Bir önceki yazımızda bilimkurgu sinemasının en iyi devam filmlerini listelemiş ve listenin başına hiç de sürpriz olmayan bir filmi, Terminator 2: Judgment Day’i yerleştirmiştik. Sürpriz değildi çünkü T2, bir devam filminin orijinalinden daha başarılı olup daha çok sevilmesinin pek nadir görülen bir örneği. Dahası filmimiz, James Cameron’ın 1984 yılında, henüz otuz yaşındayken yarattığı, toplamda altı film ve bir televizyon dizisinden müteşekkil (The Terminator – 1984, Terminator 2: Judgment Day – 1991, Terminator 3: Rise of the Machines – 2003, Terminator Salvation – 2009, Terminator Genisys – 2015, Terminator: Dark Fate – 2019 ve Terminator: The Sarah Connor Chronicles – 2008-2009) kurgusal Terminator evreninin de gözdesi.
Elbette bu az rastlanır başarının ardında yatan pek çok neden var. İlk neden hiç kuşkusuz filmin Cameron’ın elinden çıkması. Gelin diğer nedenlere şöyle bir bakıp Cameron ve Terminator 2: Judgment Day’e bir kez daha hayran olalım.
Çığır Açan CGI Kullanımı
Bilimkurgu hayranları olarak yakın zamanda Interstellar, Dune Part I/II, Edge of Tomorrow ve Star Wars devam filmleri gibi yapımlarda ağzımızı açık bırakan muhteşem CGI kullanımları ve pek çok olağanüstü özel efektle karşılaştık. Ancak bilimkurgu sinemasında en başarılı CGI kullanımı konusunda kısa bir araştırma yaptığımızda karşımıza hâlâ 1991 yapımı T2 çıkıyor. T2’nin CGI’ı bugünün standartlarına göre bile hâlâ çok iyi durumda. Doksanlı yılların başındaysa böyle bir teknoloji kesinlikle çığır açıcı cinstendi. Hatta belki de o dönemin bilimkurgu izleyicisi için büyü gibi bir şeydi.
Terminator 2: Judgment Day’de en göz alıcı CGI kullanımıyla Robert Patrick’in hayat verdiği T-1000’in tasarımında karşılaşırız. T-1000 hemen her sahnede eriyip sıvı metale dönüşen, oradan buradan, daracık yerlerden su gibi akarak süzülebilen, istediği herhangi bir şeyin şeklini alabilen ve hatta ikiye bölünen kafasını yeniden bir araya getirebilen müthiş bir robot suikastçıdır. Film teknolojisinde büyük bir ilerlemenin kaydedildiği günümüzde bize çok basitmiş gibi görünen bütün bu dijital efektler, doksanlı yılların başında yapımı hayli zor olan, yüzlerce insanın yoğun çabası ve muazzam miktarda parayla mümkün kılınabilen şeylerdi. Cameron’ın T-1000’i kafasının içindeki mükemmel forma kavuşturabilmek için uzunca bir süre beklediğini, filmden önce çok sayıda pratik efekt çalışması yaptığını, hatta kullanmak istediği CGI teknolojisini önce The Abyss (1989) filminde denediğini biliyoruz. Bütün bu özenli çalışmanın sonucu da sinema tarihine kendi zamanı için çığır açıcı ve bugün hâlâ etkileyici olabilen bir film bırakmak oluyor.
John Connor’ın Karakter Gelişimi
Terminator evreninin ilk filmi olan 1984 yapımı Terminator’da Sarah Connor karakteri özelinde güzel bir karakter gelişimi seyretmiştik. Filmin başında sıradan bir garson olan Sarah, film boyunca hem bedensel hem de zihinsel anlamda muazzam bir değişim geçirmiş, finale gelindiğinde (Kyle Reese’in yardımıyla) peşindeki süper güçlü T-800’ü yok edebilecek kadar güçlü bir savaşçıya dönüşmüştü. İlk filmle epey benzer bir hikâyeye sahip olan T2’de de aynı dönüşümü Sarah’nın “babasız” oğlu, geleceğin kurtarıcısı, adeta bir ergen mesih olan John Connor üzerinden izledik. Devam filminde John, hayli ürkek olmasına rağmen itlik ve serserilikten de vazgeçemeyen klasik bir ergenden başkalarını kurtarmak için hayatını riske atabilen hisli, genç bir kahramana dönüşür. Bir baba modelinden yoksun büyüdüğünden yaşama ve insanlara karşı mesafeli olan John’un, dost canlısı T-800’le kurduğu baba-oğul ilişkisinin her anı görülmeye değerdir. Bu ilişkide T-800 John’u dönüştürürken John da aynısını T-800 için yapar.
