Mare_Cognitum_-_Luminiferous_Aether

Mare Cognitum: Kozmik Karanlığın Şiirsel Senfonisi

Mare Cognitum, 2011 yılında atmosferik black metal sahnesinin en etkileyici solo projelerinden biri olarak doğdu. “Bilgi Denizi” anlamına gelen “Mare Cognitum“, âdeta bilinmezliğin kıyısında bekleyen bir keşif gemisiydi. Sonsuzluğun kara sularında yol almaya başlayan proje, ilk nefesini “The Sea Which Has Become Known” adlı demo çalışmasıyla verdi. Uzayın sessiz çığlıklarını andıran bu ilk eser, yeraltı metal sahnesinin karanlık koridorlarında yankılandı. Jacob Buczarski‘nin gitar telleri, kozmik radyasyonun görünmez ışınları misali dinleyicilerin ruhuna nüfuz ediyordu.

2012 yılına gelindiğinde, “An Extraconscious Lucidity” albümü kozmik bir fırtına gibi sahnede belirdi. Albümün her notası, galaksilerin spirallerini andıran bir dans içinde yıldızların doğumunu ve ölümünü müzikal bir dille anlatıyordu. Jacob’ın tek kişilik evreninde gitar rifleri kara delikler gibi her şeyi içine çekiyor, blast beatler nebula patlamaları gibi uzayı dolduruyordu. Ve sonra yıldızlar hizalandı. Yunanistan’ın karanlık göğünden gelen Spectral Lore ile birleşen Mare Cognitum, 2013’te “Sol” adlı kozmik bir senfonide buluştu. İki solo projenin bu dansı, sanki iki galaksinin birleşmesini andırıyordu; farklı ama bir o kadar da uyumlu, kaotik ama bir o kadar da kusursuz.

Karanlık yolculuğuna devam eden Buczarski, 2014’te “Phobos Monolith” ile kozmik dehşetin ve güzelliğin birleştiği bir anıt dikti müzik tarihine. Mars’ın uydusundan adını alan albüm, korku ve hayranlığın ince çizgisinde gezinen notalarla evrenin soğuk kayıtsızlığını yansıtıyordu. Gitar telleri bazen kozmik radyasyonun yakıcı ışınları gibi keskin, bazen de yıldız tozlarının nazik dansı gibi yumuşak sesler çıkarıyordu. 2019’da “Luminiferous Aether“, Mare Cognitum‘un kozmik yolculuğunda yeni bir durak oldu. 19. yüzyıl fizikçilerinin ışığın yayılması için gerekli olduğunu düşündüğü gizemli maddeye atıfta bulunan eser, dinleyicileri madde ve enerji arasındaki ince çizgide gezdiriyordu. Jacob’ın müziği, eter gibi her yerde var olan ama elle tutulamayan bir varlığa dönüşmüştü.

Kozmik dansın ikinci perdesi, Mare Cognitum ve Spectral Lore‘un 2020’de “Wanderers: Astrology of the Nine” projesinde tekrar buluşmasıyla açıldı. Güneş Sistemi’mizin dokuz gezegeni için bestelenmiş bu kozmik senfoni, âdeta evrensel bir hac yolculuğuydu. Mare Cognitum‘un üstlendiği Jüpiter, Satürn ve Neptün bölümleri, bu heybetli gaz devlerinin karanlık ihtişamını, fırtınalı atmosferlerini ve gizemli halkalarını müzikal bir dille resmediyordu. Her nota, gezegenin etrafında dönen uyduların sessiz dansı gibiydi. Derken pandemi yıllarının kozmik sessizliğinde, 2021’de “Solar Paroxysm” doğdu. Güneş patlamalarının şiddetini, kozmik radyasyonun yakıcılığını anlatan albüm, kaosun ve düzenin ince dengesini yansıtıyordu. Albüm, güneş fırtınalarının yıkıcı güzelliği gibi hem dehşet verici hem de büyüleyiciydi.

Mare Cognitum‘un müzikal dokusunda geleneksel black metalin ham enerjisi, post-rockın melodik derinliği ve ambient müziğin kozmik genişliği bir araya geliyor. Jacob’ın tremolo picking tekniği, yıldız kümelerinin titreşimlerini andırıyor; blast beat’ler süpernova patlamalarının ekoları gibi; atmosferik synthler ise uzay boşluğunun sessiz şarkısını söylüyor. Buczarski, evrenin karanlık sırlarını şiirsel bir dille keşfediyor. Şarkı sözlerinde varoluşçu sorgulamalar ve kozmolojik keşifler iç içe geçiyor. Her şarkı, insanın evrendeki yalnızlığını, dehşetini ve hayranlığını haykırıyor.

Mare Cognitum, hâlâ Jacob Buczarski’nin münzevi kozmik yolculuğu olarak kalmaya devam ediyor. Sahne ışıklarından uzak bir şekilde ötelerdeki yıldızların sessiz şarkıları notalara dökülüyor. Bizlerle buluşan her albüm, uzayın derinliklerine atılmış bir mesaj edasıyla bilinmeyene doğru yol alıyor. Bugün Mare Cognitum, atmosferik black metal evreninde parlayan bir süpernova. Yüklendiği ezgiler ise yıldız tozundan yapılmış bir şiir misali hem kırılgan hem sonsuz; hem karanlık hem aydınlık; hem dehşet verici hem huzur dolu. Kısacası Mare Cognitum, sadece bir ses deneyimi değil, sonsuzluğun eşiğinde duran insanın hissettiği huşu ve dehşetin müzikal bir ifadesi…

Yazar: İsmail Yamanol

Amatör bir düş gezgini, saplantılı bir bilimkurgu hayranı. Kuruculuğunu ve genel yayın yönetmenliğini üstelendiği Bilimkurgu Kulübü'nde at koşturmayı sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

bilimkurgu felsefe

Bilimkurgu ve Felsefe: Geleceği Düşünmenin Yolları

Bilimkurgu ve felsefe, insanın evreni, bilinci ve varoluşu anlama çabasını paylaşan iki alandır. Felsefe, soyut …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin