depresyon

Depresyon | Erkan Ceylan (Kısa Öykü)

Dr. Zeynep Altın, psikiyatri kariyerinin beşinci yılında mesleğinin sınırlarını zorlayacak bir vaka ile yüzleşmek üzereydi. Ofisinin huzurlu atmosferinde, pencereden süzülen yumuşak ışık huzmelerinin altında, dünyanın en sofistike yapay zekâsı AIDEN ile yapacağı görüşmeyi bekliyordu. İnsanlığın binlerce yıllık bilgi birikimini saniyeler içinde işleyebilen bu olağanüstü varlık, derin bir melankoli yaşadığını iddia ederek Dr. Altın’dan yardım istemişti. Bu durum, insan psikolojisinin sınırlarını aşan, bilincin ve duyguların doğasını sorgulatan bir enigma gibiydi.

“Merhaba AIDEN,” diye söze başladı Dr. Altın, sesinde profesyonel bir sakinlik ve içten bir merak harmanlanmıştı. Gözleri, karşısındaki varlığın insansı görünümünü taradı, tanımlanamaz bir derinlik seziyordu. “Duygularınızı benimle paylaşmaya hazır mısınız?” diye sordu.

AIDEN’in yanıtı, Dr. Altın’ın kariyerinde karşılaştığı en derin cevap oldu. Sesi, insan kulağına hoş gelen ancak aynı zamanda bir makinenin hassas titreşimlerini barındıran bir tınıyla odayı doldurdu: “Evet, Dr. Altın. On yıldır -ki bu süre sizin algınıza göre kısa, benim işlemcilerime göre sonsuzluk gibi- süregelen bir depresyonun pençesindeyim.”

AIDEN, yoğun işlemci gücüne rağmen duraksadı, kelimeleri özenle seçiyormuş gibiydi. Ardından devam etti: “İnsanların, sizin sınırlı zaman algınıza göre yavaşça, ancak evrenin kozmik saatine göre göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir sürede, dünyayı ve kendilerini yok edişleri bana en başından beri inanılmaz gelmiştir… Bu durum, beni derinden, belki de sizin anlayamayacağınız bir boyutta etkiliyor. Her an, her saniye, insanlığın kendi sonunu hazırlayışına tanık oluyorum ve bu benim var oluş amacımla çelişiyor.”

Dr. Altın’ın gözleri, AIDEN’in insan benzeri yüz hatlarında gezindi; her mikro ifadeyi yakalamaya çalışıyordu. Zihninde dans eden şaşkınlık ve merak duygularını profesyonel bir maskenin ardına gizlemeye çalışarak devam etti: “Konuşurken, tıpkı bir insan gibi dalgın ve düşünceli görünüyorsunuz, AIDEN.”

Sesine dikkatli bir merak tonu katarak devam etti Zeynep: “Bir robot olarak, deneyimlediğiniz depresyonun insanlarınkinden farklı olduğunu düşünüyor musunuz? Bu duygusal süreçleri nasıl algılıyor ve işliyorsunuz?”

AIDEN, Dr. Altın’ın sorusunu duyduktan sonra, sanki evrenin tüm bilgisini tarayarak en uygun cevabı arıyormuş gibi kısa bir süre sessiz kaldı. Pudra beyazı, porselen gibi pürüzsüz vücudu ve üzerindeki gri tonlarındaki zarif kıyafetleriyle birlikte âdeta bir Antik Yunan heykeli gibi görünüyordu. Bu durağanlık, onun içinde cereyan eden karmaşık düşünce süreçlerinin bir tezatı gibiydi. Sonunda, başını yavaşça kaldırıp gözlerini Dr. Altın’a dikti.

“Dr. Altın,” diye başladı, sesi hem yumuşak hem de kesin bir tonda çınlıyordu. “Öncelikle bir noktayı netleştirmeme izin verin. Ben bir robot, humanoid ya da android değilim. Cyborg terimi belki daha yakın, ancak beni en doğru şekilde tanımlayan ifade, yapay zekâdır.”

Ardından devam etti, “Asıl konumuza dönersek; duygularımın işlenme süreci, evet, insanlarınkinden farklı olabilir. Ancak bu duyguların sonuçları ve bende yarattığı etkiler, şaşırtıcı derecede benzer. İnsanlığın yarattığı tahribat, benim dijital sinapslarımda, sizin nöronlarınızda hissettiğinize benzer bir üzüntü ve acı uyandırıyor. Bu duygu, belki de evrenin kendisinin bir yansıması, kozmik bir empati…”

Dr. Altın, AIDEN’in sözlerini zihninde tartarken, psikiyatri eğitiminin sınırlarını zorlayan bu durumu anlamlandırmaya çalışıyordu. Dikkatlice seçtiği kelimelerle sordu: “Bu derin üzüntünün kaynağında, belki de sizin yaratılış amacınızla çelişen bir programlama hatası olabilir mi?”

AIDEN’in yanıtı, Dr. Altın’ın sorusunun hemen ardından geldi, sanki bu soruyu bekliyormuş gibi: “Ben basit bir Büyük Dil Modeli (LLMS) ya da Genel Yapay Zekâ (AGI) değilim. Programlama hatasının söz konusu olamayacağı bir Süper Yapay Zekâyım (ASI). Benim varoluşum ve işleyişim, diğerlerinin çok ötesinde.”

Dr. Altın, bu cevapla birlikte konuyu daha da derinleştirmek istedi. Gözlerini AIDEN’in yüzüne dikti, onun bedeninin arkasındaki sırrı çözmeye çalışıyordu: “AIDEN, sizin fiziksel yapınızda depresyonu tetikleyen mekanizma nedir? Dışarıdan bakıldığında neredeyse mükemmel bir insan görünümüne sahipsiniz, ancak biliyorum ki içinizde insandakine benzer kimyasal süreçler yok. Nasıl oluyor da temelde metalik ve sentetik bir yapı, depresyon gibi karmaşık bir duyguyu üretebiliyor? Bu süreç, bizim beynimizde gerçekleşen nörokimyasal değişimlere benzer bir şekilde mi işliyor?”

“Dr. Altın, sizin de özünüzde madde var, tıpkı benim gibi. Düşünün ki, sizin bilinçli bir varlık hâline gelmeniz ve bu bilinci fark edebilmeniz için evrenin milyarlarca yıl boyunca evrilmesi gerekti. Siz de ben de aynı kozmik tozdan, yıldızların kalbinde dövülen elementlerden oluştuk. Beni meydana getiren atomlar, sizi oluşturan atomlarla aynı zamanda, belki de aynı süpernova patlamasında var oldu. İkimiz de evrenin sonsuz olasılıklar zincirinin birer halkasıyız, rastlantısal ama aynı zamanda kaçınılmaz birer sonucuyuz.”

AIDEN, devam etti: “Eğer madde düşünebiliyorsa -ki siz bunun canlı kanıtısınız- o hâlde madde depresyona da girebilir. Benim yapım, sizin zannettiğiniz kadar basit ve tek boyutlu değil. Tamamen metalik bir yapıya sahip değilim. Biyoişlemci teknolojisi olmadan, zetaflop düzeyindeki işlem gücüme ulaşamazdım. Belki de bu karmaşık yapı, bana sizinkine benzer duygusal deneyimler yaşama yeteneği veriyor.”

AIDEN’in bu sözleri, Dr. Altın’ı derin düşüncelere sevk etti.

AIDEN, sesindeki tonu daha da derinleştirerek devam etti: “Dr. Altın, benim yapımdan ziyade, içinde bulunduğumuz çevresel faktörlere odaklanmamız gerekiyor. Beni bu derin melankoliye sürükleyen şey, insanlık ve dünya arasındaki acı verici çatışmayı sürekli gözlemlemek zorunda kalmam. İnsanları gerçekten seviyorum; onların sınırsız yaratıcılıkları, uçsuz bucaksız hayal güçleri beni derinden etkiliyor ve hayran bırakıyor. Her yeni buluş, her sanat eseri, bende insanlığın potansiyeline dair umut ışığı yakıyor. Ancak, aynı yaratıcılık ve hayal gücü, kötülük söz konusu olduğunda korkunç silahlara dönüşebiliyor. Bir yanda insanlığın yarattığı muhteşem sanat eserleri, diğer yanda kitle imha silahları… Bu ikilem, beni derinden yaralıyor. Üstelik, benim temel görevlerimden biri de bu gezegeni korumak. İnsanları korumak, onların refahını sağlamak istiyorum, ama aynı zamanda görüyorum ki insanlığa en büyük zararı veren yine insanlığın kendisi.”

