Isaac Asimov için ne desek, ne yazsak az kalır. O, kütüphanelerin büyülü yerler olduğunu çocuk yaşta keşfetmiş bir kitapkurdu. Öyküleri henüz yirmi yaşına gelmeden dergilerde yer bulmaya başlamış bir öykücü. Bilimkurgu edebiyatının gidişatını değiştirmiş büyük bir usta. Yazdıklarıyla olduğu kadar, konuşmalarıyla da insanları etkileyen bir eğitimci. Aklınıza gelecek her konuda eser vermiş üretken bir kişi. Yazmanın kendisi için nefes almaktan farksız olduğunu düşünen ve ölümü daktilosunun başında karşılamak isteyen efsanevi bir isim. Dilimize en fazla eseri çevrilen bilimkurgu yazarı. Ve bilimkurgu tutkunlarının hayran olduğu bir adam.
Bu yazımızda sizlere, bu büyük yazarın farklı kitaplarda yer alan yedi öyküsünü tanıtacağız. Elbette Asimov’un kaleme aldığı bunca öykü varken işimiz bir hayli zor. “Bu öykü neden yok? Şu öykü de olmadan olur mu?” benzeri sitemkâr sorularınızı şimdiden işitir gibiyiz. Bu yüzden gelin şöyle yapalım. Sizler de kendi favori öykülerinizi belirleyin ve bu öyküleri yazımızın altında paylaşın. Belki sizin seçtiğiniz öyküler de başka bir yazının konusu olur, kim bilir.
Neyse. Lafı daha fazla uzatmayalım ve artık öykülere geçelim. Seçtiğimiz ilk öyküye içinizden kimsenin itiraz edeceğinizi düşünmüyoruz. Bu öykünün adı ROBBİE.
“Neden ağlıyorsun, yavrum? Robbie yalnızca bir makineydi. Eski, pis bir makine! O canlı değildi ki!” Gloria olanca sesiyle, “O makine değildi!” diye bağırdı. “O da tıpkı senin ve benim gibiydi ve benim arkadaşımdı!
Robbie, Isaac Asimov’un üç robot yasası üzerine kurulu Ben Robot (I, Robot / 1950) adlı eserinin açılış öyküdür. Öykü, Gloria ismindeki küçük bir kız çocuğunun, Robbie adlı robotuyla olan duygusal bağını konu edinmiştir. Küçük kız, robotunu sahip olduğu bir nesne olarak değil de dostu olarak görür. Ancak Gloria’nın annesi, bu ilişkiyi sağlıklı bulmayınca devreye girer. Ve robot bir gün evden uzaklaştırılır. Elbette küçük kahramanımız bu durumdan hiç de memnun olmayacaktır. Öykü Robbie’nin, dostluğu ve sevgiyi fazlasıyla hak ettiğini ispatlaması ile sonlanır.
Robbie, Asimov’un makine ile insan arasındaki sınırı silikleştirdiği enfes bir metin olarak listemizin ilk sırasında yer alıyor. Şimdi sıra geldi bir diğer öyküye. Bu öykü, az sayıdaki Büyük Usta’tan biri olan Noel Mayerhof adlı bir adam hakkında. Öykünün adı FIKRACI.
Hayatım boyunca kaç yüz ya da kaç bin fıkra anlattığımı bilemiyorum, ama hiçbir zaman kendim bir fıkra uyduramamıştım. Bir tanecik bile olsa. Ben yalnızca tekrar ediyorum. Bütün katkım onları anlatmaktı. Fıkraları ya birinden duymuş ya da bir yerde okumuştum. Benim fıkraları edindiğim kaynaklar da onları uydurmuş değillerdi. Bir fıkra uydurduğunu ileri süren hiçbir insanla hiçbir zaman karşılaşmadım.
Güçlü sezgilere sahip Mayerhof, bir süper bilgisayar olan Multivac’a soru sorma yetkisi olan bir avuç ayrıcalıklı insandan biridir (Asimov hayranları bu süper bilgisayarı başka öykülerden de hatırlayacaklardır. Özellikle de Son Soru adlı öyküden). Ama günün birinde bu seçkin kişi, Multivac’a fıkra anlatırken görülünce kafalarda soru işaretleri oluşur. Mayerhof süper bilgisayarı kişisel çıkarları için mi kullanmaya başlamıştır, yoksa aklında başka bir şey mi vardır?
