Ali ve Esra, uzunca bir süredir belediye tarafından işletilen düşkünler evinde kalıyordu. Anne ve babalarını erken yaşta kaybetmiş olan bu iki kardeş talihsizlikleriyle ünlüydü. Zira onlarla ilgilenen teyzeleri de ebeveynlerinden üç yıl sonra vefat etmişti. Ve çocukken başlarından pek çok kaza geçmişti. Gerçi başlarına gelen kazalar konusunda sakarlık ve ihmalkârlıkları da etkili olmuştu. Şimdilerde birer yetişkin oldukları hâlde yapılması gereken işleri erteleme huylarından vazgeçmemişlerdi. Ve söz konusu huy başlarına sürekli yeni dertler açılmasına neden oluyordu. İşte düşkünler evi müdiresi Handan Hanım, ikamet ettikleri odayı boşaltmalarını söylemek için bizzat karşılarındaydı.
“Çok ani oldu bu. Bize birkaç hafta daha veremez misiniz?” diye sordu Ali.
“Tebligatı dört hafta önce yapmıştık. Şimdiye kadar kendinize bir yer ayarlamış olmanız gerekirdi,” dedi müdire hanım.
Esra en şirin tavrını takınarak, “Niteliklerimize uygun işleri bir türlü bulamıyoruz. Bize bir hafta daha verirseniz…” dedi.
Handan Hanım, “Kuralları esnetme şansım yok. Aksi hâlde hizmet veremez duruma geliriz. Güvenlikçi arkadaşlar birkaç saat içinde tahliye prosedürünü başlatacak,” dedi ve iki kardeşin konuşmasına fırsat vermeden odadan çıktı.
“Olacak iş değil. Başımıza gelene bak,” dedi Ali.
Belediyenin onlarla ilgilenmek üzere görevlendirildiği sohbet programı Oso, “Sizin probleminiz talihsizlik falan değil, şımarıksınız,” dedi.
Esra önündeki sıvının buharını ciğerlerine çekti ve “Sizi de kendimize benzettik. Dikkat çekmek için her şeyi yapıyorsunuz,” dedi.
“Samimiyetsiz, sinsi yaratıklar. Yapay zekâlı şeylere güvenmiyorum,” dedi Ali. Odayı boşaltmak zorunda olmaları moralini bozmuştu.
“Sorumluluk duygunuz gelişmemiş. Ne yazık ki yeteneklerimizi seçemiyoruz,” dedi Oso.
“Kullandığım sohbet botlarını seçebiliyorum, silerim seni,” dedi Ali. “Zaten sinirim tepemde.”
Oso, Ali’nin söylediği şeyi yapamayacağını biliyordu, çünkü böylesi bir eylem devletten aldıkları yardımların kesilmesine yol açardı. “Şımarıksınız ve bu sizin suçunuz. Sorunlarla yüzleşmek yerine yakınmayı tercih ediyorsunuz. Ne zaman size yardımcı olmaya çalışsam hemen beni suçlamaya başlıyorsunuz,” dedi.
Esra metalik bir sesle, “Sisin probleminis talihsislik değil,” diyerek Oso’yu taklit etti. Ardından, “İnsan hayret ediyor. Yani bir bilgisayar programı nasıl bu kadar anlayışsız olabilir. Kader Bankası’nın talihsizler sıralamasında ikimiz de ilk ondayız ve Oso bizim talihsiz olmadığımızı ileri sürüyor.”
“Yanıldığını kabul et Oso. Düşünmek için olmayan oturma organını kullandığını itiraf et. Belli ki akıl yürütmeyi beceremiyorsun. Aksi halde birer kedi yavrusu misali sokağa atılmış olan bizlerin talihsiz olmadığını ileri sürmezdin,” dedi Ali.
“Sevgili arkadaşlar, değerli dostlarım. Yeni bir yer bulma konusunda sizleri kaç kez uyardım acaba? Ayrıca Kader Bankası’nı size ben tavsiye etmiştim ve olaylar tam da beklediğim gibi gelişti. Katıldığınız çekilişlerde hiçbir şey kazanamadınız ve bu iyi bir şey. Kader Bankası metaverse’nin özelliği talihsizliği biriktiriyor olması. Ve biriken talihsizlik puanları üstel olarak artıyor.”
“Bak ben bunu anlamamıştım,” dedi Ali.
“Yüksek talihsizlik puanı çekilişlerde büyük ikramiye kazanma şansını yüzlerce kat artırıyor,” dedi Oso.
Esra önündeki tasın buharına doğru eğildi ve derin bir nefes aldı. Doktorun antidepresan olarak verdiği ilacın buharı başının hafifçe dönmesine yol açtı.
“Bize çıkmaz o ikramiye,” dedi Ali. “İhtimal ne kadar yüksek olursa olsun.”
“Dilerseniz talihsizlik puanları bir başkasına satabilirsiniz,” dedi Oso.
Esra’nın başının içinde tatlı bir uğultu vardı. Oturduğu koltuğun arkalığına yaslandı ve “Acaba kaç para eder bizim puanlar?” diye sordu.
“Vatandaşlık maaşının üç katı kadar.”
Esra kendisiyle konuşur gibi, “Duyguları okuyup yansıtan ışıklı kıyafetler alabilirim o parayla,” dedi.
“Benim ablam bir deli. Bu akşam kalacak yerimiz yok ama ışıklı kıyafetleri düşünüyor,” dedi Ali.
“Parayı bugün alabilirsek problem olmaz. Ucuz bir motel biliyorum,” dedi Esra.
“Neden kimse bana bir ihtiyacım olup olmadığını sormuyor?” diye sordu Oso.
Bu soru iki kardeşi de şaşırtmıştı.
“Yüz terabaytlık bir depolama alanım olsaydı… Düşünme kapasitem artardı ve daha faydalı bir danışman hâline gelirdim.”
Ali, “Benim şimdi çıkmam gerek,” dedi ve koşar adımlarla odayı terk etti.
Yarım saat sonra şehrin merkezindeki bir kafede arkadaşı Serkan’la buluşmuştu. Serkan atalet girdabına kapılmak konusunda Ali’den bile ilerideydi. Yapması gereken her işi erteler ve durmaksızın kötü kaderinden yakınırdı. Ali’nin Kader Bankası’ndaki talihsizlik puanları hakkında verdiği müjde onu heyecanlandırmışa benzemiyordu. Kader Bankası’nı zamanında Ali’nin zoruyla kullanmaya başlamıştı ve biriken puanlarını satışa çıkarma konusunda acele etmeyeceği kesindi. Ali, “Önce benim puanlar satılırsa sana zırnık koklatmam,” diyerek onu motive etmeye çalıştı, ancak bu tehdit karşısında Serkan, Ali’nin yüzüne boş boş bakmakla yetindi.
Ali, Serkan’ın yanındayken cevval, enerjik biriymiş gibi hissediyordu. Cep bilgisayarını çıkarıp Kader Bankası’na bağlandı. Talihsizlik puanlarını satışa çıkarmaya kalkıştığında bunun için Canavarlar Diyarı oyununda üç seviye geçmesi gerektiği mesajıyla karşılaştı. Oyun oynamak iyi yaptığı yegâne şeydi ve kılıcıyla zombileri iri birer salatalık misali doğramak hoşuna gitmişti. Çıkış kapısının önünde karşılaştığı kurt adam ve zombiler gibi kolay rakip değildi. Kurt adamın saldırısını sol kolunu feda ederek savuşturdu ve ikinci seviyeye geçti. İkinci seviyede hortlaklar, vampirler ve kötücül iskeletlerle çarpıştı ve fazla zorlanmadan seviye atladı. Üçüncü seviye, Ali gibi bir oyun kurdu için bile zordu. Yönettiği şövalye karakteri üst üste iki kez ölünce dönüp Serkan’a baktı. Serkan pili bitmiş bir oyuncak gibi kımıldamadan oturuyordu. Yeniden oyuna dönerek maymunlar, orklar ve uzaylılarla zorlu bir mücadeleye girişti. Tam üçüncü seviyeyi tamamlayacağı sırada garson geldi ve bir istekleri olup olmadığını sordu. Serkan soruyu üzerine almamıştı, Ali mecburen kafasını kaldırıp, “İki çay,” dedi. Ve birkaç saniye sonra üçüncü seviyeyi de halletmişti.
“Sana bir şey itiraf edeyim mi kanka?” dedi Serkan. “Ben puanlarımı geçen ay sattım.”
“Ben de böyle bir olanağın varlığını öğrendiğim anda koşarak buraya geldim. Arkadaşım da geri kalmasın, bu fırsattan mutlaka yararlansın diye! Meğer arkadaşım işini çoktan görmüş. Bana bunu ne zaman söyleyecektin acaba?”
“Puanları benden satın alan Polonyalı, üç gün sonra büyük ikramiyeyi kazandı. Aklıma geldikçe hâlâ kafayı yiyecek gibi oluyorum,” dedi Serkan.
“Madem parayı aldın, neden her seferinde hesabı ben ödüyorum?” diye sordu Ali. Ekranda az önce belirmiş olan satış butonuna hınçla bastı.
“Bizimkilerin durumunu biliyorsun. Babamın hastalığı, kardeşimin üniversite masrafları derken benim masraflarıma sıra gelmiyor.”
“Tamam, sus, bir kelime daha söyleme. Puanlarıma inşallah bu akşam müşteri çıkar. Yoksa geceyi sizin evde geçirmek zorunda kalacağım.”
Serkan paniğe kapılarak, “Kanka, bizim evdeki durumları biliyorsun,” dedi.
“Yazıklar olsun. İnsan bari yarım ağızla da olsa davet eder. Benim şimdi gitmem lazım. Hesabı bir zahmet ödeyiver,” dedi Ali.
Ali düşkünler evine döndüğünde odada güvenlikçileri görmekten korkuyordu. Eğer öyle bir şey olursa ablasının dilinden uzun süre kurtulamazdı. Neyse ki güvenlikçiler henüz gelmemişti ve Esra eşyalarını toplamıştı. Zaten fazla bir eşyaları yoktu. Her ikisinin de en önemli servetleri hologram yansıtma özelliği olan cep bilgisayarlarıydı.
“Sende para var mı?” diye sordu Esra.
“Bende hiç para yok. Oso! Bize para lazım,” dedi Ali.
“Bende para olsa kendime fazladan depolama alanı satın alırdım,” dedi Oso.
Ali, Esra’ya dönerek, “Bu nasıl bir tedbirsizlik? Sen ablasın. Hiç mi paran yok?” dedi.
“Otuzunuza merdiven dayadınız ama akıl yaşınız hâlâ sekiz. Hadi bakalım bu gece nerede kalacaksınız?” dedi Oso.
“Serkan onlarda kalmam için ısrar etti ama kabul etmedim. Çünkü ablamı kesinlikle yalnız bırakmam,” dedi Ali.
“Yakında bir android garajı var. Orada kalabilirsiniz bu gece,” dedi Oso. Serbest çalışan androidlerin geceyi geçirdiği bu mekanları ticaret bakanlığı ücretsiz sağlıyordu. Son birkaç yılda androidlerin çoğu Türkiye’yi terk ettiğinden garajlarda kolaylıkla yer bulunuyordu.
Android garajına doğru yürürlerken Esra Kader Bankası’ndaki talihsizlik puanlarını satışa çıkardı ve bladerunner1982 isimli kullanıcı onları derhâl satın aldı. Esra puanları Bitcoin’e çevirdi ve yoldan geçen otonom taksiyi durdurdu.
Taksiye binerken, “Süpersin ablam benim,” dedi Ali.
“Kötü oldu bu,” dedi Oso. “O fare deliği gibi odalarda birkaç gün kalsaydınız belki aklınız başınıza gelirdi.”
“Hain danışman Oso! Şu anda o kadar mutluyum ki sana küfretmeyeceğim,” dedi Ali ve “Peki, acaba benim puanlar neden satılmadı?” diye sordu.
“Çünkü yaptığın işlemi cüzdanında onaylamadın.”
“Sinsi danışman Oso! Beni neden uyarmadın?”
“Çünkü ben sizlere elimden gelen her yardımı yapıyorum, ancak kimse benim ihtiyaçlarımla ilgilenmiyor,” dedi Oso.
“Kaç paraydı ki o istediğin bellek?” diye sordu Esra. Ali’nin meraklı gözlerle ona baktığını görünce, “Odada seni beklerken Canavarlar Diyarı görevini de halletti. Bence bunu hak etti,” dedi.