İsmi “Oumuamua”. 19 Ekim 2017’de Hawaii’deki Pan-Starrs1 Teleskopu tarafından keşfedilen bir asteroit. Onu diğerlerinden farklı kılan özelliği, Güneş Sistemimize ait olmadığı halde gözlemlenebilen ilk yıldızlararası asteroit olması. Başka bir yıldız sisteminde oluşup oradan kopmasının ardından uzay boşluğunda belki de yüz milyonlarca yıldır hareket ediyor. (1) Resmi bilimsel adı 1I/2017 U1. “Oumuamua”, yerel Hawaii dilinde “Uzaklardan ilk ulaşan haberci” anlamına geliyor. Cismin önce bir kuyruklu yıldız olabileceği düşünülse de, kuyrukluyıldızlara özgü bir durum olan Güneş’e yaklaştıkça ısınma sonucu gaz çıkışı gözlemlenmemesi nedeniyle asteroit olduğu dile getirildi.
Güzergâhının hiperbolik şekli ve sahip olduğu yüksek hız nedeniyle bizim yıldız sistemimizin dışından geldiği kabul ediliyor. (2) Başka dikkat çeken özelliği ise, şeklinin şimdiye dek alışık olduğumuz asteroitlerinkinden oldukça farklı olması. Bir sigarayı andırırcasına, yaklaşık 400 metre uzunluğa ve 40 metre genişliğe sahip uzun bir görünüme sahip. Renginin kızıllığı ise, yolculuğu boyunca Güneşimiz dışında maruz kaldığı diğer bir –veya birkaç- yıldızın radyasyonundan ötürü.
Oumuamua, bilhassa bu sıra dışı şekli ve aşırı yüksek hızı nedeniyle dünya medyasında da çeşitli spekülasyonlara yol açtı. Onun doğal bir gök cismi değil, uzaylı başka bir uygarlığa ait yapay bir cisim, hatta bir uzay gemisi olabileceği iddiası ortaya atıldı. Bu iddiaların kökeni, Harvard Üniversitesi’ne bağlı olarak çalışan Smithsonian Center for Astrophysics (Smithson Astrofizik Merkezi)‘nin yayımladığı bir makale. (3) (4) Bu makaleye göre, Oumuamua’nun aşırı yüksek hızı (26 km/saniye) salt Güneş’in kütle çekim etkisiyle açıklanamıyor ve bu hız güneş radyasyonunu bir itme gücü olarak kullanmasından ötürü oluşmuş oluşabilir. Bilindiği üzere ışık fotonları da bir momentum taşıyorlar ve tıpkı denizdeki bir yelkenlinin rüzgârın etkisiyle hareket etmesi gibi, uzayda fotonların çarpmasıyla hız kazanmak teorik olarak mümkün.
Hatta Güneş’e en yakın yıldız olan Alpha Centauri’ye ışık hızının beşte biri bir süratte gidecek böyle bir “ışıkyelkenlisi” (lightsail) projesi için geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz ünlü fizikçi Stephen Hawking ve Rus milyarder Yuri Milner 100 milyon dolarlık bir ödül koymuşlardı. (5) Harvardlı Profesör Avi Loeb ve post-doktora araştırmacısı Shmuel Bialy’nin bu makalesine göre, gelecekte benzeri yıldızlararası nesnelerin incelenmesiyle kesin yargıya varılabilecek olsa da, Oumuamua’nın başka bir uzaylı uygarlığa ait ve Güneş radyasyonunu bir yelkenli gibi kullanan teknolojik bir nesne olması da bilimsel olarak olasılıklar dâhilinde. Aynı makalede, Oumuamua eğer yapay değil de doğal olarak oluşmuşsa ve yüzeyine düşen Güneş fotonları sayesinde bir ışık yelkenlisi gibi hareket ediyorsa, yeni bir gökcismi sınıflandırmasına gitmemizin kaçınılmaz olacağı da belirtilmiş.
Alanında önemli bir isim olan Loeb’in iddiasının “seksi” çekiciliğine rağmen, uzayda her gördüğümüz hıyar şeklindeki nesneye uzaylı tuzluğuyla koşmamalıyız. Loeb’in makalesi, medyada –doğal olarak- büyük ilgi görse de, bilim çevrelerinde tepkiyle karşılandı. Popular Science dergisinden Neel V. Patel’in yazısında (6) alıntıladığı üzere, Queen’s Üniversitesi’nden Michele Bannister, Loeb’in iddiasının ancak başka hiçbir hipotez Oumuamua’nın hareketini açıklayamaması durumunda geçerli olabileceğini söylüyor. Fakat elimizde böyle bir hipotez var, bu da kuyruklu yıldızlarda dışarı gaz püskürtme sebebiyle tıpkı roketlerde olduğu gibi ivmelenme yaşandığı. Oumuamua’da böyle bir gaz çıkışının gözlenmemiş olmasının başka daha makul sebepleri olabileceğini de ekliyor. Mesela diğer bazı kuyrukluyıldızlarda tespit edildiği üzere mikron ölçeğinde parçacık çıkışı olabileceği ve Oumuamua’yı gözlemlemek için yeterli vaktimizin olmadığından ötürü bu gaz çıkışını tespit edemememiz gibi. Yani Oumuamua’nın bir asteroit değil de kuyrukluyıldız olması halen olasılıklar dâhilinde.
Patel yazısında, başka bir güzel noktaya daha parmak basıyor. Profesör Loeb, ışık yelkenlilerinin teorisi ve pratik uygulamalarıyla ilgili bir enstitünün (7) başında ve dolayısıyla Oumuamua üzerinden bir “ışık yelkenlisi” tartışmasının büyümesi elbette ki onun projesini de bu alana yatırım yapmayı düşüneceklerle beraber dolaylı olarak olumlu yönde etkileyecek. Şunu da ekliyor, Loeb bunu dar çıkarlarını düşünerek bir komplo olarak ortaya atmış da olmayabilir. Tıpkı, “elinizde bir çekiç varsa her şeyi çivi olarak görürsünüz” örneğinde olduğu gibi, ışık yelkenlileri çalışması üzerinde yoğunlaşmış bir beyin uzayda hareketi mevcut verilerle açıklanamayan bir cisim gördüğünde bunu hemen ışık yelkenlilerine yormak isteyecektir. Fakat Oumuamua’nun “muamma” dolu ivmelenmesinin ardındaki sebepte pekâlâ –ve çok daha büyük olasılıkla- Bannister’ın bahsini ettiği kuyrukluyıldız davranışı geçerli olabilir. Bu noktada, Ocham’ın Usturası prensibini hatırlamakta fayda var: Bir fenomeni açıklamak için daha basit ve daha az varsayımda bulunan tercih edilmelidir.
Oumuamua Mayıs 2018’de Jüpiter’in Güneş etrafındaki yörünge çizgisini geçti. Ocak 2019’da Satürn’ün, Ağustos 2020’de Uranüs’ün ve Haziran 2024’te Neptün’ünkileri geçmesi beklenen bu yıldızlararası misafir 2025 sonlarında Plüton gibi cüce gezegenlerin yer aldığı Kuiper Kuşağı’nın sonuna varacak ve Kasım 2038’de Güneş Sistemi’nin bilinen sınırlarının dışına çıkacak. Hazırlıksız yakalandığımız için herhangi bir fotoğrafı çekilemedi. Medyada gördüklerimiz (bu yazının kapak görseli de dahil) Avrupa Güney Gözlemevinden sanatçı M. Kornmesser’in bir illüstrasyonu (8). Teleskoplarımızı, ona benzer yıldızlararası cisimleri Güneş Sistemimizi tekrar ziyaret ettiğinde daha iyi gözlemlemek ve gerçek doğalarına dair bilgi edinmek adına daha açık tutmalıyız. Uzayda Omuamua benzeri sayısız muamma, onları keşfetmemizi bekliyor.
Dipnotlar: