Karanlık, neredeyse dokunulabilir bir perde gibi yayılıyor uzaya. Işık yok, ses yok, sıcaklık yok… Sadece sonsuz bir boşluk. Ve sonra, uzaklarda bir yerden, evrenin derinliklerinden bir titreşim yayılmaya başlıyor. Önce belli belirsiz, sonra giderek artan bir şiddetle parçalanıyor sessizlik. İsviçre’nin soğuk dağlarından yükselen bu ses, Darkspace‘in kozmik dehşeti notalarla karşılama çabası. 1999 yılında Bern’in karanlık kış gecelerinde üç gölge buluşuyor. Wroth, Zhaaral ve Zorgh. İsimleriyle bile gizemi beslemeyi seçen üç müzisyen. Amaçları basit ama derinlikli: Evrenin kayıtsız boşluğunu, insanın kozmik ölçekteki önemsizliğini ve yok olma korkusunu müziğe dönüştürmek.
Stüdyoya giriyorlar. Işıkları söndürüyorlar. Uzayı düşünüyorlar. Ve “Dark Space I” doğuyor. 2003 yılında dünyayla buluşan bu ilk müreccep, evrenin dehşetini ve soğuğunu omuzlayıp müzikseverlerin kulaklarına ulaşıyor. Müzik endüstrisinin ana damarlarından uzak, sadece black metalin yeraltı nehirlerinde akıyor Darkspace‘in müziği. Dinleyenler şaşkın. Alışılageldik black metalden farklı bir şey bu. Elbette hızlı davullar, distorsiyonlu gitarlar, scream vokaller mevcut ama bunların arasında uzak galaksilerden gelen garip elektronik sesler, kozmik sintisayzır pasajları ve boşluğun kendisini hissettiren uzun sessizlikler var. Parçalar 20-30 dakika sürüyor ve bu süre içinde dinleyiciler âdeta bir kara deliğin olay ufkuna sürükleniyor. Dakikalar ilerledikçe zamanın anlamı yitiyor. Geriye sadece o an, o boşluk ve o dehşet kalıyor.

“Dark Space II” (2005) ile grup, kozmik yolculuğunu derinleştiriyor. İsviçre’nin dondurucu kışlarında, Wroth’un aynı zamanda sürdürdüğü Paysage d’Hiver projesinin soğuk atmosferi ile Darkspace‘in kozmik boşluğu birbirine karışıyor. Soğuk uzay ve donmuş dünya, aynı müzikal atmosferin farklı yansımaları oluyor. 2008’de “Dark Space III” geldiğinde, grup artık kendi müzikal evrenini tamamen oturtuyor. Şarkı isimleri bile minimalist: “Dark 3.1“, “Dark 3.2“… İsimlerin basitliği, müziğin kompleksliğine tezat oluşturuyor. Vokallerden dökülen sözler anlaşılmak için değil, evrenin sonsuz boşluğunda yankılanan anlamsız sesler olarak var olmak için.
Yıllar geçiyor. Darkspace, çok nadiren canlı performans sergiliyor. Sahneye çıktıklarında yüzleri boyalı, giysileri kozmik temalı. Bir ritüel gibi geçiyor konserler. Dünya’dan kopup uzayın boşluğuna adım atmak gibi. 2014 yılında yayımlanan “Dark Space III I“, grubun o ana kadarki en atmosferik albümü oluyor. Artık black metalin klasik unsurlarından çok, uzay temalı sentetik sesler ve elektronik atmosferler öne çıkıyor. Dinleyici, bir uzay mekiğinin penceresinden görülen sonsuz boşluğa bakıyor gibi.

2019’da Zorgh, yerini Yhs‘ye devrediyor. Sessizlik büyüyor. Uzun bir süre yeni albüm gelmiyor. Ta ki takvimler 2024’ü gösterene dek. Bu uzun bekleyiş, “Dark Space -II” ile nihayete eriyor. Grup, bizleri evrenin anaforlarında bir yolculuğa daha çıkarıyor. Albüm, kademeli müzikal tırmanışı ile dinleyenleri seyri giderek hızlanan kozmik bir dehşetin kucağına itiyor. Yarattıkları etkiyse durmaksızın artıyor. Arcturus, Dissection, Samael gibi gruplardan ilham alan Darkspace, Mesarthim‘den Mare Cognitum ve Midnight Odyssey‘e kadar birçok topluluğa da yol gösteriyor.
Darkspace‘i bir değirmen gibi düşünün. Öğütülenler de evrenin soğuk, karanlık ve dehşet verici doğasını anlama çabamız. Bu değirmenden çıkan un ise bilimkurgu ve kozmoloji temalı, insan varlığının önemsizliğini ve evrenin devasa boşluğunu sorgulayan sıra dışı bir müzikal deneyim. Bugün, atmosferik black metal sahnesinin bu özgün temsilcilerini dinlerken sadece müzikal bir ziyafet yaşamıyoruz, aynı zamanda kendi varoluşumuzu, evrende kapladığımız yeri ve bu sonsuz boşlukta ne anlama geldiğimizi de sorguluyoruz. Ve belki Darkspace‘in gerçek başarısı da bu sorgulamayı başlatabilmeleri. Güneş Sistemi’mizin çok ötesinde, galaksiler arası boşlukta, hiçbir yıldız ışığının ulaşamadığı o karanlık dehlizlerde grubun notaları yankılanıyor. Evrene yaydığı titreşimler, şimdi sonsuzluğa doğru yol alıyor…