Margaret St. Clair (Eva Margaret Neeley), 17 Şubat 1911’de Kansas’ın Hutchinson şehrinde doğdu ve bilimkurgu tarihinde pek bilinmeyen bir isim oldu. Türün gelişimine büyük katkı sağlamasına rağmen Isaac Asimov, Arthur C. Clarke ve Ursula K. Le Guin gibi daha tanınmış isimlerin gölgesinde kaldı. Ancak, St. Clair’in hayatı ve kariyeri, kadınların bilimkurgunun erken dönemlerinde oynadığı hayati rolü gözler önüne seriyor. Derin alaycılık içeren hikâye anlatımıyla şekillenen eserleri, günümüzde yeterince bilinmese de türde kalıcı bir iz bırakmayı başardı.
Clair, bir öğretmen olan Eva Margaret Hostetter ile Kansaslı bir avukat ve Kongre üyesi olan George Neeley’nin tek çocuğuydu. Babası 1919 yılında grip nedeniyle vefat edince annesiyle beraber Washington D.C.’den Kansas’a ve daha sonra da Los Angeles’a taşındı. Bu yıllarda edebiyat ve bilimkurguya duyduğu sevgi, gelecekteki yazarlık kariyerinin de temellerini attı. Kaliforniya Üniversitesi’nde okudu ve 1934 yılında Yunan Klasikleri alanında yüksek lisans derecesini aldı. Bu sırada bir çocuk yazarı olan Raymond Earl St. Clair ile evlendi. Çift El Sobrante, Kaliforniya’ya yerleşti ve burada St. Clair Nadir Ampul Bahçeleri‘ni yönetti. Margaret aynı zamanda Dachshund köpekleri yetiştirip sattı. İkinci Dünya Savaşı sırasında kaynakçı olarak geçirdiği kısa ve tatminsiz dönem, yazarlık dışındaki profesyonel hayatının sonu oldu ve kısa süre sonra gerçek amacını kurguda buldu.
St. Clair’in yazarlık kariyeri 1940’ların ortalarında başladı. İlk polisiye öyküsü olan “Ölüden Mektup” 1945’te yayımlandı, ancak kariyerini asıl belirleyen bilimkurgu alanındaki girişimi oldu. Bu türe ilk adımını Kasım 1946’da Fantastic Adventures dergisinde yayımlanan “Limbo’ya Roket” ile attı. O andan itibaren Thrilling Wonder Stories, Galaxy ve Astounding Science Fiction gibi önde gelen bilimkurgu dergilerinde 100’den fazla kısa öyküsü yayımlanan üretken bir yayıncılık dönemine başladı. Genellikle Idris Seabright ve Wilton Hazzard takma adlarıyla yazan yazar, spekülatif ve distopik dünyalara uzanan öyküleriyle okuyucuların hayal gücünü yakaladı.
Önemli katkılarına rağmen kurgusu genellikle onu çağdaşlarından ayıran karanlık, karamsar bir ton taşıyordu. Dönemin pek çok yazarı teknolojik ilerlemenin iyimserliğini benimserken, St. Clair’in öyküleri daha alaycı temaları araştırıyor, sıklıkla insanlığın karanlık içgüdülerine ve sosyal ya da kişisel çöküşün klostrofobik doğasına odaklanıyordu. Eleştirmen John Clute, St Clair’in eserlerindeki “klostrofobik kötümserliğe” dikkat çekerken, editör Pamela Sargent ise St Clair’i “bilimkurgunun genel karakteristik iyimserliğini baltalayan” bir yazar olarak tanımladı.
St. Clair’in etkisi yazılı kelimelerin ötesine uzandı. “Bayan Hawk” (1950), “Depremi Öngören Çocuk” (1950) ve ‘Brenda‘ (1954) adlı kısa öyküleri Thriller ve Rod Serling’s Night Gallery gibi programlarda televizyona uyarlandı. Bu uyarlamalar eserlerini daha geniş bir kitleye tanıttı, ancak yine de yaygın tanınırlığın sınırlarında kaldı. Kısa romanlarının yanı sıra ilki Bilinmeyenin Ajanı (1956) ve ardından Yeşil Kraliçe (1956) olmak üzere birkaç roman da kaleme aldı. En iyi bilinen eserlerinden biri de Wicca temalarını inceleyen romanı Labrys’in İşareti (1963)’ydi. Aslında hem Margaret hem de eşi, 1966 yılında Froniga ve Weyland adlarıyla Wiccan dinine girmişti. Bu ruhani yol, kıyamet sonrası bir ortamda korku, fantezi ve neopaganizm unsurlarını harmanlayan romanı Gölge İnsanlar (1969) da dâhil olmak üzere sonraki eserlerini derinden etkiledi.
Clair’in kariyeri birkaç on yıla yayıldı ve bu süre zarfında öykülerinin yayımlanmasında etkili olan John W. Campbell Jr. ve H.L. Gold gibi editörlerle güçlü ilişkiler kurdu. Eserleri, derinlikleri ve karmaşıklıklarıyla övülse de, genellikle ana akım altında kaldı. 1981’de verdiği bir röportajda, The Euthanasiasts ve The Once and Future Queen adlı iki roman üzerinde çalıştığından bahsetti, ancak ikisi de yayımlanmadı. Eşi 1986’da vefat ettikten sonra Santa Rosa, California’da bir emeklilik topluluğuna taşındı ve 1995’te seksen dört yaşında ölene kadar da burada yaşadı.
Margaret St. Clair’in mirası daha yakından bakılmayı hak eden bir konu. Erkek çağdaşları kalıcı bir üne kavuşmuşken, kendisinin çalışmaları nispeten silik kaldı. Yine de yazdıkları derin bir düşünce ve alanının en iyileriyle yarışacak kadar iyiydi. Hikâyeleri sıklıkla toplumsal meseleleri incelikli ve bazen rahatsız edici bir bakış açısıyla ele alarak okuyucuları insanlık, teknoloji ve gelecek hakkındaki varsayımlarını sorgulamaya zorluyordu. Kariyeri, ilk yıllarında bile bilimkurgunun sadece erkeklere özgü bir kulüp olmadığını göstermesi açısından önemini koruyor.
C.L. Moore ve Leigh Brackett gibi diğer önemli kadın yazarlarla birlikte bu türe önemli katkılarda bulundu. Günümüzde göstermelik bir kadın yazar olarak değil, spekülatif kurguda kalıcı izler bırakan dikkate değer bir isim olarak hatırlanması da bunun en büyük kanıtı.
Kaynaklar: