İnsanlık, asırlardır uzayda yaşam konusuna dair kafa yoruyor. Bu bağlamda hayaller kuruyor, düşünceler inşa ediyor ve geleceğe ulaşan yol haritasını çizmeye çalışıyor. Bilimkurgunun temel işlevini haddizatında böyle izah etmek de gayet mümkün. Nasıl ki hikâye, bir yanıyla gerçekleşmesi muhtemel olayları anlatıyorsa bilimkurgu da aynı anlatıcılık geleneğini sürdürerek insanlığın hayallerini kurgusal düzlemde yeniden yapılandırıyor. Zaten hikâye anlatıcılığının temeli de insan idrakinin ya da algılayışının sebep-sonuç içeren kurgularla işlenme ihtiyacı. Destanlardan bilimkurguya uzanan yolculukta da önce denizaşırı, ardından gezegenler ötesi yaşam yayma hedefi ustalıkla işleniyor, anlatılageliyor.
Buradan hareketle mevzubahis eserimize geçebiliriz. Bunun için de öncelikle yazarına değinmek gerek. Özgen Biçgin, yazarlık hayatına Kayıp Rota üçlemesine de ismini veren 2018 tarihli romanı Kayıp Rota ile başladı. İlk roman olmasına rağmen hayli beğenilen eserde, kurguladığı kıyamet sonrası atmosfer kurgusuyla dikkat çekerek rüştünü ispatlamayı başardı. Seriyi daha sonra Mavi Tuzak (2020) ve Pruva Neta (2022) ile sürdürdü. Ayrıca yine 2020 yılında bu kez bilimkurgu ile polisiyeyi harmanladığı Kan Tiyatrosu romanını yayımladı. İşbu yazıya konu edindiğimiz Koloni Paradoksu ise 2024 Aralık ayında, diğer bütün eserleri gibi Eksik Parça Yayınları etiketiyle kitapseverlerin ilgisine sunuldu. Sarsıcı, sürükleyici kurgusuyla öne çıkan yapıtı incelemeye çalışacağız.
Koloni Paradoksu, bizi bir anda onlarca yıl sonraya götüren bir kurguya sahip. İnsanlığın dünya dışı yaşam arzusunu iyiden iyiye gerçekleştirmeye yaklaştığı 2093 eşiğinde, devasa ilk adımın heyecanı her yeri sarmıştır. Kolonileşme için uzun yıllar süren hazırlık nihayet sona ermiş, Eros adlı asteorite doğru yola çıkacak seçkin ekip tamamıyla hazırdır. Özenle seçilen bu ekip sekiz kişiden oluşmaktadır ve her biri kendi alanlarında son derece yetkin isimlerdir. Zaten projenin mahiyeti de insanlığın her daim öteye uzanma arzusuyla öncülerin bayrağı taşıma dirayetini birleştirmek üzerinedir. Yazının başında değindiğimiz gibi, mavi suları ya da uzay boşluğunu aşmanın önemi yoktur; önemli olan bilinmeyene karşı duyulan sonsuz meraktır. VISION-14 adlı gemiyle insanlığın sınırlarını genişletecek olan öncülerin de merakı aynı güdüye dayanmaktadır.
Ancak yolculuğun başlangıcı ne kadar güzel ve ilgi çekici olsa da, bilinmeyenin içine atılan adımlar karanlıkla yüzleşmeyi de gerektirir. Burada biraz da Nietzsche’nin “uçurum” tasvirini hatırlamak gerek. Uzayın derin karanlığına bakan biri, tıpkı o meseldeki gibi bir vurgun yaşayabilir. Uçuruma yeterince bakarsan o da sana bakar. Teknolojinin nimetleri pek çok imkân sunsa da, o ucu bucağı olmayan engin ummanda ekibin yolu nice tehlikeye çıkar ve badireleri atlatabildikleri ölçüde ilerleyebilecekleri karmaşık bir sarmala girerler. Tabii sarmalın neler içerdiği ya da nereye çıkacağını okurun ilgisine bırakmalı.
Koloni Paradoksu’nda öne çıkan ilk detay, bilimsel unsurların kurguya yedirilmesi hususunda gösterilen özen. Yazarın önceki eserleri ve kurgulama mahareti bağlamında bilim okuryazarlığına dikkat çekmek gerek. Zira kendisi bir hukukçu. Mesleki donanımının üzerine ayrıca şahsi çabasıyla eklediklerini de aşikâr ediyor. Romanı ikiye ayırırsak, özellikle ikinci yarısında okura sunulan bilgiler âdeta bilimkurgu nasıl yazılmalı konusunda ders niteliğinde. İşlenen her detay yalnızca kurguya hizmet etmenin ötesine geçerek karakterlerin kişiselleştirilmesine de hizmet ediyor.
Nihayetinde bilim insanlarını uzmanlıklarına dair ayrıntılarla tanımak önemli bir yaklaşım. Bu doğrultuda yazarın ince eleyip sık dokuduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Diğer yandan editörlük noktasında da birkaç ufak detay dışında temiz bir iş çıkarıldığını söylemek mümkün. Mevzubahis bilimsel argümanların sunumu itinayla işlenmiş. Sahnelerin ilmek ilmek örülüşünde bilhassa bilimkurguda gösterilmesi gereken ihtimamdan sakınılmadığı ortada. Hâliyle Demet Çaltepe ve İsmail Yamanol’un titizliğine de değinmek yerinde olacaktır.
İkinci detay ise yazarın okurla karakter arasında yaratılan bağa dair uyguladığı belirgin yöntemde saklı. Biçgin, her karakterin iç dünyasını, geçmişini, deneyimlerini ve bunların etkilerini sırayla işleyerek hepsini anlama fırsatı sunuyor. Elbette bu durum bütün karakterlere aynı oranda eğildiği anlamına gelmiyor. Ancak dengeleri gözeterek ahlaki sorgulamaları genellikle okura bırakması, anlatıcının tavrı açısından önemli bir ayrıntı sunuyor. Zira anlatıcının, okurun gemideki sekiz ayrı kişiyle kuracağı bağı azami derecede yönlendirmesi metni daha gerçekçi kılıyor. Nihayetinde edebiyatın hayattan esinlendiği ve yaşamın dinamiklerinin de gri çizgiler üzerinde işlediği bir gerçek. Kurgusal düzlemde bunun objektif bir çabayla işlenmesi de ayrıca önemli.
Üçüncü ve bahsedeceğimiz son detay ise metnin bütünlüklü yapısı ve maharetle inşa edilmiş temposu. Kurgudaki kontrollü düşüş ve yükselişlerle ilerleyiş ustalıkla sağlanıyor ve aynı zamanda okur son ana kadar kurguda tutuluyor. Bu da çok önemli. Çünkü iyi bir romanın başarı ölçütlerinden biri de okurunda sonraki sayfayı çevirme isteği uyandırmasıdır. Yazar bunu gayet iyi kotarıyor. Üstelik üstünü çizerek bahsedilmesi elzem olan tempoyu doğru yerlerde ayarlama detayıyla daha da öne çıkıyor. Kurt Vonnegut’un da bahsettiği gibi romanın inişleri çıkışları, ustalığını belli eden o küçük dokunuşlardır; küçüktür ama büyük anlatıları böyle inşa edersin.
Son olarak bir de ufak birkaç eleştiriye de yer vermeli. Karakterlerin kimi noktalarda bir nebze tipleşmesi okura geçebiliyor, bazı sahneler dekor hissi veriyor ya da akışta bazı olayların meydana gelişi yeterince sıhhatli bir biçimde aktarılamıyor. Özellikle VISION-14’teki sahnelerin geçişleri buna örnek verilebilir. Ancak bu küçük detaylar bütünün etkileyici yapısını gölgede bırakmıyor elbette. Kısacası Koloni Paradoksu, sürükleyici anlatımı ve dikkat çekici kurgusuyla okunmayı sonuna kadar hak eden etkileyici bir eser.