frank-herbert-roportaj 2

Kayıp Röportaj #2: Frank Herbert’tan Fütüristik Düşünceler

Daha önce hiç gün yüzüne çıkmayan bu sohbet, ilk olarak 1984 yılı ortalarında, tam da Dune filminin vizyona girdiği dönemde L. A. Reader’da yayımlandı. Röportajın hemen ardından, Şerpa rehberleriyle Himalayalar’a tırmanmaya giden Frank, sohbetimiz sırasında son Dune kitabının taslağını yeni tamamladığını ve başına bir şey gelmesi durumunda geri dönene kadar bir kopyasını avukatının kasasında sakladığını söyledi.

Himalayalar’a giderken Frank’e hızla ilerlemekte olan kanser teşhisi kondu ve birkaç ay geçtikten sonra da hayatını kaybetti. Herbert ailesinden hiç kimsenin bu taslağı bilmediğini ve varlığının yakın zamanda keşfedildiğini öğrendim.

Jean Marie Stine

Bölüm II

JMS: Dune romanlarınızda, bir dizi başka kültürel varsayımı sorguladığınız anlaşılıyor. Bunlardan biri de demokrasinin insanlığın tüm sorunlarına ve ihtiyaçlarına cevap olduğu inancıydı.

Bir gazeteci olarak fark ettiğim şeylerden biri (ki yazar olduğumdan daha uzun süredir gazeteciyim) 60’li yıllarda sokaklarda yapılan tüm yürüyüşlerde, “halkın İktidarı” diye bağıran insanların aslında bunu kastetmediğiydi. “Bana güç verin ve ne yapılacağını ben söyleyeyim,” demek istiyorlardı. Onlara sorduğunuz her soruya aldığınız cevapta bunu doğrulayabilirdiniz.

Halkın İktidarı, insanların ekonominin politikadan ayrılamayacağı gerçeğini fark ettiğinde, kendi motivasyonlarını, ne istediklerini, kendilerine neyin satılabileceğini anladıklarında gerçekten gerçekleşebilir. Çünkü demokrasinin gerçek tuzağı, demagog eğilimli insanların var olmasıdır. İnsanlar, bir başkasının ayağa kalkıp duymak istediklerini söylemesinden memnuniyet duyarlar. Kendimi bu konuda öyle bir şartlandırdım ki, bir politikacının birçok insana hoş gelen güzel şeyler söylediğini duyduğum anda tepemin tası atıyor ve “Neden? Sen de lanet olası bir demagogsun işte!” diyorum.

Demokratik bir rejim, bir devlet, sosyalist bir rejim, komünist bir rejim veya kapitalist bir rejim tarafından kurulan bir bürokrasi arasında zerre kadar fark olduğunu düşünmüyorum. Şu anki hâlimize bir bakın. Bu ülkede tamamen halkın elinde olmayan bir bürokrasi yarattık. Sizin oylarınızın artık buna hiçbir etkisi yok. Bir gün Washington, D.C.’de Oregon’dan bir senatör için konuşma yazarı olarak çalışırken Ticaret Bakanlığı’nın bir toplantısını hatırlıyorum. Çok, çok üst düzey bir bakanlık görevlisi kendilerine sorun çıkaran başka bir senatörden bahsediyordu ve bu üst düzey bürokrat da onu “geçici” olarak adlandırıyordu. Tahmin ettiğiniz gibi, o senatör bir sonraki seçimde kaybetti. Ancak bürokrat hâlâ koltuğundaydı ve federal bürokratlar için planlanmış özel bir emeklilik sistemiyle de emekli oldu.

İnsanlar bana Reagan hakkında ne düşündüğümü soruyor. Ona genelde “Ray-gün” diyorum. Eh, biliyorsunuz, onun hakkında iyi olarak nitelendirebileceğimiz birkaç şey biliyorum. Birincisi, onun bir aktör olduğunu biliyoruz. Diğer politikacıları pek aktör olarak düşünme eğiliminde değiliz. Gerçekte hepsi aktör. Mesela Mondale bir aktör. Kamera dışında onun hakkında iyi, doğru raporlarım var. Sahne dışında halkına karşı gerçek bir piç olabiliyor. Gülümseyen adam kameranın önüne çıktığında bunu asla görmüyorsunuz. İnsanların duymak istediklerini söylemek için analizlerine güveniyor. Reagan hakkında bir diğer şey de, onun artık kolayca yozlaşabilecek yaşları geçmiş olması. Dış politikası beni çok korkutuyor, ama bürokrasi konusunda paranoyak olduğu sürece kenara çekilip onu alkışlayacağım. “Bürokrasiye odaklan!” diyeceğim. Bu nedenle onu çok seviyorum.

JMS: İktidarı halka nasıl verebileceğimizi düşünüyorsun?

Bence bunu yapmanın birkaç yolu var. Hükümetler, daha önce de söylediğim gibi, güç merkezleri oldukları için yozlaşmış ve yozlaşabilir olanları kendilerine çeker. Bu yüzden, hükümetlerimizi nasıl tasarlayacağımız sorununu ele almalıyız ki, yozlaşmayan veya yozlaşması kolay olmayan insanları çekebilelim. Romalılar bunu uzun zaman önce çözdüler. İmparatoru görevden almadan önce başka bir lider buldular ve “Bir veya iki yıl patron sensin. Ama hepsi bu!” dediler.

Sihirli bir değneğim olsaydı yapacağım şeylerden biri, altı yıllık bir başkanlığı yürürlüğe koymak olurdu, yeniden seçilme yok. İki dönemlik, en fazla dört yıllık bir senatör. Bir dönemlik, dört yıllık bir kongre üyeliği. Washington’da sistemin nasıl işlediğini oraya vardıktan bir ay sonra bile keşfedemeyen biri yeterince zeki değil demektir. Ben bunu, bir senatör için çalışmaya başladıktan hemen sonra fark ettim. Toplumunuz için çalışmak bir ayrıcalıktır. Bir hak değil, sonsuza dek orada kalarak kazanılan bir şey ise asla değildir. Politikacıları kısa süreler için görevde tutmalı, yüksek maaşlı iyi insanları bu görevlere çekmeliyiz. Eğer bu konuda söz hakkım olsaydı, herhangi bir askerin emeklilikten sonra savunma ile ilgili bir işi kabul etmesini uzun hapis cezasıyla sonuçlanan bir suç hâline getirirdim. Bu, tilkiye kümes anahtarını verip, “Bu gece gideceğim,” demekle aynı şeydir. Bu, yolsuzluğa davetiye çıkarmaktır ve elbette sonuçta da elimize geçen budur.

İktidarı halka geri vermek için gerekli araçlara ve emsallere sahibiz. Bence hükümette yer almak bir deneyim olmalı. Biliyorsunuz, hükümet kurulduğunda dünya çapında “Büyük Deney” olarak adlandırıldı. Bir yerlerde bunu taşa kazıdık. Deneyler, test ettiğiniz ve neyin yanlış olduğunu bulduğunuz şeydir, değil mi?

Ben, elimizde olan imkânlarla bir deney yapardım. Buna “Büyük Teori” gibi bir şey derdim. Son seçimde oy kullananlara dayanarak (bunu artık bilgisayarlarla kolayca yapabiliriz) hükümetin her seviyesinde, yüksek ve düşük seviyede hizmet verecek 13 iyi kişiden oluşan dönüşümlü bir çekirdek grup seçerdim. Onlara kesinlikle müthiş yetkiler verirdim, onları bir yıl görevde tutardım ve tüm sistemin işleyişine müdahale etmeyi yasaklardım. Bütçeleri, yeterli bir bütçeleri olacak şekilde ayarlardım, ancak bütçelere sürekli destek imkânları veya işleyişi yavaşlatacak bürokrasiler olmazdı. Her yeni komite, ganimet sistemi altında kendi uzmanlarını işe almak zorunda kalırdı ve çok yüksek seviyelerde, istedikleri yere soru sormadan bakma yetkisi ve kovma yetkisi verirdim.

