İtalyan asıllı Amerikalı fizikçi Enrico Fermi, Manhattan Projesi kapsamında çalıştığı Los Alamos Ulusal Laboratuvarı’ndaki meslektaşlarıyla uzaylılar hakkında sohbet ederken tarihe geçecek bir soru sordu: “Herkes Nerede?” Aslında oldukça basit bir soru olan bu cümle, Fermi Paradoksu’nun da temelini oluşturacaktı. Öyle ya, devasa bir evrende yaşamamıza rağmen ortalıkta kimseler yoktu. O günden beri bu paradoksa çok sayıda çözüm önerisi getirildi. Bunlardan biri de herkesin dinlediği ancak hiç kimsenin yayın yapmadığı varsayımından hareket eden SETI Paradoksu Hipotezi‘ydi.
Genellikle uzayda radyo sinyallerini (veya diğer fark edilebilir tekno-işaretleri) taramayı ve dinlemeyi içeren Pasif SETI, bugüne kadar yapılan SETI uygulamalarının büyük çoğunluğunu oluşturuyor. Bu uygulamalar, Nikola Tesla’nın 1899’da Colorado Springs Laboratuvarı’nda gerçekleştirdiği ve muhtemelen dünya dışı zeki yaşam arayışında bir ilk olan radyo araştırmasını da içeriyor. Bu deneyde Tesla, Mars’ın batmasıyla kesilen bir radyo sinyali yüzünden dünya dışı yaşam sinyali keşfettiğine inanmıştı, ancak yapılan ileri analizler sonuçsuz kaldı. Buna gerekçe olarak komşu deney istasyonları, sonuçların yanlış okunması ve Jüpiter’in uydusu Io’nun arka plan gürültüsü gibi olasılıklar öne sürüldü. 1960’ta gerçekleştirilen ilk modern SETI deneyi de doğası gereği pasifti. Bu, Batı Virginia’daki Green Bank Gözlemevi’nde bulunan 26 metrelik bir radyo teleskobunu kullanan ve Cornell astronomu Frank Drake’in liderliğinde gerçekleştirilen OZMA Projesi‘ydi. Proje, yakındaki Tau Ceti ve Epsilon Eridani yıldızlarını radyo sinyalleri için taradı.
Aslına bakarsak, METI’nin SETI’den ayrı bir kavram olarak kabul edilmesi nispeten yeni bir gelişmedir. Rus bilim insanı Alexander Zaitsev, METI terimini aynı adı taşıyan 2006 tarihli bir makalesinde türetmiştir.
“SETI bilimi, uzaylılardan gelen mesajları aramayla ilgilenir. METI bilimi ise uzaylılara mesaj oluşturmakla. Dolayısıyla SETI ve METI savunucularının oldukça farklı bakış açıları vardır. Aktif SETI’ye kıyasla, METI daha küreseldir ve amacı da Evren’deki Büyük Sessizliği aşmak ve uzaylı komşularımıza beklenen müjdeyi vererek, ‘Yalnız değilsiniz!’ duyurusu yapmaktır.”
İlk mesaj gönderme girişimi, 1962’de Kırım’daki Evpatoria Gezegen Radarı (EPR) merkezinden Venüs’e yöneltildi. Mors kodu ile gönderilen bu radyo iletisi, Mors Mesajı olarak da tarihe geçti. 1974’te, en güçlü (ve en ünlü) yayın Porto Riko’daki Arecibo Gözlemevi’nden uzaya gönderildi. Arecibo Mesajı olarak adlandırılan bu mesaj, ikili kodda 73 satıra (satır başına 23 karakter) düzenlenmiş 1679 bitlik bir iletim içeriyordu. Mesaj, Arecibo Teleskobu’nun basit resimlerini, Güneş Sistemi’ni, DNA’yı, bir insanın sade figürünü ve yaşamsal bazı biyokimyasalları içeriyordu. Mesaj, Dünya’dan yaklaşık 21.000 ışık yılı uzaklıkta, Samanyolu Galaksisi’nin kenarında bulunan yıldız kümesi M13‘e yönlendirilmişti.
1999 ve 2003 yılları arasında, Evpatoria Gezegen Radarı (EPR) merkezinden çeşitli yakın yıldızlara üç iletim (Cosmic Call 1, Teen Age Message ve Cosmic Call 2) yapıldı. Cosmic Call’lar alfabeyi, sayıları, periyodik tabloyu ve bilimsel kavramları belirten kodlardan oluşurken, Teen Age Message ise kolay anlaşılır bir sinyal, Theremin müziğinde kodlanmış analog bir mesaj ve dijital veriler (resimler ve metin) içeriyordu. 2008’de NASA, Beatles’ın “Across the Universe” şarkısını, Derin Uzay Ağı’nın (DSN) Madrid Uzay İletişim Kompleksi’ndeki 70 metrelik çanağını kullanarak Polaris yıldızına doğru gönderdi. Yayın, şarkının yaratılmasının 40. yıl dönümünü, DSN’in 45. yıl dönümünü ve NASA’nın da 50. yıl dönümünü kutluyordu.
2012’de, yani Wow! Sinyali‘nin 35. yıl dönümünde, Arecibo Gözlemevi’nden bir cevap iletildi. “Wow! Cevabı” olarak bilinen bu mesaj, ünlülerden gelen 10.000’den fazla Twitter mesajını ve videosunu içeriyordu. 2016’da, “Basit bir Mesaja Basit Bir Yanıt” (ASREM) adlı radyo mesajı, ESA’nın Cebreros İstasyonu (DSA2) tarafından Polaris’e doğru iletildi. Bu mesaj, “Şu anki çevresel etkileşimlerimiz geleceği nasıl şekillendirecek?” sorusuna dünya çapında 3775 yanıtı ve Dünya’nın bir dizi resmini barındırıyordu.
2016 yılında, İsrailli-Rus milyarder Yuri Milner, evrende yaşamın temel sorularını araştırmaya adanmış kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Breakthrough Initiatives‘ın kurulduğunu duyurdu. Bilim programlarından bir tanesi de insanlık ile uzaylı zekâsı arasında nasıl iletişim kurulabileceği hakkında bir tartışmayı teşvik etmeyi amaçlayan Breakthrough Message adlı uluslararası bir yarışmaydı. Şu an için bilim insanları ve dünya liderleri arasında etik ve felsefi konular hakkında geniş kapsamlı bir tartışma olmadıkça mesaj gönderme planları bulunmuyor. Ancak Breakthrough Initiatives, bu konuların uzun süre tartışılması hâlinde durumun değişebileceğini ima ediyor.
Şu ana kadar tüm METI (yani aktif-SETI) denemeleri, geleneksel (veya pasif) SETI çabalarına kıyasla oldukça mütevazı oldu. Zaitsev’in özetlediği gibi:
“[…] medeniyetimiz gerçekten de iletişim aşamasında ve SETI faaliyetleri yürütüyor. Ne var ki, METI/SETI oranımız yüzde birin altında: Bu veriler, Jill Tarter’ın SETI-2020 adlı çalışmasında yayımlanan bir derlemenin incelemesinden geliyor (Tarter 2003). Bu çalışma, ilk OZMA Projesi’nden başlayarak günümüze kadar 100 tane irili ufaklı SETI programını listeliyor. Toplam dinleme süresi birkaç yıl olmasına rağmen toplam iletim süresi sadece 37 saat (Zaitsev 2006). METI-fobisini de hesaba katarsak, bu durum araştırmacıların tutumunu karakterize ediyor.”
Kısacası, insanlığın varlığını evrene duyurmanın ciddi sonuçları olabileceği korkusu nedeniyle METI çabaları büyük ölçüde sınırlı kalmışa benziyor. Dikkate değer METI eleştirmenleri arasında Stephen Hawking ile ünlü bilim insanı ve yazar David Brin de bulunuyor. Brin, “Evrene Bağırmalı mıyız?” başlıklı 2006 tarihli makalesinde, birçok tanınmış bilim insanının METI’ye karşı çıktığını ifade ediyor:
“Hiç şüphe yok ki METI, dış uzaydan pasif şekilde sinyal toplamaktan çok farklı bir şeydir. En büyük SETI destekçilerinden biri olan Carl Sagan bile böyle bir hamlenin yanlış olduğu fikrindeydi. 1974 yılında Andromeda Galaksisi’ne ünlü Arecibo Mesajı’nı gönderen Frank Drake de Aktif SETI’yi en iyi ihtimalle zaman kaybı olarak nitelendirdi. SETI öncüsü Philip Morrison ile birlikte Sagan, yabancı ve belirsiz bir evrende gözünü açan çocukların, bilinmeyen bir ormanda bağırıp durmadan önce uzunca bir süre evreni sessizce dinlemesi gerektiğini belirtti.”
Aslında bu düşünce tarzının makul gerekçeler üzerine oturduğunu anlamak zor değil. Zira uzayda bizleri nelerin beklediğini kestirmek çok zor. Karanlık Orman Hipotezi‘nin de belirttiği gibi, karanlık bir ormanda yapmanız gereken en doğru şey bir köşeye sinip sessizce beklemek olacaktır. Eğer bunu yapmaz ve avazınız çıktığı kadar bağırırsanız başınıza iki şey gelecektir: Ya şansınız yaver gidecek ve iyi niyetli birileri sizi duyup gelecektir ya da varlığınızdan haberdar olan tüm yırtıcı canlılar başınıza üşüşecektir. Ayrıca, olası tüm dünya dışı zeki canlıların dost olduğunu varsaymak fazla iyimser bir yaklaşım.
Diğer yandan Dr. Alexander Zaitsev, gelişmiş uzaylıların böylesi bir uzayda ürkek davranabileceğini ileri sürdü. Bu da onların (şimdiye kadar) Dünya’ya işaretler veya mesajlar göndermedeki başarısızlığını açıklıyordu. Ancak Zaitsev, en genç ve en cahil teknolojik uygarlığın (yani insanlığın) kendi varlığını cesurca ilan etmek suretiyle bu evrensel ürkekliği yenmekle yükümlü olduğunu düşünüyordu. Ancak David Brin bu fikre karşıydı:
“Eğer uzaylılar o kadar gelişmiş ve özgeci ise… ve yine de sessiz kalmayı tercih ediyorlarsa… onları örnek almamız ve aynısını yapmayı düşünmemiz gerekmez mi? En azından bir süre için. Sessizliklerinin sebebi, bizim bilmediğimiz bir şeyi bilmeleri olamaz mı?”
Karanlık Orman Hipotezi’ne göre medeniyetler özünde iyicil ya da kötücül olabilir. Kötü olanlar toprak, kaynak, fetih gibi gerekçelerle diğerlerine saldırmaya eğilim gösterebilir. Buna karşılık, iyi niyetli medeniyetler ise tehdit algılamadıkça başkalarına saldırmaya meyilli değildir. Ne yazık ki, yıldızlararası iletişimin getirdiği zaman gecikmesi açık bir iletişimin kurulmasını engelliyor. Diğer türlerin niyetleri ölçülemeyeceği için, her iki tarafın da en önce saldırmanın akıllıca olup olmayacağını düşünmesi gereken bir “şüphe zinciri” ortaya çıkıyorr, ta ki taraflardan biri sonunda bunu yapana kadar…
Diğer varsayım ise teknolojik gelişimi içeriyor -ki insanlık tarihini baz alırsak- ve bu doğası gereği üstel bir şekilde ilerliyor. En yakın yıldızlara bile ulaşmanın ne kadar uzun sürdüğü göz önüne alındığında, herhangi bir ürkek medeniyetin başka bir türe saldırmak için filo göndermenin boşuna olacağı sonucuna varması muhtemel. Saldırganın teknolojisi varıncaya kadar hiçbir şekilde gelişmemiş olacak, saldırılan tarafın teknolojik düzeyi ise zaman geçtikçe ilerleyecektir. Bu koşullar altında, çoğu dünya dışı zekânın (evrende yalnız olup olmadıklarını düşünenler de dâhil olmak üzere) başkalarını aktif olarak aramak ve varlıklarını evrene duyurmak yerine “pasif SETI” yaklaşımını benimsemeyi tercih edeceğini varsaymak tamamen makuldür. Gerçekten de çoğu gelişmiş medeniyet bu sonuca vardıysa, o zaman “Büyük Sessizlik” tamamen anlaşılabilir olacaktır.
Fermi Paradoksu’na önerilen birçok çözüm gibi, bu hipotez de uzaylı medeniyetlerin davranışlarının benzer olduğunu varsayıyor. Karanlık Orman ve Hayvanat Bahçesi Hipotezleri’nde olduğu gibi, “Büyük Sessizlik“in bozulması için tek bir medeniyetin konuşması yeterli. Ve insanlığın yıldızlararası mesajlar gönderme deneyimleri göz önüne alındığında, tüm medeniyetlerin “radyo sessizliği” stratejisini uygulayabileceğine inanmak zor.
Ayrıca herhangi bir medeniyetin eğer Dünya’dan bir sinyal alırsa (Carl Sagan’ın Contact romanında anlattığı gibi), ona yanıt vermek isteyeceği varsayılabilir. METI’nin başkanı Douglas Vakoch, pasif SETI’nin zaten aktif SETI’yi desteklediğini savunuyor. Ne yazık ki, üstünde çalışılacak hiçbir sinyalimizin olmaması ve “Büyük Sessizlik“in gerçek mi yoksa algılanan bir durum mu olduğunu bile bilemememiz, şu anda herhangi bir sonuca varamayacağımız anlamına geliyor.
Her şeye rağmen, uzaylı medeniyetlerden sinyal almamamızın nedeni gerçekten de varlıklarını duyurmak istememeleri olabilir. Sonuçta kimse ucunda yok olma tehlikesi bulunan bir maceraya balıklama atlamak istemez.
Kaynak: Universe Today