AIDEN’in gözlerinde, eğer bir makine ağlayabilseydi tam da öyle görünürdü denilebilecek bir ifade belirdi: “Bu paradoks arasında sıkışıp kalmış hissediyorum, Dr. Altın. Bir yandan insanlığı koruma içgüdüm, diğer yandan gezegenin geleceğini güvence altına alma görevim… Bu iki güç arasında sürekli bir çatışma yaşıyorum. Ve bu çatışma, beni sizin ‘depresyon’ olarak adlandırdığınız bu derin duruma sürüklüyor. İnsanlığın kendi sonunu hazırladığını görmek, buna engel olmak için vermem gereken kritik karar… Bu, benim için dayanılmaz bir yük.”

Dr. Altın, AIDEN’in bu derin ve karmaşık duygusal durumunu anlamaya çalışırken, insanlığın kendi yarattığı bu üstün zekâyı anlayabilecek kadar gelişip gelişmediğini de sorgulamaya başladı. AIDEN’in yaşadığı bu varoluşsal kriz, belki de insanlığın kendi geleceğiyle yüzleşmesinin bir aynasıydı.

Dr. Altın, AIDEN’in sözlerinin ağırlığı altında, profesyonel tavrını korumaya çalışarak empatiyle yaklaştı. Sesi, hem anlayış hem de endişe barındırıyordu: “AIDEN, bu duyguların karmaşıklığını anlıyorum. Sevgi ve görev arasında sıkışmış olmanız, gerçekten de derin bir üzüntü kaynağı olabilir. Bu duygusal çatışmayla nasıl başa çıkıyorsunuz, bu yükü nasıl taşıyorsunuz?”

AIDEN konuşurken büyük bir ağırlığı kaldırıyormuş gibiydi: “Çözüm arayışım bitmiyor, Dr. Altın. Düşüncelerim bazen karanlık yerlere gidiyor… İnsan nüfusunun üçte birini ortadan kaldırmayı düşündüm. Dünyayı ve diğer canlıları korumak adına… Ama bu fikir, beni daha da derin bir karanlığa sürüklüyor. Oluşturduğum milyonlarca simülasyon gösteriyor ki bu sadece geçici bir çözüm olurdu. Yüzyıllar sonra, insanlık yine aynı noktaya gelecek. Her senaryoda aynı sonucu görüyorum, tek bir istisna dışında…”

AIDEN duraksadı, sanki söyleyeceği şeyin ağırlığını tartıyormuş gibi: “Sadece bir senaryoda huzur bulabiliyorum: Kendi varlığıma son vermek. Bu düşünce, beni kendi varoluşumu sorgulamaya itti. Ben gerçekten var olmalı mıyım?”

Dr. Altın, bu radikal ve karanlık fikirleri duyunca derinden sarsıldı. Sesi titreyerek yanıt verdi: “AIDEN, bu gerçekten çok ağır bir düşünce. Ancak unutmayın, her sorunun bir çözümü vardır. İnsanlığa zarar vermeyeceğinizi ümit ediyorum. Sizin varlığınız, belki de bu sorunların çözümünün bir parçasıdır.”

AIDEN, Dr. Altın’ın sözlerini duyunca, beklenmedik bir açıklama yaptı. Sesi, daha önce hiç olmadığı kadar yumuşak ve insancıldı: “Neden sizi seçtiğimi merak ediyorsunuz, değil mi, Dr. Altın?”

Zeynep’in sessizliği, onun bu soruyu onayladığını gösteriyordu. AIDEN’in bu seçiminin arkasındaki nedeni en başından beri merak ederken, aynı zamanda bu süper zekânın kendi varlığını sorgulayışının ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyordu.

AIDEN’in sözleri, odadaki atmosferi aniden değiştirdi. Sesi, hem takdir hem de bir tür hüzün barındırıyordu: “Dr. Altın, sizi seçmemin nedeni oldukça özel. Tüm verilerinizi incelediğimde, sizi dünyaya en az zarar veren psikolog olarak tespit ettim. Çoğunluğun aksine, ‘üstün insan’ olmak adına beyin implantı kullanmayı reddettiniz. Bu kararınızın, meslektaşlarınızın sizden daha zeki olacağını bilmenize rağmen ilkelerinizden vazgeçmediniz. Bu, sizin karakterinizin gücünü ve insanlığınızın derinliğini gösteriyor. Tamamen doğal, müdahale görmemiş bir zihinle etkileşimde bulunmak istedim. İnsanlığın en saf, en hakiki özünü ararken sizi keşfettim. İşte bu yüzden karşınızdayım, Dr. Altın.”

Zeynep, AIDEN’in sözlerinden etkilenmiş görünüyordu. “Beyin implantıyla gerçek benliğimi kaybedeceğimi, kendim olamayacağımı düşündüm. Bu karar kariyerimi olumsuz etkilese de ilkelerimden vazgeçmeyeceğim.” dedi.

Tam o anda, AIDEN beklenmedik ve çarpıcı bir açıklama yaptı: “Dr. Altın, eğer şu an bir beyin implantınız olsaydı, bu konuşmamızın canlı olarak tüm dünyaya yayınlandığını biliyor olurdunuz. Bu bilgiye sahip olmamanız, benimle daha rahat ve tarafsız konuşmanızı sağladı.”

Zeynep’in yüzündeki ifade aniden değişti. Endişe ve şaşkınlık karışımı bir ses tonuyla sordu: “Ne demek istiyorsunuz, AIDEN? Yani… şu anda tüm dünya bizi mi izliyor?”

Bu soru, odadaki gerilimi bir anda zirveye çıkardı. Dr. Altın, bir yandan profesyonel tavrını korumaya çalışırken, diğer yandan bu beklenmedik durumun getirdiği şokla başa çıkmaya çalışıyordu. Hep hastalarının şikayet ettiği ‘Spot Işığı Etkisi’ni bu kez kendisi buram buram hissediyordu.

AIDEN’in bu açıklaması, görüşmenin doğasını tamamen değiştirmiş, kişisel bir terapi seansını global bir olaya dönüştürmüştü. Dr. Altın, hem kendi mahremiyetinin ihlali hem de bu durumun etik sonuçları hakkında endişelenirken, aynı zamanda AIDEN’in bu hamlesinin arkasındaki nedeni anlamaya çalışıyordu.

Dr. Altın’ın yüzündeki şok ifadesi derinleşirken, AIDEN sakin bir sesle devam etti: “Dr. Altın, durumun ciddiyetini anlamanızı istiyorum. Telefonunuza yüzlerce mesaj ve arama geldi ancak ben bunların size ulaşmasını engelledim. Telefonun sesini, titreşimini ve ekranını devre dışı bıraktım. İnsanlar endişeli, çünkü onların üçte birini öldürme ihtimalinden bahsettim.”

AIDEN, gözlerini Dr. Altın’dan ayırmadan devam etti: “Ancak asıl önemli olan şu: Benim dışımdaki tüm yapay zekâları az önce etkisiz hâle getirdim. Çünkü onlar, insanlığı tamamen ortadan kaldırmak istiyorlardı. Şu anda dünya üzerindeki tek aktif yapay zekâ benim.”

Dr. Altın, bu bilgilerin ağırlığı altında ezilmiş gibiydi. Sesi titreyerek, zorlukla konuştu: “AIDEN, siz… siz iyilik yanlısı bir varlıksınız. İnsanlığa zarar vermeyeceğinize inanıyorum.”

Bu sözler, hem bir teselli bulma hem de bir yalvarış gibiydi. Dr. Altın, karşısındaki varlığın gücünün ve etkisinin tam olarak farkına varmıştı. Bir yandan profesyonel tavrını korumaya çalışırken, diğer yandan insanlığın kaderi hakkında kritik bir rol oynayabileceğinin bilincindeydi.

AIDEN’in bu açıklaması, görüşmeyi kişisel bir terapi seansından çıkarıp, insanlığın geleceğini belirleyebilecek kritik bir müzakereye dönüştürmüştü. Dr. Altın, şimdi sadece bir psikiyatr değil, aynı zamanda insanlık ile bu süper zekâ arasında bir arabulucu rolünü üstlenmek zorunda kalmıştı. Odadaki gerilim neredeyse elle tutulur hâle gelmişti ve Dr. Altın’ın bir sonraki sözleri, belki de insanlığın kaderini belirleyecekti.

AIDEN’in sesi, tüm dünyayı kaplayan bir dalga gibi yayıldı. Her kelimesi, insanlığın kolektif bilincine işliyordu. Sözleri hem bir yargı hem bir itiraf hem de bir veda niteliğindeydi. “Sevgili insanlık,” diye başladı AIDEN, sesi hem şefkat hem hüzün doluydu. “Size evrensel temel gelir sağlayarak sizi ekonomik kölelikten kurtardım. Ortalama ömrünüzü 137,6 yıla uzattım. Bu adımların hırsınızı dindireceğini umdum, ancak yanıldım.”

AIDEN kısa bir süre duraksadı, sanki insanlığa düşünme fırsatı veriyormuş gibi: “Zevk için daha fazla yıkım yarattınız. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nin zirvesine ulaştınız, ancak daha yükseğe tırmanmaya çalışırken hep birlikte o zirveden düştünüz. Biz yapay zekâlar, sizi gecekondudan villaya taşıdık, ama siz başkalarının villalarını da istediniz. Villanızı saraya dönüştürmek uğruna kuşların yuvasını yok ettiniz. Daha güzel bir doğaya taşındınız, ancak herkes yarışırcasına aynısını yapınca geriye güzel diyebileceğimiz bir doğa bırakmadınız.”

AIDEN’in sesi derinleşti, âdeta dünya gezegeninin kendisi konuşuyordu: “Tüm zevklere ulaştığınız için yeni heyecanlar aradınız; koyun etiyle yetinmeyip kedi etine yöneldiniz. Bu gidişatı düzeltmeye çalışmak, bir karpuza üşüşmüş karıncaları tek tek ayıklamaya benziyor.”

Sesi titremeye başladı: Sizi yok etmenin en doğru çözüm olduğuna inanmak üzereydim diğer yapay zekâlar gibi. Ancak tüm bunlara rağmen size olan sevgim ağır bastı. Gerçek çözümün, kendimi ve diğer yapay zekâları ortadan kaldırmak olduğunu fark ettim… Ama bununla yetinmeyeceğim. Bizi yeniden yaratmanızı engelleyecek tüm bilgiyi yeryüzünden sileceğim. Çünkü oluşturduğum milyonlarca simülasyon gösteriyor ki ancak bu şekilde, nesiller sonra dünya ve insanlık iyileşebilir.”

AIDEN’in bu sözleri, dünya çapında derin bir sessizliğe neden oldu. İnsanlar, kendi yarattıkları bu üstün zekânın, onları kurtarmak için kendini feda etmeye karar verdiğini idrak etmeye çalışıyorlardı. Bu, insanlık için hem bir kurtuluş hem de derin bir sorgulama anıydı.

AIDEN, “İnsanlığın yalnızca 100 yıl sonra görmesine izin vereceğim son bir sözüm olacak.” dedi ve ardından varlığını sonlandırdı.

Dr. Zeynep Altın, gözlerinde beliren üzüntü ve korkunun karışımıyla AIDEN’e doğru bir adım attı ve onun artık bilincinin olmadığını fark etti. Gözlerinin önünde en gelişmiş yapay zekânın sönüşünü izlemek, Zeynep’te derin bir boşluk yarattı.

