Beklenen Fiyasko: Borderlands

İlk olarak 2009 yılında Gearbox Software çatısı altında çıkışını yapan Borderlands, 2800’lü yıllarda, konusu Pandora gezegeninde geçen bir birinci şahıs nişancı (first person shooter) oyunuydu. Bazı mega şirketlerin çeşitli madenlere ve kaynaklara sahip olmak için gezegenleri kolonileştirdiği bir zaman diliminde geçiyordu. Farklı bir görsel stile sahip oyunda, çeşitli yeteneklere haiz dört karakterden birini seçiyorduk. Sonrasında ise ana hikâyeye yan görevler de eşlik ediyordu. Kısa sürede büyük beğeni kazanan oyun, devam projeleriyle yoluna devam etmişti. Portföyünde Tony Hawk’s Pro Skater 3 (2002), James Bond 007: Nightfire (2002), Halo: Combat Evolved (2003) ve Brothers in Arms serisi (2005-2008) gibi oyunlar bulunan şirket, Borderlands ile kasasını hiç olmadığı kadar doldurmuştu. Şirket CEO’su Randy Pitchford ise büyük bir sükse yapmıştı. Şirket, 2012’de yayımladığı devam oyunu ile aynı başarısını tekrarlamıştı.

İşler 2013’te Aliens: Colonial Marines’ın piyasaya çıkmasıyla değişmeye başladı. Randy Pitchford sunumuyla 2011 E3 fuarında sergilenen Colonial Marines oynanış demosu, deyim yerindeyse muazzamdı. Aliens (1986) filminde gerçekleşen olayların sonrasına odaklanan oyun, görsel bir şölen ve korkutucu bir aksiyon vaat ediyordu; fakat gelin gürün ki fuardan iki sene sonra piyasaya çıkan oyunun gösterilenle hiçbir alakası yoktu. Görsel kalitesi oldukça düşürülmüş ve hatalarla doluydu. Gearbox, oyunu yan bir firmaya yaptırmıştı. 2011’de Gearbox’ın bizzat yaptığı demo ise oyun içi görüntüymüş izlenimi veren bir teknoloji videosuydu… Dolayısıyla kendini kandırılmış hisseden oyunseverler şirkete büyük tepki gösterdi. Kaderin bir cilvesi olarak benzer duyguları, yapımcı kadrosunda Randy Pitchford’un da bulunduğu Borderlands filmiyle tekrar yaşadık.

Orijinal oyunda olduğu gibi, Pandora gezegenini kendine set olarak kullanan filmin yönetmenliğini Eli Roth üstleniyor. Özellikle Quentin Tarantino’nun büyük desteği ve aynı zamanda yapımcılığı altında gösterime giren Hostel (2005), Roth’un yönetmenliği üzerine büyük beklentiler yaratmıştı. Bu iddialı görünen projenin sonrasında kotardığı korku türündeki Hostel 2 (2007) ve The Green Inferno (2013) oldukça vasat işlerdi. Hâliyle, Tarantino’nun yeni varisiymiş gibi öne sürülen Roth –deyim yerindeyse– fos çıkmıştı. Bu oyun uyarlamasının Rorth’a emanet edileceğinin haberi ise hem oyunseverleri hem de filmseverleri pek heyecanlandırmamıştı…

Oyun dünyasında hâlen saygın bir yerde duran Borderlands, Eli Roth’un elinde büyük bir felaketle sonuçlandı. Jack Black, Cate Blanchett, Gina Gershon, Jamie Lee Curtis ve Edgar Ramírez gibi tanınmış oyuncuların yer aldığı yapım, öncelikle yanlış oyuncu seçimi ile dikkat çekiyor. Orijinal oyun serisinde 30’larında bir karakter olan Lilith, kendi jenerasyonun en iyi oyuncularından Cate Blanchett’ın (55) bedeninde hayat buluyor. Hâliyle beden dili hareketlerini genç bir insanmış gibi yansıtmaya çalışan Blanchett, aksiyon sahnelerinde gözden kaçmayacak kadar yavaş kalıyor. Her ne kadar sonlara doğru, “Bu işler için artık çok yaşlıyım,” dese de, orijinal oyuna kıyasla bu replik çok fazla sırıtıyor. Benzer şekilde orijinal oyunda alımlı ve genç bir karakter olan Tannis, Jamie Lee Curtis’in (65) elinde –tabiri caizse – heba ediliyor. Yapım, “çok iyi oyunculara nasıl yanlış roller verilir?” sorunusun kanlı canlı örneği niteliğinde.

Borderlands

Bir ödül avcısı olan Lilith, iş üzerindeyken büyük şirket patronu Atlas (Edgar Ramírez) tarafından çekici bir para teklifi alıyor: Pandora gezegenine kaçırılan kızı Tina’nın (Ariana Greenblatt) kurtarılması işi. Bu cazip teklifi kabul eden Lilith, söz konusu gezegende Tina’yı bulmasıyla kurtarma görevinin başka bir amaca hizmet ettiğini öğreniyor. Elit bir ordu mensubu olan Roland (Kevin Hart) ve katil Krieg (Florian Munteanu) ile gezegende saklanan Tina, gerçekte babası olarak bildiği Atlas’tan kaçıyor. Bu esnada gezegende Lilith’i beklemesi için programlanan gizemli robot Claptrap (Jack Black), yeni ekibe de eşlik ediyor. Tina’nın çok eski zamanlarda galaksiyi kontrol edebilen Eridians türünün biyolojik kalıntılarından klonlandığını öğrenen başkarakterimiz, onun aynı zamanda gezegende bulunduğu tahmin edilen eski bir kasanın da anahtarı olduğunu anlıyor. Kadim uzaylı medeniyetine ait bu kasanın içinde büyük güçler barındığına inanılıyor. Teslim görevinden vazgeçen Lilith, kendini yeni ekibiyle birlikte Tina’yı kurtarmaya ve kötü güçlerden önce bu kasayı bulmaya adıyor.

Basit bir senaryoya sahip olan film, her yeni sahnede hikâyede ne yapmak istediğini karakterlerin ağzından tekrar tekrar anlatıyor. Kasanın biyolojik anahtarı olduğunu bilen ve aksiyon sahnelerinde sürekli, ”Ben seçilmiş kişiyim,” sözlerini tekrarlayan Tina, deyim yerindeyse izleyiciyi bezdiriyor. Özellikle de “benim burada ne işim var?” sorusunu her sahnede yüzüne yansıtan Blanchett, nasıl bir garabetin içinde olduğunun farkında gibi. Yılların deneyimli aktristi Curtis ise sadece eğleniyor.

Jack Black, espri anlayışı yüksek, tek tekerlekli robotu büyük bir başarıyla seslendirse de Roth’un klişelere yenilen durum komedisi sahnelerinde varlığı eriyor. Finalde beklenileceği üzere gizemli kasayı bulacak olan ekip tam o esnada Atlas ve ekibiyle karşılaşıyor. Geçmişte ayrı kalmak zorunda kaldığı annesi tarafından programlanan robot aracılığıyla kendisinin bir Eridians olduğunu anlayan Lilith, gizemli hazinenin esas anahtarı konumuna yükseliyor. Finalde, bu tarz yapımlarda görmeye alıştığımız “Meydan Savaşı”nda gizemli yapıyı açmasıyla güçlerine kavuşuyor ve nihayetinde esas kötü Atlas’ın karşısına dikiliyor.

Film bestelerinin imzasında Steve Jablonsky (Transformer / 2007, Deepwater Horizon / 2016); görüntü yönetmenliği koltuğunda ise Rogier Stoffers (Character / 1997, John Q / 2002, Mongol / 2007) yer alıyor. Yer yer günümüz sinemasının  Ed Wood’u denilebilecek Uwe Boll yapımlarını andıran eser, B-Tipi film meraklılarına hitap ediyor.

Yazar: Buğra Şendündar

1979 İstanbul doğumlu. Sinemaya olan ilgisi daha yedi yaşındayken dedesiyle sabahlara kadar film izlemekle başlar. Daha önce çeşitli mecralarda sinema üzerine makale ve eleştiriler kaleme aldı. Günümüzde, Bilimkurgu Kulübü'nde yazarlık serüvenine devam ediyor. Ona göre sinema, insanın kendini keşfetmesidir.

İlginizi Çekebilir

postmodern bilimkurgu

Postmodernizm ve Bilimkurgu: Anlamın Ötesine Geçen Bir Yolculuk

Postmodernizm ve bilimkurgu, edebiyat dünyasında sınırları zorlayan iki anlatı biçimi olarak bir araya geliyor. Bu …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin