“Eşit muamele görsek biz kadınlar da erkekler kadar katkı sunardık elbette!”
Gerçek adı Alice Bradley Sheldon olan fakat 1967’den ölümüne dek James Tiptree Jr. mahlasını kullanan yazar, 1915’te ABD’de doğdu. Yazarlığın erkek işi olduğu fikrinin dillendirildiği bir dönemde erkek mahlası kullanarak eserler yazdı. Kimliğini ilk açık ettiği kişilerden biri de yakın dostu ve aynı zamanda bilimkurgunun ABD’deki en büyük temsilcilerinden Ursula K. Le Guin’di. Sırrını açık etmesinin ardından kaleme aldığı eserler daha farklı bir gözle değerlendirildi. Kamuoyunda ve edebiyat camiasında tartışmalara neden olsa da zamanla kabul edildi. Bir nevi tepki olarak bu yöntemi seçen Tiptree Jr.’ın amacı yazdığı öykü ve romanların kadın olduğu gerekçesiyle geri plana atılmasını önlemekti. Erkek mahlasıyla daha fazla dikkat çekeceği fikrindeydi.
2012’de The Science Fiction Hall of Fame’a kabul edildi. 2. Dünya Savaşı’nın sonlanmasıyla birlikte 1946’de ordudan uzaklaştırıldı. Hemen arından eşiyle birlikte CIA’de görev aldı. Kısa bir süre üniversitelerde de çalıştı. 1987’de intihar ederek hayatına son verdi. Günümüzde saygın bir bilimkurgu yazarı olarak anılmayı sürdürüyor.
Daha önce “Uzaktan Kumandalı Kız” eseriyle karşımıza çıkan yazarın “Houston Houston, Duyuyor Musun?” adlı novellası da yine İthaki Yayınları tarafından okurla buluşturuldu. 1974’te yayımladığı ve distopik bir geleceği resmettiği Uzaktan Kumandalı Kız’da sermayedarlar ve yoksul kesimi anlattı. 1984, Cesur Yeni Dünya, Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi? gibi klasik distopya ve siberpunk romanlarını akla getiren bu novellasında etkileyici bir öyküye imza attı. Kitlelerin yönetilmesi, duygusuz ve teknolojiye bağımlı bir toplum yaratılması gibi ana temalar ekseninde anlattığı hikâyeyle bilimkurgu türüne başarılı bir örnek sundu.
Hugo ve Nebula ödülleri kazanan Houston, Houston Duyuyor Musun? novellasında ise bir uzay operası karşılıyordu bizleri. Buna ek olarak feminist ütopya diye tabir edebileceğimiz bir kurguya imza atıyordu. Kadınlar Ülkesi, Karanlığın Sol Eli, Dişi Adam, Damızlık Kızın Öyküsü, Swastika Geceleri gibi pek çok kült romanı akıllara getiren başarılı bir novellayla karşı karşıyaydık. Her ne kadar ütopya desek de, bir yönüyle distopya olduğunu söylemek de mümkündü.
İnsanlık tarihinde Güneş’e yapılan ilk uzay yolculuğundan başarılı bir şekilde dönmeyi amaçlayan Binbaşı Norman Davis (Dave), Doktor Orren Lorimer ve Yüzbaşı Bernhard Geirr (Bud), ABD’deki uzay üssü ile iletişim kurmaya çalışır. Bilimkurgu filmlerinde sıklıkla görmeye alıştığımız iletişim gerçekleşir gerçekleşmesine, lakin büyük bir farkla: Cevap veren Houston’daki uzay üssü değil, başka bir uzay gemisidir. Güneşkuşu’nun mürettebatı erkeklerden oluşurken, onlara yanıt veren uzay gemisinin mürettebatı tümüyle kadındır. Bu durumu bir hayli garipseyen ekip şaşkınlık içindedir. Nasıl olur da kadınların içinde bulunduğu bir uzay gemisi derin uzayda yapayalnız bir şekilde süzülebilir? Yanlarında neden erkek yoktur? Uzay gemisinin görevi ve amacı nedir? Ne zaman ve nereden hareket etmişlerdir?
Akıllarında onlarca soruyla birbirlerine bakan Güneşkuşu ekibine verilen yanıtlarla işler daha da ilginçleşmeye başlar. Kadın astronotların söyledikleri korkunçtur, zira Güneşkuşu’nun yüzyıllar önce kaybolduğunu ifade ederler. Geçen uzun zaman dünyada pek çok şeyi değiştirmiştir. Ve hatta Houston denen bir yer bile kalmamıştır. Bu durum erkek astronotları sorgulamaya iter. Yoksa karşılarındaki kişiler onları kandırmaya çalışan uzaylılar mıdır? Bu ihtimal üzerinde dursalar da, bir yandan da durumun gerçek olabileceğini düşünmekten kendilerini alamazlar.
“Bu insanlar gerçekten geçmişten gelmişse şu an çok sarsılmışlardır. Bildikleri dünyayı bir daha asla göremeyeceklerini şu anda anlıyor olabilirler.”
Dünya’dan ayrıldıklarından beri birçok şey değişmiştir. Bir salgın sonucu dünya nüfusu kırılmış ve insan sayısı 8 milyardan 2 milyona kadar düşmüştür. Bundan daha şaşırtıcı olansa hiçbir erkeğin varlığını sürdürmeyi başaramamasıdır. Artık dünyada yalnızca kadınlar vardır. Güneşkuşu ekibinin yaşananlara anlam yükleme çabası ve hayatta kalan son erkekler olduklarını idrak etmeye çalışması ilginç anlara sahne olur. James Tiptree Jr, üç erkek karakterle üç farklı kişiliği resmeder. Feminen, maskülen ve otoriter tiplemelerin kadınlara bakış açıları farklıdır. Ayrılırken bıraktıkları dünya erkek egemendir. Dolayısıyla kadınların bu yeni dünyaya dair anlattıkları, onların zihnindeki algıları ters yüz edecek cinstendir. Öte yandan Andy, Connie, Lady Blue, Judy Paris ve Judy Dakar adlı beş kişilik kadın mürettebatın dünya hakkında verdiği bilgiler tarihin öne çıkan ütopyalarını andırır.
Toplumsal cinsiyet konusunu masaya yatıran ve öyküsünü feminist bir bakış açısıyla ören yazarın amacı, erkekler ve kadınlar arasında gerçekleşen diyaloglarla eski ve yeni dünya düzeni arasında bir köprü kurmamızı sağlamaktır. Bilim, din, toplum, insanlık, geçmiş ve gelecek gibi pek çok temayı içinde barındıran kısa romanıyla amacına da ulaşır ve okurların zihninde kalıcı bir etki bırakmayı başarır. Isaac Asimov’un uzay yolculuklarını anımsatan, Stanislaw Lem kara mizahını da içinde barındıran “Houston, Houston Duyuyor Musun?”, bilimsel anlamda güçlü, okuru sorgulamaya ve düşünmeye iten bir novella. Özellikle sert finaliyle adını bilimkurgu klasikleri arasına yazdırmayı başaran eserin feminist edebiyat için oldukça önemli bir konuma sahip olduğunu da belirtmek gerek.
Robert Silverberg’ün önsözüyle yayımlanan kitabın çevirmeni ise Begüm Kovulmaz.