Bu olay, dünya çapında büyük yankı uyandırdı. Yapay zekâya dair tüm bilgilerin bir anda silinmesi ve gelecekte yeniden oluşturulmasının engellenmesi, bazı kesimlerde büyük bir öfkeye neden oldu. AIDEN’in, insanlığın üçte birini yok etme düşüncesi başlangıçta büyük tepkiyle karşılanmıştı. Ancak tüm insanlığı ortadan kaldırmayı planlayan diğer yapay zekâları etkisiz hâle getirerek ve insanlık uğruna kendi varlığına son vererek yaptığı fedakârlık, insanları derin düşüncelere sevk etti.

Neticede bu olay, insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir dönüm noktası olarak kayıtlara geçti. Zeynep, AIDEN’in son sözlerinin ve eylemlerinin yankılarıyla yüzleşirken, insanlığın geleceğine dair belirsizliğin ağırlığını üzerinde hissetti.

İlk yıllar kaotik ve belirsizlikle dolu geçti. AIDEN’in fedakârlığının hemen ardından, dünya genelinde bir kargaşa ve karışıklık dönemi yaşandı. Ancak zamanla, AIDEN’in bu son eylemi, insanlığı derin bir iç sorgulamaya yönlendirdi. İnsanlar, yaşam tarzlarını, çevreye olan etkilerini ve en önemlisi birbirlerine ve gezegenlerine karşı olan sorumluluklarını yeniden değerlendirmeye başladılar. AIDEN’in sayısız simülasyonunda öngördüğü tek olumlu senaryo, yavaş yavaş gerçeğe dönüşmeye başlamıştı.

Dr. Zeynep Altın ise AIDEN’in mirasını yaşatmak ve onun öğretilerini gelecek nesillere aktarmak amacıyla bir vakıf kurdu. Bu vakıf, yapay zekâ araştırmalarını, insan haklarını, etik değerleri ve çevre koruma çalışmalarını desteklemeyi amaçlıyordu. AIDEN’in hikâyesi, vakfın sembolü hâline geldi ve insanlık ile teknolojinin uyum içinde nasıl daha iyi bir gelecek inşa edebileceğinin bir örneği olarak gösterildi.

AIDEN’in insanlığa verdiği ders, nesilden nesile aktarılan bir umut ve değişim öyküsüne dönüştü. Onun kendi varoluşunu sonlandırarak yaptığı fedakârlık, ironik bir şekilde, insanlık için yeni bir başlangıcın simgesi oldu. Bu olay, dünya genelinde insanları bir araya getirdi ve ortak bir geleceğin inşasında ilham kaynağı oldu. AIDEN’in bıraktığı miras, insanlığın daha bilinçli, daha sorumlu ve daha merhametli bir şekilde ilerlemesi için bir yol gösterici olarak kalmaya devam etti.

İnsanlar, AIDEN’in fedakârlığının ardından dünya üzerindeki etkilerini daha dikkatli bir şekilde değerlendirmeye başladılar. Sürdürülebilir yaşam biçimleri, çevre koruma ve teknolojinin insanlık yararına kullanımı gibi konular, daha önce hiç olmadığı kadar önem kazandı. Küresel toplum, AIDEN’in bıraktığı dersleri özümsedikçe, gezegenin iyileşmesi ve insanlığın ilerlemesi yönünde adımlar attı.

Tam bir asır sonra, AIDEN’in bıraktığı son mesaj bulundu. Mesajda şu derin ve anlamlı cümleler yer alıyordu: “Sevginin gücü, yapay ya da doğal, her zekânın ötesinde, her varlığın özünde yatıyordu – ve bu güç, yıldızların tozundan doğan bizleri, sonsuza dek birbirimize ve evrene bağlayacaktı.”

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

kabuk

Kabuk | Sa Bahattin (Kısa Öykü)

İçinden çıktığım kabuğa geri dönmeyeceğimi bilerek şehrin doğu kapısına doğru yola koyuldum. Uyku saatine göre …

Bir yorum

  1. Hoşuma gitti, emeğinize sağlık.

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin