osmanlı bilimkurgu

Osmanlı Dönemi Türk Edebiyatında Bilimkurgu

Türk edebiyatında bilimkurgu türünün doğuşu ve gelişimi, uzun yıllardır edebiyatçılar ve araştırmacılar tarafından araştırılan bir konudur. Cumhuriyet dönemi, genellikle Türk bilimkurgusunun altın çağı olarak kabul edilse de bu türün kökenleri daha eski dönemlere dayanır.

Zühtü Bayar gibi bazı araştırmacılar, Türk edebiyatının bilimkurgu ile tanışmasının Tanzimat öncesine, hatta Evliya Çelebi’ye kadar uzandığını savunur. Bayar’a göre, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde yer alan “Viyanalı Robotlar”, “Hezar-ı Fen Ahmet Çelebi’nin Galata Kulesinden Uçuşu” ve “III. Ahmet’in sünnet düğünü sırasında Haliç’te beliren timsah suretindeki denizaltı” gibi olağanüstü olayların anlatımı, Çelebi’yi ilk Türk bilimkurgucusu olarak değerlendirmeye olanak tanısa da kurgu gayesi gütmediği de ortadadır.

Osmanlı edebiyatında bilimkurguyu ele alırken sıklıkla kullanılan bir başka kavram ise “fenni edebiyat“tır. Fenni edebiyat, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin edebiyata yansımasını ifade eden daha geniş kapsamlı bir tabirdir. Bu çerçevede, Osmanlı yazarlarının bilimsel konulara olan ilgisi ve bu konuları edebi eserlerinde işlemesi, bilimkurgu türünün ilk örnekleri olarak değerlendirilebilir. Osmanlı edebiyatında bilimkurgu türünün doğuşu ve gelişimi, farklı perspektiflerden ele alınabilecek karmaşık bir konudur. Evliya Çelebi gibi erken dönem yazarlarının eserlerindeki fantastik ve bilimsel unsurlar, Türk edebiyatında bilimkurguya olan ilginin köklü olduğunu gösterir.

19. yüzyılın sonlarında Osmanlı İmparatorluğu’nda hızla yükselen “fenni edebiyat“, yani günümüzdeki karşılığıyla “bilimkurgu“, sadece bir edebi türün ötesinde, dönemin siyasi ve ekonomik gerçekliklerinin bir yansımasıdır. Batılılaşma sürecinde yaşanan çalkantılar, toplumun geleceği hakkında kaygılar ve modernleşmenin getirdiği zorluklar, yazarları ütopik veya distopik senaryolar oluşturmaya itmiştir. Osmanlı döneminin sonlarına doğru ise bilimkurgu türünün daha belirgin örnekleriyle karşılaşırız. Abdülhak Hamit Tarhan‘ın “Tayflar Geçidi” ve Refik Halit Karay‘ın “Ago Paşa’nın Hatıratı” gibi eserler, o dönemde yaşanan siyasi ve sosyal değişimleri mizahi bir dille ele alırken, aynı zamanda bilimkurgu unsurlarını da içerir. Özellikle Refik Halit Karay’ın eseri, Ankara hükümetini yermeye yönelik bir eleştiriyi bilimkurgu türüyle birleştirerek dikkat çeker.

Osmanlı bilimkurgu yazarları, eserlerinde sıklıkla Batı’nın bilimsel ve teknolojik gelişmelerini ele alırken, bu gelişmelerin Osmanlı toplumuna etkilerini de incelemiştir. Bazı yazarlar, Batı’nın bilimsel ilerlemesinin Osmanlı’yı kurtaracağını umarken, diğerleri bu gelişmelerin geleneksel değerleri ve toplum yapısını tehdit edeceğinden endişe etmiştir. Bu çelişkili duygular, eserlerde hem ümit dolu hem de karamsar bir atmosfer yaratmıştır. Osmanlı bilimkurgusunun siyasi boyutu, yazarların eserlerinde sıklıkla ele aldıkları iktidar, devlet, millet gibi kavramlarda kendini gösterir. Bazı yazarlar, güçlü bir merkezi yönetim ve teknolojik gelişmelerin bir araya gelmesiyle Osmanlı’nın yeniden yükseleceğini öngörürken, diğerleri ise Batılı güçlerin sömürgeciliği ve emperyalizmi karşısında Osmanlı’nın çaresiz kaldığını vurgulamıştır.

Öte yandan, Osmanlı’nın yaşadığı ekonomik sıkıntıların ve Batı’nın endüstri devrimi karşısında geri kalışının edebiyata yansımalarını da görmek mümkündür. Osmanlı bilimkurgu yazarları, eserlerinde sıklıkla ekonomik eşitsizlik, yoksulluk ve zenginlik arasındaki uçurum gibi konuları ele almıştır. Bazı yazarlar, teknolojik gelişmelerin ekonomik sorunları çözeceğini umarken, diğerleri ise bu gelişmelerin yeni sorunlara yol açacağını öngörmüştür.

Osmanlı bilimkurgusu, sadece bir edebi tür değil, aynı zamanda dönemin siyasi, ekonomik ve sosyal koşullarının bir aynasıdır. Yazarlar, eserlerinde hem ümitlerini hem de kaygılarını yansıtarak toplumun geleceği hakkında önemli ipuçları verir. Osmanlı bilimkurgusunu incelemek, dönemin zihin dünyasını daha iyi anlamak için önemli bir fırsat sunar. Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyılda yaşadığı siyasi ve ekonomik sıkıntılar, aydınları geleceğe dair kaygılara sürüklemiş ve Batı’nın bilimsel ve teknolojik gelişmelerine duyulan hayranlık edebiyata da yansımıştır. Bu dönemde ortaya çıkan “fenni edebiyat“, yani bilimkurgu, bir edebi akım olmaktan öte toplumdaki değişim ve dönüşüm arzularının bir izdüşümüdür. Osmanlı’nın Batı karşısındaki geri kalmışlığı, aydınların dikkatini bilim ve teknolojiye çekmiş ve bu konuların edebiyat eserlerinde sıkça işlenmesine neden olmuştur.

Ancak fenni edebiyat, bilimsel gerçeklere dayalı bir metin olmaktan ziyade, daha çok yazarların hayallerini ve arzularını yansıtan ütopik bir karakter taşır. Osmanlı aydınları, eserlerinde ideal bir toplum tasavvuru oluşturmuş ve bu tasavvura ulaşmak için bilim ve teknolojinin kullanılabileceğini düşünmüştür. Bu ütopik tasavvur, Osmanlı’nın içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik sorunlara bir çözüm olarak sunulmuştur. Yazarlar, eserlerinde sıklıkla gelişmiş şehirler, güçlü bir devlet, adaletli bir toplum ve mutlu insanlar gibi idealleri dile getirmiştir.

Fenni edebiyatın ütopya olarak varlık göstermesinin nedenleri arasında, Osmanlı toplumunun yaşadığı hayal kırıklıkları ve geleceğe dair umutsuzluk da sayılabilir. Yazarlar, gerçek hayatta ulaşamadıkları idealleri, edebiyat aracılığıyla gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu durum, fenni edebiyatın hem bir kaçış mekanizması hem de bir toplumsal eleştiri aracı olarak kullanılmasına neden olmuştur.

Türk edebiyatında modern bilimkurgu türünün filizlenmesi ise 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan Tanzimat Dönemi’nde, roman ve öykü gibi yeni edebi türlerin ülkemize giriş yapmasıyla paralel bir süreçte gerçekleşir. Bu dönemde, Batı edebiyatından yapılan çeviriler, Türk yazarlarına hem yeni anlatım biçimleri hem de farklı edebi türlerle tanışma fırsatı sunar. Özellikle Jules Verne ve H.G. Wells gibi bilimkurgu ustalarının Türkçeye kazandırılması, toplumun bu yeni edebi türle tanışmasına ve ona karşı büyük bir merak duymasına yol açar. Verne’in denizaltılar, uzay yolculukları ve keşifler üzerine kurulu macera dolu romanları, Türk okurlarında büyük bir hayranlık uyandırır. Wells’in zaman yolculuğu, uzaylı istilası gibi konuları işlediği eserleri ise okurlara düşündürücü ve merak uyandırıcı bir bakış açısı sunar.

Verne ve Wells, bilimkurgu türünün öncüleridir. Romanlarında, o dönem için oldukça cesur sayılabilecek bilimsel fikirleri ve teknolojik gelişmeleri ele alırlar. Denizaltılar, uzay yolculukları, zaman makineleri gibi konular, okuyucularda büyük merak uyandırmış ve bilimkurguya olan ilgiyi artırmıştır. Eserlerinde karmaşık bilimsel kavramları anlaşılır bir dille anlatarak geniş kitlelere ulaşmayı başarmışlardır. Bu durum, bilimkurguyu sadece bilim insanları için değil, toplum için de ilgi çekici bir hâle getirmiştir. Romanlarında macera ve heyecan unsurlarını ön plana çıkararak okurlarını farklı dünyalara taşımışlardır. Dolayısıyla Verne ve Wells’in eserlerinin Türkçeye çevrilmesi, Türk okurlarına bilimkurgu türünü tanıtmada önemli bir rol oynamıştır. Bu sayede, Türk yazarları da bu türde eserler üretmeye heves etmiştir.

Türk yazarları, çok geçmeden Verne ve Wells’in eserlerindeki temaları ve konuları kendi eserlerinde de kullanır. Örneğin zaman yolculuğu, uzaylı istilası, geleceğe dair öngörüler gibi konular, Türk bilimkurgu eserlerinde de sıkça karşımıza çıkmaya başlar. Verne ve Wells’in macera dolu ve sürükleyici anlatım tarzı, Türk yazarlarına örnek olur. Türk bilimkurgu yazarları da eserlerinde okurlarını heyecanlandırmayı ve farklı dünyalara taşımayı amaçlar. Ancak, bu dönemde Türk yazarların telif olarak kaleme aldığı bilimkurgu eserlerinin sayısı oldukça azdır ve bu eserlerin tamamı, Batılı örneklerin bir kopyası olmaktan öteye gidememiştir. Bu durum, Türk edebiyatının bilimkurguyu henüz tam olarak sindiremediğini ve türün yerli topraklarda kök salması için daha fazla zamana ihtiyaç olduğunu gösterir.

Ahmet Mithat‘ın “Fenni Bir Roman Yahut Amerikan Doktorları” romanı, Türk edebiyatındaki ilk bilimkurgu örneği olarak kabul edilir. Romanda, bir Amerikan doktorunun ileri bir teknoloji kullanarak insanları derin uykuya yatırma deneyleri anlatılır. Roman, hem bilimsel gelişmelerin potansiyel faydalarını hem de etik sorunlarını ele alır. Molla Davudzade Mustafa Nazım‘ın “Rüyada Terakki ve Medeniyet-i Islamiyye-i Rü’yet” romanı, 24. yüzyılda geçen ütopik bir İstanbul’u tasvir eder. Romanda, İslam medeniyetinin bilim ve teknolojideki üstünlüğü vurgulanır. Ancak bu ütopik toplumda da bazı totaliter eğilimler görülür. Celal Nuri İleri‘nin “Tarih-i İstikbal” romanı, gelecekteki bir dünyada bürokrasi ve düzensizliğin eleştirildiği satirik bir eserdir. Roman, teknolojik gelişmelerin insan hayatını iyileştirmek yerine daha karmaşık hâle getirebileceği fikrini işler.

Yahya Kemal‘in “Çamlar Altında Musahabe” öyküsü, zaman yolculuğu temasını işler. Öyküde, karakter zaman makinesiyle geleceğe giderek geçmiş ve gelecek arasındaki çelişkileri gözlemler. Hasan Rûşenî Barkın‘ın “Rûşenî’nin Rüyası: Müslümanların ‘Megali İdeası’ Gaye-i Hayâliyesi” romanı, gelecekte güçlü bir İslam devleti hayal eder. Roman, Osmanlı İmparatorluğu’nun yeniden yükselişi ve İslam dünyasının birleşmesi gibi temalar etrafından döner. Osman Nuri Eralp‘ın “Başka Dünyalarda Canlı Mahlûkat Var mıdır?” kitabı, astronomi ve uzay bilimleriyle ilgilenir. Kitapta, diğer gezegenlerde yaşam olup olmadığı sorusu bilimsel bir perspektifle incelenir. Refik Halid Karay‘ın “Hülya Bu Ya” öyküsü ise geleceğe değil, o dönemde yaşanan siyasi ve sosyal sorunlara odaklanır. Öykü, alternatif bir tarih senaryosu üzerinden eleştirel bir bakış sunar.

Bu örnekler, Türk yazarlarının erken dönem bilimkurgu denemelerinin çeşitlilik gösterdiğini ve farklı temalara odaklandığını aktarması bakımından önemlidir. Ancak, bu eserlerin tamamı Batılı örneklerin etkisi altında kalmış ve özgün bir Türk bilimkurgu anlayışı geliştirmekte zorlanmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda ortaya çıkan bilimkurgu, Batı’daki gelişmelerle kıyaslandığında hem benzerlikler hem de farklılıklar gösterir. Bu karşılaştırma, Osmanlı bilimkurgusunun özgün özelliklerini ve dönemin siyasi, sosyal ve kültürel koşullarının bu edebi tür üzerindeki etkilerini daha iyi anlamamızı sağlar. Benzerliklere değinecek olursak, hem Osmanlı hem de Batı’daki bilimkurgu yazarları, dönemin bilimsel gelişmelerinden ve sanayi devriminden etkilenir. Jules Verne ve H.G. Wells gibi yazarların eserleri, dünya genelinde bilimkurgu türünün gelişimini şekillendirir ve Osmanlı yazarları da bu etkiden nasiplenir. Hem Osmanlı hem de Batı bilimkurgusunda ideal bir toplum tasavvuru (ütopya) veya karanlık bir gelecek tablosu (distopya) sıklıkla karşımıza çıkar. Bu durum, her iki kültürde de yaşanan değişim ve dönüşüm süreçlerinin edebiyata yansımasıdır. Hem Osmanlı hem de Batı bilimkurgusunda, o dönemdeki en son teknolojik gelişmeler ve icatlar edebiyat eserlerine yedirilir. Bu da teknolojinin insan hayatı üzerindeki etkilerine ve geleceği şekillendirme potansiyeline dair düşünceleri tetikler.

Farklılık olarak ise Osmanlı bilimkurgusu, Batı bilimkurgusuna kıyasla daha çok siyasi ve sosyal konulara odaklanır. Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşadığı çöküş süreci, Batılılaşma çabaları ve ulusal kimlik arayışları gibi konular, Osmanlı bilimkurgu eserlerinde sıklıkla karşımıza çıkar. Batı bilimkurgusu ise daha çok bilimsel keşifler, uzay yolculukları ve insan doğası gibi evrensel temalara yoğunlaşır. Osmanlı bilimkurgusu, İslam dini ve Osmanlı kültürünün etkisi altında şekillenir. Bu nedenle, Osmanlı bilimkurgu eserlerinde İslam dünyasının geleceği, İslam medeniyetinin yükselişi gibi konular ön plandadır. Batı bilimkurgusu ise daha çok seküler bakış açısıyla göze çarpar. Batı’da bilimkurgu, daha geniş kitlelere ulaşır ve daha popüler bir edebi tür hâline gelir. Osmanlı’da ise bilimkurgu, daha çok aydınlar arasında ilgi görür ve geniş kitlelere yayılmakta zorlanır.

Osmanlı toplumunda bilim ve teknolojiye bakış, dönem içerisinde ve farklı sosyal sınıflarda değişkenlik gösterir. Genel olarak, bilimsel gelişmelere karşı bir merak ve ilgi olsa da Batı’daki sanayi devrimi gibi köklü değişimlere karşı bir direnç de görülür. Tanzimat Dönemi’nden itibaren Batılılaşma çabalarıyla birlikte bilim ve teknolojiye olan ilgi artar. Ancak, bu ilgi daha çok askeri alanda ve sanayileşme sürecinde kendini gösterir. Zira İslam dini ve Osmanlı kültürü, bilimsel düşünceye karşı belirli bir mesafe koyar. Bilimsel gelişmelerin dini değerlere zarar verebileceği endişesi, bazı kesimlerde bilim karşıtı bir tutuma yol açar. Elbette aydınlar ve entelektüeller, Batı’daki bilimsel gelişmeleri takip eder ve bu konuda eserler verir. Ancak, bu kesim bile bilimsel düşüncenin sınırlarını dini ve kültürel değerler çerçevesinde çizmeye çalışır. Birçok yazar, İslam medeniyetinin yeniden yükselişi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun geleceği hakkında ütopik vizyonlar sunmaktan geri durmaz. Örneğin çoğu yazar, modernleşmenin İslam değerleriyle nasıl birleştirilebileceğine kafa yorar.

Özellikle 1913-1914 yılları arasında yayımlanan eserler, Türk-İslam dünyasının gelecekte Avrupa’yı bile geride bırakacağı iddiasını taşır. Celal Nuri İleri imzalı “İstikbal Sahne ve Levhaları“, Molla Davudzade Mustafa Nazım Erzurumi imzalı “Rüyada Terakki ve Medeniyet-i İslamiyeyi Rüyet” ve Hasan Ruşeni imzalı “Ruşeni’nin Rüyası” gibi eserler, bu dönemin ütopik bilimkurgu örnekleri olarak gösterilebilir. Bu yazarlar, yaşadıkları dönemin sıkıntılarını geride bırakarak ileri teknolojilere sahip, güçlü ve müreffeh bir Türk-İslam dünyası hayal eder. Ancak, bu ütopik tabloların yanı sıra bilimkurgu türünün eleştirel bir araç olarak kullanıldığı örnekler de vardır.

Refik Halit Karay’ın “Hülya Bu Ya…” öyküsü, bu duruma güzel bir örnek teşkil eder. Karay, başkentin Ankara’ya taşınmasına duyduğu sitemi, öyküsünde Ankara’yı gelecekte çok gelişmiş bir teknoloji merkezi olarak tasvir ederek dile getirir. Ancak bu tasvir, aslında alaycı bir üslupla yapılmış bir eleştiridir. Karay, Ankara’nın modernleşme adı altında kaybettiği geleneksel değerlere ve kültürel dokuya dikkat çekmek ister. Öyküde yer alan ileri teknolojiler (hava tünelleri, mevsimleri kontrol etme sistemi gibi) aslında Ankara’nın yapay ve soğuk bir şehir hâline geldiğinin birer göstergesi olarak sunulur.

Sonuç olarak, Osmanlı döneminde ortaya çıkan bilimkurgu eserleri, toplumun içinde bulunduğu siyasi ve sosyal durumun bir yansımasıdır. Bu eserler, hem geleceğe dair umutları ifade etmiş hem de mevcut duruma yönelik eleştiriler getirmiştir. Ütopik ve distopik öğelerin bir arada kullanıldığı bu eserler, Türk edebiyatında bilimkurgu türünün ilk örnekleri olarak kabul edilebilir.

Yazan: Hasan Mahir Mert

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

Beklenen Fiyasko: Borderlands

İlk olarak 2009 yılında Gearbox Software çatısı altında çıkışını yapan Borderlands, 2800’lü yıllarda, konusu Pandora …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin