HBO’nun Chernobyl dizisi öyle neşeli bir diziye benzemiyor. Ama yine de bu dehşete hazırlıklı yakalanmak pek mümkün değil. Beş bölümden oluşan mini dizi, televizyon dünyasının kaçırılmaması gereken yeni bir fenomeni adeta. Ama dizinin “Belgesel-Drama” adı altında dehşet verici bir korku hikayesi olduğunu da bilerek izlemeli. Her saniyesi baş döndürücü bir anksiyeteyle geçen dizinin sonunu bilmek bile izlerkenki dehşeti hiç azaltmıyor. 26 Nisan 1986’da, Pripyat şehrinin yakınlarındaki Çernobil Tesisi’nde bir nükleer reaktör patladı. Reaktörün grafit moderatöründe ortaya çıkan yangın, devasa miktarda radyasyon taşıyan bulutların bölgeyi kaplamasına sebep oldu. Olay, birçok kişi tarafından tarihteki en feci nükleer kaza olarak kabul edildi.
Peki Chernobyl neden bu kadar ürkütücü? Katkıda bulunan çeşitli faktörler var: Gerçekçilik, ihmal, kibir gibi… İktidardakiler inkar içinde. En büyük dertleri korkunç ve bol kayıplı bir kazadan ziyade, millet nezdindeki itibarlarını korumak. Paul Ritter, felaketin sorumlularından başmühendis yardımcısı Anatoly Dyatlov rolünde. Dyatlov sisteme körü körüne bağlı; gözü yükseklerde olan ve hatasını sorgulamaya bile yanaşmayan bir karakter.
Chernobyl, sizi eninde sonunda ana temasının merkezindeki soruya götürüyor: “Yalanın bedeli nedir?” Öyle görünüyor ki insan hayatı en büyük maliyet. Dizide bu soruyu Çernobil soruşturmasını yürüten Valery Legasoy (Jared Harris) soruyor. Çernobil podcast’inde Craig Mazin, diziyi görünmeyen bir canavarın ana karakterlere saldırıp öldürdüğü ve onu durdurmak için hiçbir şey yapamadıkları bir korku filmine benzetiyor. İşte Chernobyl’in gerçek dehşeti de tam burada yatıyor. Kurbanlarını takip eden bir canavar düşünün ve üstelik görünür bir yüzü veya şekli de yok. Geceleri evinizde gizlenen bir hayalet ya da yaratık olmadığını biliyorsunuz, ancak sizi çevreleyen havadaki tehlikelerin farkında mısınız?
Dizi, hareketli sahnelerinde olduğu gibi durgun sahnelerinde de huzursuz edici. Santralde, çalışanlar halihazırda başlamış bir felaketi önlemek için panikle çabalıyor, fakat Pripyat’ta vatandaşlar yangından uzakta olduklarına inanarak sessiz bir yaşam sürmeye devam ediyor. Bölümün en ürpertici anlarından biri, o karlı kül içinde oynayan çocukların sözsüz sahnesi. Zaten en tuhaf ve ironik anlardan bazıları gerçek olaylardan alınmış. Örneğin sudaki alevi kullanan itfaiyeciler ve bir tanesinin çıplak elleriyle açıkta kalan grafite dokunduğu sahne gibi.
Sessiz bir katil olan radyasyon zehirlenmesi, grafik ve visceral (iç organlarını etkileyen) düzeyde kendini gösterir. Yapım tasarımcısı Luke Hull, diziyi bugüne dek en rahatsız edici araştırması olarak nitelendiriyor. Radyoaktif maddeye vücut içinde veya dışında maruz kalan kişiler defalarca ani kusma belirtisi gösterir. Dizideki bir karaktere, kusarken metal tadı aldığını söyleterek yapım bizi yine huzursuz etmeyi başarıyor. Kısacası dizi sizi alıp Çernobil ve çevresine bırakıveriyor. Santralin içinden Titanic’e ya da bir uzay filmine benzeyen sahneler barındırması tesadüf değil.
Craig Mazin, seri üzerine Amerikan haberlerinde yalanların bu kadar sıklıkta bulunmadığı, güç ve kibirden kaynaklı ölümlerin günlük katliamlara dönüşmediği 2015 yılının başlarında çalışmaya başladı. Çernobil’in trajedik açılımını izlemekten daha kalp kırıcı bir şey yok. Mazin’in söylediği gibi: “Bilgiyi zaptedebilirsiniz ama nükleer izotopları asla!”
Hazırlayan: Kadir Tanrıverdi