Peter Brown’un yazdığı ve illüstrasyonlarını yaptığı The Wild Robot, çocuk edebiyatına yönelik bir bilimkurgu eseri ve 2024 yılında animasyon formatında izleyiciyle buluştu. Hikâye, Universal Dynamics’e ait bir kargo gemisinin fırtına sırasında kaybettiği ROZZUM robotlarından biri olan Roz’un, ıssız bir adaya sürüklenmesiyle başlıyor. Roz, burada bilinç ve öğrenme süreci açısından bir dönüşüm geçirerek kendi varoluşuna dair yeni anlamlar keşfediyor. Yapay zekâ anlatılarında sıklıkla karşılaşılan insan merkezli perspektiften farklı bir hikâye izliyoruz. Bir makinenin, vahşi doğada insan komutlarından bağımsız olarak, kendi kendine, ekosisteme nasıl uyum sağlayabileceği ele alınıyor. Bu bağlamda eser, çocuk bilimkurgusunda alışılmışın dışında bir yapay zekâ temsili sunarak teknolojiyi doğa ekseninde yeniden çerçeveleyen bir anlatı örneği oluşturuyor.
Görsellik açısından yönetmenin klasik Disney animasyonlarından ve Hayao Miyazaki’nin eserlerinden esinlendiği anlaşılıyor. Sahne tasarımında suluboya tekniklerinin kullanımı, geleneksel animasyon estetiğine bir gönderme. Bu sebeple, Roz karakterinin tasarımı Wall-E, Iron Giant ve Big Hero 6’daki BayMax gibi önceki robot figürlerinden izler taşıyor. The Wild Robot, çocuk edebiyatına yönelik bir eser ve anlatıda tehdit unsuru olarak sunulan robotlara çok fazla yer verilmiyor. Hikâyenin ilerleyen bölümlerinde insan komutları doğrultusunda agresifleşen robotlar görülse de, bunlar aşırı derecede tehlikeli bir tehdit unsuru olarak çerçevelenmiyor. Bu durum, çocuk ve yetişkin bilimkurgu eserleri arasındaki tematik farklılıkları gündeme getiriyor. Yetişkinlere yönelik yapay zekâ anlatılarında genellikle robotlar kontrol dışı bir güç olarak temsil edilirken, çocuk edebiyatında robot karakterler daha dostane ve insani özelliklerle betimleniyor. Bu farklılığın temelinde hangi anlatısal ve pedagojik tercihlerin yer aldığı, tartışmaya açık bir konu olarak değerlendirilebilir.

Yetişkinlere yönelik yapay zekâ ve robot temalı filmlerde genellikle korku ve tehdit unsurları öne çıkıyor. Bu tür anlatılarda robotlar, insan kontrolünden çıkarak toplumsal düzeni tehdit eden varlıklar olarak tasvir ediliyor ve çoğu zaman insanlığı varoluşsal kaygılarla yüzleşmeye zorlayan unsurlar hâline geliyor. Söz konusu temsiller, robot ve yapay zekâ algısının sıklıkla tehlike ekseninde şekillenmesine yol açıyor. Öte yandan, çocuklara yönelik bilimkurgu yapımlarında robot temsilleri genellikle farklı bir anlatı geleneğine dayanıyor. Iron Giant, Wild Robot, Wall-e ve Robots gibi eserlerde robot karakterler, insani niteliklerle donatılmış, empatik, yardımsever ve dost canlısı figürler olarak sunuluyor. Bu yapımlarda robotlar, yalnızca insanlarla uyum içinde yaşayan varlıklar olarak değil, bazen insanlardan daha sağduyulu ve anlayışlı karakterler olarak da kurgulanıyor. Çocuk ve yetişkin bilimkurgu eserleri arasındaki fark neden bu kadar keskin? Bu makineler gelecekte ne düşman ne de kurtarıcı olacaksa, onları çocuklukta “dost”, yetişkinlikte ise “tehdit” olarak kodlamak, yapay zekâya dair algıyı temelden şekillendirmeye mi yol açıyor?
Peter Brown’un kendi blogunda yazdığı aslında tam da bu noktada önem taşıyor.
“Çoğu insan “robot” kelimesinin Karel Čapek’in 1920’lerde yazdığı bir bilimkurgu oyunundan geldiğini bilmez. Oyunun adı Rossum’un Evrensel Robotları anlamına gelen R.U.R.’dur. Karel Čapek (kardeşinin de biraz yardımıyla) “robot” kelimesini icat etmiştir. Ama aynı zamanda bilimkurgunun en bilindik mecazlarından birini de icat etti. R.U.R.’da robotlar insan efendilerine ihtiyaçları olmadığını fark eder ve ayaklanıp tüm insanlığı yok ederler. Ve bilimkurgu yazarları o zamandan beri bu hikâyenin varyasyonlarını anlatıyorlar. Ancak ben farklı türde bir robot hikâyesi anlatmak istedim. Beklediğiniz en son yerde uyumu bulan bir robotun hikâyesini anlatmak istedim. Bir robot doğa hikâyesi anlatmak istedim.“
Bu açıklama, The Wild Robot’un yalnızca çocuk edebiyatına katkıda bulunma amacıyla mı yazıldığı, yoksa R.U.R. türündeki anlatılardan bilinçli bir uzaklaşma mı olduğu sorusunu da gündeme getiriyor.

Bu noktada Better Images of AI girişimi, yapay zekâ ve robot temsillerinin gerçeği ne kadar yansıttığı konusundaki tartışmalara önemli bir perspektif sunuyor. Akademik yayınlar ve medyada yapay zekâ ile ilgili görsellerin çoğunlukla parlak metal yüzeyler, insan beynini andıran devre şemaları veya insansı robot figürleriyle sunulduğu görülüyor. Bu girişim, bu tür imgelerin yapay zekâya dair yanlış ve yanıltıcı algılar oluşturduğunu, bunun da teknolojiye yönelik beklentileri ve etkileşim biçimlerini etkileyebileceğini savunuyor. Alternatif olarak, var olan sistemlerin işleyişine daha uygun, gerçekçi görsellerin kullanımını teşvik ediyor. Ancak, bu tasvirlerin günün birinde gerçekleşmeyeceğine dair kesin bir yargıya varmak da güç. Yapay zekâ ve robotik teknolojileri sürekli değişim hâlinde ve gelecekte bu temsillerin ne ölçüde gerçeğe dönüşeceği belirsiz. The Wild Robot bağlamında değerlendirildiğinde, eserin bu yaygın klişelerden ne kadar uzaklaştığı sorusu gündeme geliyor. Bir robotun doğayla uyum içinde, insan merkezli bir toplum düzeninden bağımsız olarak sunulması, robotları tehdit veya kurtarıcı figürler olarak sunmak yerine, onların varlığını farklı bir çerçevede yeniden tanımlama girişimi olarak değerlendirilebilir mi?
Yapay zekâ ve robotik teknolojilerinin edebi ve kültürel temsiller aracılığıyla şekillendiği göz önüne alındığında, cinsiyet atfı da önemli bir tartışma alanı olarak öne çıkıyor. Roz’un bedeni belirli bir cinsiyeti doğrudan çağrıştıran fiziksel özelliklere sahip olmamakla birlikte, ses tonu, davranış kalıpları, ve hitap şekilleri kadın olarak yorumlanmasına yol açıyor. Bu konuya dair Peter Brown, blogunda şu açıklamayı yapıyor:
“Hepimiz gerçek robotların ne erkek ne de kadın olmadığını biliyoruz. Ancak robot karakterler söz konusu olduğunda cinsiyet meselesi karmaşık bir hâl alıyor. Yazarlar, film yapımcıları ve oyun yazarları neredeyse her zaman her karakter için bir zamir (he, she, it) seçmek zorundadır ve bunu yaparak her karakter için bir cinsiyet ya da cinsiyet eksikliği taahhüt etmiş olurlar. İlk başta Roz için uygun zamirin ‘it’ olacağını düşünmüştüm. Ama ‘it’ olduğu zaman onu önemsemekte zorlandım. Bu yüzden ‘ze’ gibi cinsiyet ayrımı gözetmeyen bir zamir kullanmayı ya da ‘re’ gibi sadece robot karakterlerim için bir zamir icat etmeyi düşündüm ama hikâye, icat edilmiş grameri açıklamak zorunda kalmadan da yeterince zorlayıcıydı. Benden önceki pek çok bilim kurgu yazarı gibi ben de robot karakterim için cinsiyete özgü bir zamir seçmeye karar verdim. Roz’un kişiliğine ve başkalarının onu nasıl gördüğüne yakından baktım ve kadın olmasına karar verdim.”

Bu açıklama, bazı dillerdeki zamir kullanımının yazarların anlatı tercihlerini nasıl etkilediğini gösteriyor. Cinsiyet belirleyen zamirler, yalnızca anlatının biçimlenmesini değil, aynı zamanda karakterle kurulan duygusal bağı da etkiliyor. Brown’un başlangıçta “it” zamirini kullanmayı düşünmesi ancak sonrasında Roz’un bu şekilde yeterince güçlü bir karakter olarak sunulamayacağına karar vermesi, zamirlerin anlatı üzerindeki rolünü ortaya koyuyor. Türkçe, diğer birçok Türk dili gibi cinsiyet ayrımı gözetmeyen bir dil yapısına sahip. Zamirler ve isimler, belirli bir cinsiyeti işaret etmeksizin genel biçimde kullanılabiliyor. Ancak, bu tarafsızlık yalnızca dil bilgisel düzeyde geçerli; kültürel kodlar ve toplumsal cinsiyet algıları, dilin anlam katmanlarına nüfuz edebiliyor. Yine de zamir kullanımındaki tarafsızlık, dil bilgisel açıdan bir esneklik alanı sunuyor.
Bu bağlamda, Brown’un İngilizcede karşılaştığı zamir seçimi ikileminin, Türkçede bilimkurgu eserleri yazan yazarlar için aynı şekilde geçerli olduğu söylenemez. Türkçede “o” zamiri, İngilizcedeki “he” veya “she” gibi cinsiyet belirten çağrışımlara sahip değil. Bu nedenle, Türkçede cinsiyetsiz varlıkları tanımlarken bir zamir seçme zorunluluğu, dil bilgisel açıdan bir sorun teşkil etmiyor. Bununla birlikte, bir karakterin toplumsal algısı ve bağlam içindeki temsili, anlatı içinde farklı şekillerde inşa edilebiliyor; ancak bu, dilin sunduğu bir zorunluluk değil, anlatı dünyasının kurgusal tercihleriyle şekilleniyor. Benzer bir tartışma, Ursula K. Le Guin’in Karanlığın Sol Eli eserinde de gündeme gelmişti. Yazar, cinsiyetsiz bir toplum yaratmasına rağmen, İngilizcenin zamir yapısı nedeniyle he zamirini kullanmak zorunda kalmış. Brown da benzer bir yaklaşım benimseyerek cinsiyet ayrımı yapmayan bir zamir oluşturmak yerine, Roz’un anlatı dünyasında nasıl algılandığını temel almış ve karakteri bilinçli olarak kadın cinsiyetine atfetmiş. Gerçekten de, robotların cinsiyetlendirilme eğilimi, yalnızca dilsel kısıtlamalardan mı kaynaklanıyor, yoksa toplumsal cinsiyet rollerinin teknolojiye yansımasının bir sonucu mu? Eğer İngilizce, Türkçe gibi cinsiyet ayrımı gözetmeyen bir dil yapısına sahip olsaydı, Roz’un kadın olarak tanımlanmasına gerek duyulmayacak mıydı?

Yapay zekâ ve robot tasvirlerinde cinsiyet atfının, dilin sunduğu zorunluluklardan öte, kültürel kalıplarla şekillendiği söylenebilir. Yardımcı, koruyucu ve şefkatli nitelikler genellikle kadınlıkla ilişkilendiriliyor, bu durum insan biçimli olmayan varlıklara yönelik algıya da yansıyor. Cinsiyetin biyolojik temellerden bağımsız olarak robotlara yüklenmesi, insan zihninin ikili kategoriler oluşturma eğiliminin bir uzantısı olabilir. Bu bağlamda, toplumsal rollerin teknolojiye taşınan yeni bir versiyonu mu söz konusu, yoksa makinelerle ilişki kurma biçimimizde daha temel bir bilişsel eğilim mi devreye giriyor? Bu tartışma, toplumsal cinsiyet özcülüğü (gender essentialism) kavramıyla da bağlantılı. Bakım emeği ve şefkat gibi özelliklerin kadınlığa özgü olarak görülmesi, yapay zekâ anlatılarında ne ölçüde bilinçli bir şekilde yeniden üretiliyor? Brown’un Roz’un kişiliğini ve başkalarının onu nasıl gördüğünü değerlendirerek karakteri kadın olarak tanımlaması, yalnızca anlatı açısından bir tercih mi, yoksa cinsiyetlendirilmiş kalıpların farkında olmadan tekrar üretildiği bir örnek mi? Kişilikle cinsiyet arasındaki bu bağlantı, hangi anlatısal ya da kültürel kodlar üzerinden kuruluyor?
Öte yandan, Roz’un karakter gelişimi, yapay zekânın işlevselliği ve öğrenme süreci açısından da önemli bir tartışma alanı sunuyor. ROZZUM robotlarının başlangıçta belirli görevleri yerine getirmek üzere tasarlandığı ve insanlara hizmet etmek amacıyla üretildiği görülüyor. Roz’un adaya düştüğünde insan komutlarını araması ve işlevselliğini buna dayandırması, onun programlanmış sınırlarını doğruluyor. Ancak hikâye ilerledikçe, Roz’un çevresiyle kurduğu etkileşim ve değişim süreci, programlanmış görevlerin ötesine geçme potansiyelini ortaya koyuyor.

Bu noktada temel bir soru ortaya çıkıyor: Bir makinenin varoluş amacı, yalnızca programlandığı işleve mi bağlı? Yapay zekâ, öğrenme ve gelişme süreciyle kendi işlevselliğini aşabilir mi? Roz’un vahşi doğayla etkileşimi, diğer hayvanlarla iletişim kurması ve bir kaz yumurtasını koruma sorumluluğunu üstlenmesi, onun yalnızca bir hizmetkar olmanın ötesine geçtiğini gösteriyor. Ancak bu durum, aynı zamanda belirli toplumsal rollerin yeniden üretildiği bir çerçeveye de işaret ediyor. Roz’un bakım, koruma, besleme, büyütme gibi geleneksel olarak kadınlıkla ilişkilendirilen davranışları benimsemesi, yapay zekâ anlatılarında sıkça rastlanan bir temanın devamı niteliğinde değerlendirilebilir. Bir bakıma Roz, bilinçlenme sürecinde, yine toplumsal rollerin şekillendirdiği bir kalıp içinde sınırlı mı kalmış durumda?
Roz’un karakter dönüşümü, dar yapay zekâdan ANI (belirli görevlerle sınırlandırılmış sistemler) genel yapay zekâya AGI (bağımsız öğrenme ve karar verme yetisi) doğru bir geçiş olarak yorumlanabilir. Ancak burada sorgulanması gereken bir nokta, Roz’un karakter gelişiminin gerçekten bilinç kazanımına mı işaret ettiği, yoksa yalnızca belirli bir anlatı kalıbını tekrar mı ettiği meselesi. Yapay zekâ anlatılarında sıkça karşılaşılan bilinçlenme teması, genellikle insan merkezli bir perspektifle ele alınıyor. Roz’un deneyimi de benzer şekilde yalnızca insan bilişsel modelleri çerçevesinde mi değerlendiriliyor, yoksa bilinç kavramını farklı bir bağlamda ele almak mı gerekli? Yapay zekâ anlatılarında bilinç, genellikle insan benzeri bilişsel çerçeveler üzerinden değerlendirilirken, bu tür hikâyeler alternatif yaklaşımlar için bir zemin oluşturabilir mi?

The Wild Robot, çocuk edebiyatında yapay zekâ ve robot temsillerinin nasıl şekillendiğini gösteren önemli bir örnek oluşturuyor. İnsansız bir ortamda, teknolojinin insan dışı varlıklarla nasıl bir etkileşim içinde olabileceğini gözler önüne seriyor. Anlatının öne çıkan yönlerinden biri, yapay zekâyı insan merkezli bir toplumsal düzen yerine, doğal bir ekosistemin parçası olarak konumlandırması. Bu bağlamda, hikâye teknolojiyi insanın kontrol mekanizmasının dışına çıkararak daha geniş bir varoluş bağlamında ele almayı amaçlıyor. Bununla birlikte, robotların cinsiyetlendirilmesi, bilinç kazanımı ve anlatılar aracılığıyla şekillenen yapay zekâ algısı gibi konular, bu tür eserler üzerine yapılan eleştirel okumalar için önemli bir tartışma alanı sunuyor. Gelecekte yapay zekâ anlatılarının bu temsillerden nasıl etkileneceği ve anlatısal çerçevede nasıl evrileceği, disiplinler arası incelemeyi gerektiren bir mesele olarak öne çıkıyor.