl bir dünyada yaşadıklarını özetliyor. Bir zamanlar yüksek yapay zekâya sahip Muhafız‘ın insanlığın emrinde olduğu düşüncesini bir mit olarak gören Elektro-Balıkçılar, felaketin üzerinden yüzyıllar geçtiği için geçmişe dair doğru bilgilerden uzaklaşmışlardır; fakat görünürde, belli mitlerden oluşmuş dogmalara da sahip değillerdir.
Elektro-Balıkçılar topluluğunun en genç üyelerinden birisi olan Zuru (Sora Amamiya), bir gün, habersiz olarak birkaç arkadaşıyla birlikte yiyecek bulma amacıyla terk edilmiş şehre (The City) gider; yapay zekânın (Muhafız) hüküm sürdüğü alanda birden fark edilmeleriyle Yok Ediciler’in ellerinden, gizemli gezgin, Killy (Takahiro Sakurai) tarafından kurtarılırlar. Killy, uzun bir süredir, Net Terminal Geni Taşıyıcısı özelliğine sahip kişileri bulma arayışındadır; bu gene sahip olan insanlar, Muhafız’a emir verebilmektedirler; fakat Zuru’nun mensubu olduğu grupta bu gene sahip hiç kimse yoktur. Killy, Zuru’nun yaşadığı ve şehrin dışında güvenli bir alana inşa edilmiş köylerinin altında, birkaç nesildir inilmesi yasaklanmış ve mabet alanı haline gelmiş bir bölge olduğunu öğrenir; bu bölgede eski bir bilim insanı olan Cibo’nun (Kana Hanazawa), zekâsının aktarıldığı parçalanmış robot bedeni yatmaktadır. Bedenin, yaklaşıldığında holografik bazı görüntüler sunması, insanlar üzerinde korku yaratmış ve hayaletli bölge olarak anılmasına neden olmuştur.
Senaryo, iskeletini Zuru, Killy ve Cibo üçgeninde şekillendiriyor. Köyün lideri olan ve kendisine Babalık olarak seslenildiğinden dolayı adını bilmediğimiz kişi, senaryoda işin vicdan ve toparlayıcılık görevini üstleniyor. Olayları çoğunlukla Zuru’nun gözünden görmemize rağmen eserin yıldızı kesinlikle Killy. Az konuşan, sakin, korkusuz ve stil sahibi karakterimiz, aksiyon içerikli sahnelerde her gözüktüğünde Kovboy filmlerini andıran estetik bir anlatım anlayış devreye giriyor; geçmişteki Kovboyların adeta postmodern bir versiyonudur. Sayıca az olan köy halkının 300 yıldır varlıklarını sürdürmeleri ve mevcut tehditten dolayı dışarıya kapalı olarak yaşamaları durumları, geçmişte yaşanan felakete dair bilgilerin kulaktan kulağa giderek yanlış aktarılmasına ve efsaneleştirilmesine neden olmuştur. Cibo’nun şehir merkezinde bulunan fabrikada Terminal Geni ile aynı etkiyi gösterebilecek sentetik bir Terminal oluşturabileceğine yönelik teklifi, senaryonun gelişim tarafına hizmet edip, dramatik sonucun yönünü de tayin etmiş oluyor.
Blame; olay örgüsüyle giriş, gelişme ve sonuç ilişkisine bağlı olarak klasik bir yol izliyor. Karakterlerin geçmişe yönelik (flashback) anılarına ekonomik olarak yer vererek takip edilmesi zor olmayan bir seyir sunuyor. Anime, insanlığı bitirme noktasına getiren yapay zekâ olgusu üzerine, Ghost In The Shell örneğinde olduğu gibi, derinlik içeren felsefi çıkarımlarda bulunmuyor; hayatta kalma ve neslin devamı üzerine kafa yoruyor. Hiroyu Seshita, Yok Ediciler ve insanlar arasındaki çatışmalarda gerilim ve duygu unsurlarını da katarak “saf aksiyon”a yaklaşmamaya gayret ediyor. Eserin, Post apokaliptik dünyanın görselliğini yansıtma konusundaki becerisi tatmin edici ve Killy’nin eline silahını aldığı zamanlarda stilize anlara geçiş yapan planları etkileyici. Son zamanların en iyi animelerinden biri olmasa da, türün hayranlarını memnun edecek bir yapım.