John, T-800’e doğruyla yanlışı, toplum içinde nasıl davranması, nasıl konuşup gülmesi gerektiğini öğretirken bir bakıma kendi babasını da “yaratır.” Aynı zamanda kendisi de T-800’le birlikte insan olmanın gerekliliklerini yeni baştan öğrenir. Bunun en güzel örneklerinden biri, T-800 John’un canını sıkan iki adamı döverken John’un bunu komik bulup epey bir eğlenmesi ama T-800 adamları öldürmeye kalkınca panikleyip onu durdurmaya çalışmasıdır. T2’nin ikonik kapanış sahnesine gelindiğinde John artık onunla ilk kez karşılaştığımız hâlinden epey farklıdır. Bu bağlamda T2, bize müthiş bir bilimkurgu/aksiyon deneyimi yaşatırken aynı ölçüde müthiş bir karakter dönüşümü de izletir.
Muhteşem Aksiyon Sekansları
1984 yapımı ilk Terminator filmindeki araba kovalamacalarından 2009 yapımı Terminator Salvation filmindeki uzun soluklu savaşa kadar, Terminator evrenindeki bütün filmler soluk kesen aksiyon sahnelerine sahiptir. Bu bir gerçek. Ama yine de bu koca evrenin en heyecan verici, en akılda kalıcı ve de en yaratıcı aksiyon sahneleri Terminator 2: Judgment Day’de yer alır. İkonik açılış sekansı, kamyonla kaçış, T-1000’in donup parçalanması, yine T-1000’in çalıntı polis helikopteriyle kahramanlarımızı kovalaması, Pescadero Devlet Hastanesi ve yakınında yaşanan silahlı çatışma gibi aksiyon sahnelerini unutmak mümkün değil.
Cameron’ın bu sahneleri çekmek için aylarca işini en iyi yapan insanlarla hazırlanması (söz gelimi o müthiş helikopter sahnesinde gerçekten de alt geçidin altından geçebilecek, Vietnam’da uçmuş bir savaş pilotu kullanması ve sırf bu sahneyi üç haftada çekmesi) ve de sahnelerin hemen hepsinin “gerçek” aksiyon sahneleri olması bugün bu filme hâlâ hayran olabilmemizi sağlayan çok özel detaylar.
T-800 Gibi Sevilesi Bir Android
Bilimkurgu sineması tarihi çok sevilen, aşırı derecede sempati duyulan, hatta çocukluğumuzdan beri bir tanesine sahip olma hayalleri kurduğumuz androidlerle dolu. Onlardan biri ve hiç şüphesiz en karizmatik olanı Arnold Schwarzenegger’ın (kelimenin tam anlamıyla) hayat verdiği T-800. Nihayetinde John’u korumak üzere programlanmış bir makine olan ve hiçbir insani duygu taşımayan T-800, John sayesinde “insan olmayı” kısmen de olsa öğrenen çok sevilesi bir robot.
İlk filmde kötü niyetli bir yok edici olan, yalnızca diğer insanlardan duyduğu cümleleri tekrarlayan T-800, Terminator 2: Judgment Day’de bambaşka biri olarak karşımıza çıkar. Zaman içinde insani duyguları anlamayı, insanlarla çalışmayı, doğruyla yanlışı birbirinden ayırt etmeyi ve insanlara diğer Terminator’lardan daha nazik davranmayı öğrenir. Fakat bunu yaparken R2-D2 ya da C-3PO gibi sevimli ya da masum bir robota da dönüşmez. T-800 (o korkunç gülümseme denemesini yaparken bile) karizmasını korur. T-800 sevilesi bir karakter olurken yok edici robot karizmasını yitirmeyerek mükemmel bir robotik karakter sergiler. Terminator evreninin başka hiçbir robotik karakteri – ara sıra birkaçı ona yaklaşsa bile – bu muhteşem dengeyi yakalayamamıştır. Seni seviyoruz i’ll be back reis.
Sarah Connor’ın Muhteşem Bir Aksiyon Kahramanı Oluşu
Daha önce belirttiğimiz gibi, ilk Terminator filminin kahramanı Sarah Connor, film boyunca iyi bir karakter gelişimi gösterip ürkek bir kurbandan esaslı bir dövüşçüye dönüşmüştü. Fakat Sarah Connor’ın gerçek bir aksiyon yıldızına dönüşünü asıl T2’de izleriz. Terminator 2: Judgment Day’de Sarah, hikâyenin esas kahramanı olma işini oğlu John’a devretmiş olsa da ateşli silahlar ve patlayıcıları bir profesyonel gibi kullanmasından çelik gibi sinirlere sahip olmasına, kişisel çabasıyla bedenini bir savaş aygıtına dönüştürmesinden zorluklarla kazanılmış savaş deneyimine kadar filmin en göz alıcı aksiyon yıldızıdır.
Sarah Connor T2’de Terminator evreninin çok önemli bir figürüne dönüşmekle kalmamış, adını bilimkurgu sinemasının en sevilen kadın kahramanları olan Ellen Ripley ve Prenses Leia gibi ikonik isimlerin yanına da yazdırmıştır. Acımasız bir dünyada bir annenin oğlunu korumak için neler yapabileceğinin de en iyi örneğidir Sarah. O bir anne, bir sevgili ve aynı zamanda bir savaş makinesidir. Bir kadının bütün bunları aynı anda yapabileceğinin de en güzel örneklerindendir.
Hikâye Çemberini Kapatmış Olması
Yüz tane Terminator hayranına sorsanız yüzü de size serinin ilk iki filminin bütün hikâyeyi anlatıp bitirmiş olduğunu söyleyecektir. Terminator Salvation da gelecekteki savaşı daha ayrıntılı bir biçimde anlatmak için yapılmış eğlenceli bir “yan ürün” olarak kabul edilebilir. Fakat diğer Terminator filmleri, tamamen “duygusal” sebeplerle yapılmış ve ilk iki filmin kurduğu olay örgüsünü bozmaya yeltenmiştir.
1984 yılında açılan hikâye çemberi, 1991 yılında gelen Terminator 2: Judgment Day’le birlikte son derece başarılı bir biçimde kapatılmıştı. İlk filmde akıllara takılan zaman yolculuğuna dair paradoksal sorunlar, ikinci filmde büyük ölçüde çözüme kavuşturulmuş, Terminator’lardan hiç iz kalmamış ve insanlık (çok sevilen bir robotun kaybıyla bedel ödeyerek) makinelerin zulmünden sonsuza dek kurtulmuştu. Bu sebeple Terminator evrenini sevenlerin çoğu için Terminator 2: Judgment Day, evrenden ayrılmak için en iyi yer olarak görülür. Zirvede bırakmak da diyebiliriz.
Şok Edici Bir Kıyamet Günü Tasviri
İlk Terminator filminde gelecekten günümüze gelen iki kişiden biri olan Kyle Reese, Skynet’in insanlığı nükleer füzelerle bombaladığından ve Terminator’ların yönetimi tamamen ele geçirdiğinden bahsederek akıllarda şok edici bir Kıyamet Günü tasviri yaratmıştı. İnsanlık adına savaşan Kyle’ın korkunç uyarısı, Terminator 2: Judgment Day’de Sarah’nın yaklaşan kıyamete dair gördüğü kabusla daha gerçekçi bir hâle gelip unutulmamak üzere akıllara kazındı.
Sarah, 29 Ağustos 1997’de Kıyamet Günü’nün yaşanacağını ve uygarlığın yok olacağını bilmektedir; o günü rüyasında görmüştür. Tel örgülere tutunmuş nükleer patlamayı izlerken önce bir iskelete, ardından da küle dönen insanın görüntüsü, T2’nin en şok edici, bu yüzden de en akılda kalıcı anı olabilir. O yıllarda ABD’de hat safhaya ulaşmış nükleer korkusunu da düşünürsek filmin zamanının izleyicisi üzerinde bıraktığı şok edici etkiyi hayal edebiliriz. Neyse ki Cameron’ın çizdiği korkunç resim hiçbir zaman gerçeğe dönüşmedi ama aynı korkunç resim, T2’yi unutulmaz bir film hâline getirdi.
Robert Patrick’in Muhteşem Oyunculuk Performansı
Evet, insansı robot rolünde Arnold Schwarzenegger’i fazlasıyla seviyoruz. Onun karizmatik ve de devasa katil robot rolü hepimizi büyülüyor. Ancak gelecekten gelmiş bir ölüm makinesini canlandırmanın bundan başka yolları da var. Robert Patrick’in canlandırdığı T-1000, ölümüne korku ve nefret uyandırsa da izlemekten müthiş keyif alınan bir villain. T-1000, soğuk ve delici bakışlara ve tehditkâr diyaloglara sahip olan, ne pahasına olursa olsun yolundan dönmeyen; kararlı, becerikli, müthiş güçlü ve duygusuz bir suikastçı olarak tepeden tırnağa kötü bir “adam.”
Terminator 2: Judgment Day’de Robert Patrick’in sergilediği müthiş performans, bizi T-1000’in gerçekten de buz gibi kötü olduğuna ve her şeyi yapabileceğine hemen ikna eder. Patrick, bir ölüm makinesine hayat vermek için Arnold kadar güçlü bir fiziğe sahip olmasa da bir robotu canlandırmak için mükemmel bir yüze, buz gibi bakışlara ve çok güçlü bir sese sahiptir. Silahını ateşlerken bir an bile gözünü kırpmayışı (ki bunun için uzun süre atış eğitimi almıştır), onun rolü ne denli ciddiye almış olduğunun bir göstergesidir. Eğlenceli bir bilgi daha verelim: T-1000 rolü için Patrick’ten önce heavy metal grubu W.A.S.P.’ın vokalisti Blackie Lawless düşünülmüş fakat Blackie Arnold’dan daha heybetli olduğu için rol Patrick’e nasip olmuştur. Bu da bize boyun değil işlevin önemli olduğunu bir kez daha ispatlamaktadır.
Terminator’ın İyisini de Kötüsünü de Göstermesi
1984’teki Terminator filminde yalnızca bir robot vardı ve o da bir kötü “adamdı.” Terminator 2: Judgment Day bize robotun da iyisinin olabileceğini göstererek evrende hoş bir değişiklik yaptı. İlk filmde zavallı Sarah Connor, amansız bir yok ediciyle uğraşmıştı. Oğlu John ise şanslıydı çünkü annesinin hayatını kabusa çeviren T-800 ikinci filmde “biraz adam ol” koduyla yeniden programlanmış ve “kurtarılmış” bir Terminator hâline gelmişti. Başta “adam olmaya” hemen uyum sağlayamadığı için hâliyle soğuk ve tuhaf biri olan, bu hâlleriyle John’u da korkutan T-800, John’un iyiliği için her şeyi yapabilecek bir dost, hatta bir baba gibiydi.
T-800’ün iyi Terminator olması, aslında filmin sürprizlerinden biridir ve o zaman yayımlanan film fragmanları bazı sinemaseverler için bu hoş sürprizi bozmuştur. Ancak geri kalan herkes için ilk filmin katil robotunun bir kahramana dönüştüğünü görmenin şok edici ve çok heyecan verici bir gelişme olduğu kesindir.
Terminator Evrenindeki En İyi Mizaha Sahip Olması
Bir Hollywood geleneğidir; en sert aksiyon filmlerinde bile izleyicinin tek satırlık esprilerle de olsa ufak mizah molalarıyla rahatlaması sağlanır. Bu espriler bilhassa kahraman en tehlikeli durumların tam ortasındayken patlatılır. İlk Terminator filmi mizahi anlamda oldukça zayıftır. Bu anlamda, çoğumuzun aklında ilk filmden unutulmaz anlar ya da replikler yoktur. Oysa Terminator 2: Judgment Day öyle midir? T2, ilk filmin soğuk ve sert çehresini, etkili ve dengeli bir mizahla yeniden şekillendirmiştir.
Terminator 2: Judgment Day, silinen sahneleri de dâhil olmak üzere, hikâyenin sürükleyiciliğine ve filmin tekinsiz atmosferine hiç zarar vermeden izleyicisini bir hayli kıkırdatmıştır. John’un T-800’e gülümseme alıştırması yaptırmaya çalışmasını ve fakat T-800’ün bunu asla beceremeyişini unutmak mümkün mü? Ya da anadan üryan hâlde bara girdiği ve bardaki erkekleri bunalıma sokup kadınların içini bir hoş ettiği anlar? Sonra George Thorogood & The Destroyers’ın “Bad to the Bone” şarkısı çalarken bardan çıkışı… Bütün bunlar pek çoğumuz için filmi defalarca seyretsek bile her seferinde çok eğlenceli bulacağımız unutulmaz sinema anları…
Terminator 2: Judgment Day, ilk gösteriminin üzerinden 33 yıl geçmiş olmasına rağmen bugün hâlâ en sevilen bilimkurgu filmlerinden biri olmayı sürdürüyor. İncelikle kurulmuş bilimkurgusu hiç şüphesiz kendi dönemi için hem çığır hem de kafa açıcıydı. O günlere kıyasla bilim ve teknoloji (son on yılda bile) muazzam bir gelişim gösterdi. Buna paralel olarak film teknolojisi de doksanlı yılların başında hayal bile edilemeyecek düzeye geldi. Yapay zekâ artık senaryo yazıyor, kendi karakterlerini yaratıp kendi filmlerini yapabiliyor. Teknolojik gelişmeler, bilimkurgu yönetmenlerine müthiş imkânlar sağlıyor. Fakat bütün bu tarihsel avantajlara rağmen Terminator 2: Judgment Day hâlâ yeri doldurulamaz, muhteşem bir film olmayı sürdürüyor. Bıraktığı etki hiç değişmiyor.
Sanıyoruz ki 66 yıl geçse bile Brad Fiedel’in o unutulmaz tema müziğini duyduğumuz an yine tüylerimiz diken diken olacak. Bu, büyü gibi bir şey.
Yararlanılan Kaynak: