Dünya, tarihi boyunca birçok kez göktaşı çarpışmalarına maruz kaldı. En bilinen örnek, yaklaşık 66 milyon yıl önce dinozorları yok eden Chicxulub göktaşı. Günümüz Meksika körfezine çarpan göktaşı, yaklaşık 15 kilometre çapında bir cisimdi ve Dünya’ya çarptığında ortaya çıkan enerji, Hiroşima’ya atılan atom bombasının 5 ila 10 milyar katıydı. Bu da 100 trilyon ton TNT gücüne denk geliyordu. Çarpışma, dünya çapında yangınlar, tsunamiler ve atmosferde büyük değişiklikler yaratarak Kretase-Tersiyer kitlesel yok oluşunu tetikledi.
Görüldüğü gibi, büyük çaplı göktaşlarının çarpması Dünyamız da dâhil olmak üzere evrendeki tüm gezegenler için küresel bir yıkım anlamına gelebiliyor. Şimdilik bu tür bir çarpışmanın yaşanma ihtimali düşük olsa da, bilim insanları bu tehlikeyi göz ardı etmememiz ve çeşitli önlemler ve hayatta kalma stratejileri geliştirmemiz konusunda hemfikir. Elbette böylesi bir konu film yapımcılarının da dikkatinden kaçmıyor. Dünya’ya çarpmak üzere olan göktaşlarını konu alan çok sayıda film var. Bu filmlerde, Dünya’ya büyük bir göktaşının yaklaştığı saptanıyor ve imha edilmesi ya da rotasının değiştirilmesi üzerine hummalı bir çalışmaya girişiliyor.
Hollywood filmleri, özellikle Deep Impact ve Armageddon, göktaşlarına karşı nükleer bombalar kullanarak insanlığın bu tehdidi bertaraf edebileceği fikrini popüler hale getirdi. Ancak bu filmlerde anlatılan yöntemler, bilimsel gerçeklerle büyük ölçüde çelişiyor. Büyük bir göktaşı tehdidine karşı nükleer bomba kullanmanın ne kadar gerçekçi olduğu tartışmalı. Bunun yerine hangi alternatifler değerlendirilebilir? Çarpışmanın kaçınılmaz olduğu durumlarda türümüz nasıl hayatta kalabilir? Uluslararası anlaşmalar bu tür müdahaleler hakkında neler diyor? Haydi gelin, tüm bu soruların ışığında Dünya’ya yaklaşan bir göktaşına bilimkurgu filmlerindeki gibi nükleer bombalarla müdahalede bulunmak mümkün mü konusunu masaya yatıralım.

Öncelikle aşılması gereken ilk zorluk diplomatik olacaktır. Uluslararası anlaşmalar böylesi bir iş için yasal kısıtlamalar getirmektedir. Uzaya nükleer silah yerleştirme veya uzayda nükleer patlamalar yapma fikri yalnızca teknik olarak değil, aynı zamanda hukuki olarak da büyük engellerle karşı karşıyadır. 1967 Dış Uzay Antlaşması (Outer Space Treaty), uzayın yalnızca barışçıl amaçlarla kullanılmasını teşvik eder. Özellikle şu maddeleri içerir:
- Nükleer silahların ve diğer kitle imha silahlarının uzaya yerleştirilmesi yasaktır.
- Dünya yörüngesi, Ay ve diğer gök cisimleri askeri amaçlarla kullanılamaz.
Bu, uzayda nükleer silah kullanarak göktaşlarını yok etme fikrini uluslararası hukuk açısından yasa dışı hâle getirmektedir. Nükleer Test Yasağı Anlaşması da uzayda nükleer testlerin yapılmasını yasaklamaktadır. Bunun temel sebebi, radyoaktif kirliliğin önlenmesi ve uzay araştırmalarının güvenli bir şekilde yürütülmesidir. Madem hayali bir durum üzerinden senaryo üretiyoruz, diyelim ki BM acil olarak toplandı ve tüm dünyayı ilgilendiren bu sorunun çözümü için söz konusu anlaşmayı bir süreliğine iptal etti. Bu kez de karşımıza başka sorunlar çıkacaktır.
En başta işin lojistik zorluklarının aşılması gerekecektir. Nükleer başlık taşıyan bir roketin fırlatılması sırasında ciddi riskler ortaya çıkabilir. Roketin fırlatma sırasında patlaması durumunda, taşıdığı radyoaktif materyal atmosfere yayılabilir. Roket, arızalanıp yere düşerse taşıdığı nükleer materyal büyük bir çevresel felakete neden olabilir. Uzaya gönderilen radyoaktif materyallerin yörüngede zarar görmesi veya patlaması, uzun vadede büyük bir tehdit oluşturabilir.

Başarılı bir uçuş olduğunu ve bombayı uzaya çıkardığımızı varsayalım. Ne yazık ki sorunlarımız hâlâ bitmedi. Göktaşının içine nükleer bir bomba yerleştirmek için yüzlerce metre derinliğe inebilecek büyük ve ağır bir delici makine gerekecektir. Bu tür bir ekipmanı uzaya taşımak, günümüz teknolojisiyle neredeyse imkânsızdır. Büyük delme makineleri için güçlü enerji kaynakları lazım. Uzayda böylesine büyük bir jeneratörü veya enerji sistemini çalıştırmak ise büyük zorluklar içeriyor. Göktaşları genellikle hızlı döner ve düzensiz şekillere sahiptir. Böylesine büyük bir sondaj aracının göktaşına iniş yapması, sabit kalması ve sondajı tamamlaması çok zor. Göktaşları düzensiz şekillidir ve kütle çekimleri son derece zayıftır. Bu, sondaj makinelerinin stabil çalışmasını güçleştirecektir. Zira delme işlemi sırasında makineler göktaşının yüzeyinden savrulabilir. Göktaşlarının yüzey yapısı homojen değildir; bazı bölgeleri sert kaya, bazı bölgeleri ise gevşek ve kum benzeri malzemelerden ve hatta buzdan oluşur. Bu da sondaj sürecini tahmin edilenden çok daha karmaşık hâle getirebilir.
Hadi diyelim kusursuz bir planlama ile tüm bu lojistik zorluklar aşıldı, o zaman da daha büyük bir sorun karşımıza çıkacaktır. Nükleer patlama göktaşı üzerinde büyük bir etki yaratabilir. Ancak bu, göktaşını tamamen ortadan kaldırmak yerine onu birçok küçük parçaya ayıracaktır. Eğer parçalar yeterince büyükse, bunlar da Dünya’ya çarparak daha geniş alanlara zarar verebilir. Tek bir büyük göktaşının tek bir noktaya çarpması yerine, irili ufaklı binlerce göktaşı Dünya’nın çok geniş bir alanına eş zamanlı olarak düşecek ve bu da tek bir büyük göktaşının çarpmasından bile daha yıkıcı sonuçlar doğuracaktır.
Deep Impact ve Armageddon gibi yapımlarda, göktaşlarının nükleer patlamalarla yok edilebileceği anlatılmaktadır. Ancak görüldüğü gibi bilimsel gerçeklik bu senaryolardan çok farklıdır. Burada en gerçekçi senaryo şöyle olabilir: Nükleer bomba göktaşının yüzeyinde patlatılırsa, patlama sonucu oluşan buharlaşma göktaşının yörüngesini değiştirebilir. Ancak küçük çaplı göktaşları için işe yarayabilecek bu yöntem, büyük göktaşlarında pek de etkili olmayacaktır. Yani Chicxulub gibi dünyadaki yaşamı sıfırlayabilecek, bizim için asıl tehlike arz eden büyüklükteki bir göktaşı için bu yöntem etkili değildir.

Tüm bu zorluklar göz önüne alındığında, nükleer bombaları göktaşına gömme fikri bilimsel olarak uygulanabilir bir çözüm olmaktan uzaktır. NASA ve diğer uzay ajansları, büyük göktaşlarına doğrudan nükleer bomba yerleştirip patlatmanın kontrolsüz ve riskli olduğunu kabul etmektedir. Bu yüzden, göktaşı tehditlerine karşı daha gerçekçi çözümler geliştirilmektedir. Göktaşı tehdidine karşı aslında tam olarak savunmasız değiliz. Birtakım yöntemler geliştirilmiş ve hatta bazılarında gerekli testler de yapılmıştır:
- Kinetik Çarpıcılar: Küçük bir uzay aracı, göktaşı ile çarpışarak yörüngesini değiştirebilir. NASA’nın DART görevi bu yöntemin başarılı olabileceğini göstermiştir.
- Yerçekimi Traktörü: Bir uzay aracı, göktaşına yakın bir yörüngede hareket ederek kütle çekimini kullanıp yörüngesini değiştirebilir.
- Lazer Isıtma: Göktaşının yüzeyi yüksek enerjili lazerlerle ısıtılarak yörünge değişikliği sağlanabilir.