Şimdi daha düşük seviyelere inelim. Bunu Washington eyaletindeki bürokrasinin bir üyesi, okul sisteminin bir görevlisiyle görüştüm. Bana, “Bunu nasıl uygularsınız?” diye sordu. Dedim ki, hadi yerel okul bölgesine gidelim. Benim sistemimde, yerel okul bölgesi X miktarından fazla dolar harcamayı teklif ettiğinde, otomatik olarak böyle bir inceleme komitesi kurulurdu. Üyeler, önceki seçimlerde oy kullananlar arasından seçilirdi. Bu teklif üzerinde yaşam ve ölüm gücüne, celp yetkisine sahip olurlardı; okul sistemine girip kayıtları tarihin şafağına kadar inceleyebilirlerdi. Okul sisteminin nasıl işlediğine, geçmişte parasını nasıl harcadığına bakabilirlerdi.

Bu bürokrat bana, “Her zaman iyi kararlar alacaklarını mı düşünüyorsun?” diye sordu. Ben de hayır, orada sadece bir yıl kalacaklar. Bir hata yaparlarsa bu çok belirgin olur ve bir sonraki komite de bununla ilgilenebilir, dedim. Bir sonraki tepkisinin, bence muhteşem, çok anlamlı, neredeyse klasik bir Freudyen kayması olduğunu düşündüm. Gülerek dedi ki, “Sence bir ev hanımı okul sisteminde olup biteni bu kadar iyi anlayabilir mi?” Tabii ki, diye cevap verdim. Çünkü sorumluluğu insanlara gerçekten yüklediğinizde bu fırsatı değerlendirirler.

Ayrıca, böyle bir komitede görev almış herhangi birinin aynı görevi bir daha almasını imkânsız hâle getirirdim. Bu, demokratik sistem olarak düşündüğümüz şeyi tamamen değiştirirdi, çünkü oy vermeyi cazip hâle getirirdi. Bunun için seçilme şansına sahip olmak isterdiniz. Ve ihtiyaç duyulduğunda oy veren birinizin iktidar koltuğunda olacağını bilirdiniz. Bence bu, gerçekten de iktidarı halka geri verirdi; demokrasinin de dönüşmesi gereken şey budur. Şimdi, bu tür bir şey önerdiğinizde tüm gizli aristokratlar gizli dolaptan çıkar ve “Aman Tanrım! Böyle bir deney ile gerçekten de bir sonuç alabilirsin!” derlerdi.

frankherbert

Bu şekilde, mevcut sistemden daha iyi sonuç alma olasılığınız nedir?

Risk almaya hazırım. Şimdi size tarihi okumalarımda farkına vardığım ilginç bir şey anlatacağım: İnsanın kendi işlerini yönetme, hükümetten bağımsız olma arzusunu her ortadan kaldırdığımızda bir tür Rönesans yaşadık. Sosyal bir rönesans yaşadık, politik bir rönesans yaşadık, sanatsal bir rönesans yaşadık. Tarihte bunu her serbest bıraktığımızda, büyük sıçramalarla ilerledik. Bu nedenle diyorum ki tamam, tarih bana bunu söylüyor. Öyleyse neden tekrar yapmıyoruz? Yedinci Düne kitabında oynadığım şey bu, yarattığım durumun sonunda ortaya çıkan hükümet türlerini göstermeye doğru ilerliyorum.

Kaynak: Future-Past Editions

Yazar: Hamdi Güzeliş

Makine Mühendisi. Dağların, newage müziğin ve bilimkurgunun uzun yıllardır tutkunu. "Turk Seti Team" üyesi.

İlginizi Çekebilir

siyah bilimkurgu temsiliyet

Irksal Temsiliyetin Eksikliği ve Yeni Ufuklar

Bilimkurgu edebiyatı, geleceği hayal ederken toplumsal meseleleri göz ardı edebilir mi? Peki ya ırk ve …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin