2 Şubat 1940’da doğan Thomas Michael Disch, bilimkurgu edebiyatı dışında şiirler yazan, eleştiri yazıları dahil olmak üzere çocuklar için de eserler ortaya koyan bir yazardı. Bir kez Hugo Ödülü kazanan yazar, ayrıca iki kez Hugo’ya, dokuz kez de Nebula‘ya aday gösterildi. Yeni Dalga Bilimkurgu öncülerinden biri olarak gösterilen Thomas M. Disch’in kazandığı bu başarıların en temel nedeni ise hiç şüphesiz çok yönlü bir yazar oluşunda saklı.
Yazarın en çok bilinen ve çeşitli ev aletlerinin maceralarını konu alan The Brave Little Toaster’ın yanı sıra, kariyerinin üst noktalarına ulaşmasını sağlayan eserlerinden birisi de Kobaylar Kampı (Camp Concentration)‘dır. 1968 yılında Doubleday tarafından yayımlanan kitap Fransızca, Almanca, İspanyolca, Sırpça, İtalyanca gibi birçok dile çevrildi. Büyük başarı elde etmesinin ardından 1998 yılında dilimize de kazandırıldı. Metis Bilimkurgu Serisi’nin 26. kitabı olan ve çevirisi Mehmet Koralı tarafından üstlenilen Kobaylar Kampı, hem konusu hem de kapak tasarımıyla ülkemizde de hayli dikkat çekti.
Kobaylar Kampı, karanlık ve hastalıklı yapısıyla, şair ve aynı zamanda katolik olan Louis Sacchetti ve onun gibi vicdani retçi bir grubun Arşimet adı verilen kampa götürülerek üzerlerinde deneyler yapılmasını konu ediniyor. İki bölümden oluşan kitapta olaylar ve hikâye alışık olduğumuz romanlardan farklı bir şekilde ilerliyor. Bu ilerleyiş, ana karakterimiz Sacchetti’nin günlüğü şeklinde karşımıza çıkıyor. Başlarda garip ve sıkıntılı bir durum olan bu anlatım tarzı, yazarın perde arkasında tuttuğu olayları kurguya sürmesiyle göze batmamaya başlıyor. Kitapta dikkat çeken önemli bir nokta da, Thomas M. Disch’in ana karakter Sacchetti ile olan benzerliği. Bu benzerlik, yazarın şairliğini ana karakter üzerinden sürdürmesiyle de net olarak kendini belli ediyor. Zira günce tarzı yazılan romanda çokça şiirsel metin var.
Hikayemiz, Louis Sacchetti’nin verdiği karar sonrası kendini bir hücrede bulmasıyla başlıyor. Sıkıntılı ve zorlu bir dönem yaşayan Louis, başından geçenleri kaleme almaktan geri durmuyor. Yazdıkları da zaten güncenin ta kendisi. Bu durum aylarca devam ederken bir gün başka bir yere, yani Arşimet Kampı’na götürülüyor. Yeni geldiği kamp alanı diğerine göre daha rahat. Kütüphanenin bulunduğu, tiyatro oyunlarının sahnelendiği ve yemeklerin daha iyi olduğu bu yerde şaşkına dönen Sacchetti, gerçeği de yavaş yavaş öğrenmeye başlıyor. Nitekim bir cennet gibi görünen kampın aslında bir cehennemden farksız olduğunu keşfetmesi uzun sürmüyor. Çünkü kampı ve devleti yönetenlerin bir çeşit üst-insan arayışı içinde olduğunu anlıyor. Asırlar süren araştırmalar sonucunda istediklerini elde etme konusunda önemli yol kateden yetkililer, çözümü frengi hastalığında bulmuştur. Bu hastalığa maruz kalanların zekâsında artış olduğu gözlemlenmiştir, fakat tüm çabalara rağmen ortada engellenemeyen bir sorun vardır: Hastalığa yakalanan kişiler en fazla on, on bir ay kadar hayatta kalabilmektedir!
‘’ABD savaş halinde ve siz bir vicdani retçi olarak askere gitmeyi kabul etmiyorsunuz… Bir toplama kampına kapatılacaksınız ve üzerinizde deneyler yapılacak; insan zekâsını geliştirmeyi, bir tür “üst-insan” yaratmayı hedefleyen deneyler. Ancak gardiyanlarınızın iyi hesaplayamadığı bir sorun var: Ya deneyler gerçekten başarılı olursa?’’
Kitabın birinci kısmı, hastalığın Sacchetti’ye ve onunla birlikte birkaç yöneticiye enjekte edilmesiyle sona eriyor. İkinci kısım ise Sacchetti’nin deneye verdiği tepkiler ve onun güncesindeki anlaşılması zor paragraf ve cümlelerle dolu. Bu da üst-insan zekâsının ne denli karmaşık ve gizemli olabileceğinin bir göstergesi olarak anlatılıyor. Zamanla diğer denekler gibi delirme düzeyine gelen Sacchetti, elden ayaktan düşüyor ve ölüme gitgide yaklaşıyor. Ancak Sacchetti dahil kamptaki herkesin hesaba katmadığı düşük bir ihtimal var: Ya deneyler gerçekten başarılı olursa?
Konusu okuyucuyu heyecanlandırsa da, kitabın içeriği ve olayların fazla durağan seyretmesi beklentileri boşa çıkarıyor diyebiliriz. Buna rağmen Thomas M. Disch’in gizemli kurgusu ve romanın finalini sade, açık ve vurucu bir şekilde sunması okuyucuya ‘yok artık!’ dedirtecek cinsten. Çünkü romanın finali şaşırtıcı olduğu kadar da aydınlatıcı. H.G. Wells’in Zaman Makinesi, Aleksandr Belyaev’in Su Adamı, Pierre Boulle’nin Maymunlar Gezegeni kitabı gibi, Thomas M. Dishc’in Kobaylar Kampı da bilimsel terimlerden yoksun ama temelinde çok önemli bir bilimsel fikir barındırıyor. Uzun lafın kısası, William Shakespeare’den Goethe’ye kadar birçok edebi referans içeren, dini konularda lafını esirgemeyen, cinselliği ve küfrü bonkörce kullanan, Tanrı’nın varlığını sorgulayan ve yazarın kendisinden de çokça şeyler kattığı farklı ve gizemli bir eser Kobaylar Kampı. Tabii bu beğeni, kitabı kaç kere okuduğunuza bağlı olarak da değişebiliyor…
Hazırlayan: Ahmet Boyraz