Ancak ne olursa olsun, Dünya’nın çekimine kapılmış büyük bir göktaşının tespiti durumunda en gerçekçi senaryo onu yok etmek değil, çarpmanın kaçınılmazlığını kabullenip insanlık olarak hayatta kalmaya odaklanmamızdır. Büyük bir göktaşı çarpması, Dünya üzerinde yıkıcı etkilere yol açabilir. Chicxulub çarpışması gibi bir olay küresel yangınlar, devasa tsunamiler ve uzun süreli iklim değişiklikleriyle medeniyeti tehdit edebilir. Böyle bir felaketten sağ kalmak için insanlığın çok yönlü stratejiler geliştirmesi şarttır. Bu stratejiler arasında yer altı sığınakları, uzay kolonileri ve iklim değişikliklerine uyum sağlayacak teknolojiler öne çıkmaktadır.

Yeraltı sığınakları, göktaşı çarpmasının ilk şokunu atlatmak için en kritik çözümlerden biridir. Çünkü çarpışma sonrası yüzeyde oluşabilecek aşırı sıcaklıklar, yangın fırtınaları ve radyasyon, yaşamı imkânsız hâle getirebilir. Bu nedenle, derin yer altı sığınakları inşa etmek hayati önem taşımaktadır. Bu sığınaklar, en az birkaç yüz metre derinlikte olmalı ve hava filtreleme, su arıtma, enerji üretimi gibi temel yaşam destek sistemleriyle donatılmalıdır. Ayrıca, uzun süreli gıda stokları ve kapalı tarım sistemleri, sığınaklarda yaşayan insanların besin ihtiyacını karşılamak için gereklidir. Norveç’teki Svalbard Küresel Tohum Deposu gibi projeler, böyle bir felaket sonrası tarımın yeniden başlatılmasına yardımcı olabilir. Dünyanın çeşitli yerlerinde bu gibi amaçlarla inşa edilmiş sığınaklar olduğu bilinmektedir.
Uzay kolonileri, Dünya’nın yaşanmaz hâle gelmesi durumunda insanlığın devamını sağlamak için bir başka seçenektir. Mars ve Ay, bu konuda en çok araştırılan hedefler arasındadır. Mars, Dünya’ya kıyasla daha zorlu koşullara sahip olsa da yer altı yaşam alanları ve kapalı ekosistemlerle sürdürülebilir bir koloniye ev sahipliği yapabilir. NASA ve SpaceX gibi kuruluşlar, Mars’ta insan yerleşimi için çalışmalar yürütüyor. Hatta 2050 yılında ilk kolonilerin kurulup ilk göçmenlerin Mars’a gönderilmesi hedefleniyor. Ay ise Mars’a göre Dünya’ya daha yakın olduğu için acil bir sığınak görevi görebilir. Ay’ın kutuplarındaki su buzları, içme suyu ve oksijen üretimi için kullanılabilir. NASA’nın Artemis programı, 2030’larda Ay’da kalıcı bir üs kurmayı hedefliyor.
Göktaşı çarpmasının en büyük etkilerinden biri de küresel iklim değişikliği olacaktır. Atmosfere yayılan toz ve duman, güneş ışığını engelleyerek uzun süreli bir soğumaya yol açabilir. Bu durum, tarım sistemlerinin çökmesine ve gıda krizine neden olabilir. Böyle bir senaryoda kapalı tarım sistemleri ve alternatif besin kaynakları hayati önem kazanacaktır. Hidroponik ve aeroponik tarım yöntemleri, topraksız bitki yetiştirmeye olanak tanırken, mantar ve alg gibi fotosenteze bağımlı olmayan besin kaynakları da gıda güvenliğini sağlamada rol oynayabilir. Ayrıca, atmosferdeki oksijen seviyesinin düşmesi durumunda kapalı oksijen üretim sistemleri devreye girebilir. Norveç’teki Svalbard Küresel Tohum Deposu yine bu durumda büyük önem arz etmektedir. Ülkemiz de dâhil dünyanın pek çok coğrafyasında yüksek güvenlikli tohum depoları bulunmaktadır.
Özetle, Hollywood filmlerinde gösterilen nükleer bomba ile göktaşı yok etme fikri, hem teknik ve lojistik hem de hukuki engeller nedeniyle gerçekçi değildir. İnsanlığın en iyi savunması, erken tespit, etkili önleme stratejileri ve uzun vadeli hayatta kalma çözümleridir.