Öykünün diğer kahramanları Timothy Whistler ve Trask bu sorunun cevabını (hatta belki de öğrenmek istediklerinden de fazlasını) öykünün sonunda öğreniyorlar. Cevabı siz de merak ediyor musunuz? O halde Fıkracı adlı öykünün, dilimize Dünya Hepimize Yeter (Earth Is Room Enough / 1957) olarak çevrilen kitapta yer aldığını söyleyelim ve diğer bir öyküye geçelim. Bu öykü sirke katılma hayalleri kuran iki çocuk hakkında. Adı da GENÇLİK.
“Bunları sirk gelene kadar saklamam gerek, tamam mı? Bu arada onları neyle besleyeceğimi düşünmem gerek.” Kafes sallanırken tuzağa kısılmış küçük hayvancıklar parmaklıklara sarılmışlardı. Çocuklara hızlı, küçük işaretler yapıyorlardı… sanki zekaları varmış gibi.
Red, arazilerinde bulduğu iki küçük hayvanı, onları, babasıyla birlikte ziyarete gelen Slim’e göstermeye karar verir. Ama arkadaşından bir isteği vardır: Kafese kapattığı bu iğrenç görünüşlü hayvanlardan kimseye bahsetmeyecektir. İkili kısa sürede hayvanlarla birlikte sirke katılma hayalleri kurmaya başlar. Onlar bir yandan hayaller kurup, bir yandan hayvanları nasıl besleyeceklerini düşünürlerken, yemek saatini bekleyen babaları önemli konular konuşmaktadır. Biri gökbilimci, diğeri ise sanayici olan bu iki adam, doğrusu biraz da huzursuzdur. Ama onların neden huzursuz olduğunu ve dışarı gizli işler karıştıran çocukların bilmeden neye bulaştıklarını söylemeyelim isterseniz. Öyküyü açık etmek istemeyiz, değil mi?
Dört uzun öyküden oluşan Marslılar (The Martian Way and Other Stories / 1955) adlı seçkinin ikinci öyküsü olan Gençlik, Asimov’un iyimserliği ve insanoğluna olan inancını ortaya koyan bir metin. Şimdi bu öyküyü arkamızda bırakalım ve hep birlikte sokağın köşesindeki bara uzanalım. Bir sonraki öykümüz bu barda geçiyor. Öykünün adı ise AVCILARIN GÜNÜ.
Sarhoş, “Siz demin dinozorlardan mı söz ediyordunuz, beyler?” dedi. Olduğu yerde biraz sallanıyor, gözleri sanki kanıyorlarmış gibi gözüküyordu. Gömleğinin de bir zamanlar beyaz olduğunu tahminle bilebilirdiniz. Ama konuşması dikkatimizi çekti. Hiç de bir ayyaş gibi konuşmuyordu. Bilmem ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Her neyse. Joe daha sakin bir tavır takınarak, “Evet,” dedi. “Bilmek istediğin bir şey mi vardı?” Ayyaş bize gülümsedi. Tuhaf bir gülüştü onunki. Ağzında başlıyor ama gözlerine erişemeden sona eriyordu. “Bir zaman makinesi yapmak ve geriye giderek dinozorlara ne olduğunu mu öğrenmek istiyorsunuz?”
Üç arkadaş, barda her zamanki masalarının başına çökmüştür. Önlerinde uzun bir akşam vardır ve onlar da bu zamanı içki içerek ve sohbet ederek geçirmeye niyetlidirler. Önce atom bombası üzerine laflarlar. Laf dönüp dolaşıp zamanda yolculuğuna gelir. Bir zaman makineleri olsa ne yapacaklarını tartışmaya başlarlar. İçlerinden biri, bir zaman makinesi olsaydı milyonlarca yıl öncesine gideceğini söyler. Böylece dinozorlara ne olduğunu öğrenebilecektir. Bunun üzerine yan masada oturan bir sarhoş lafa girer ve onlara, dinozorlara ne olduğunu bildiğini söyler. Üç kafadar başta tereddüt etse de, bir süre sonra sıradan bir ayyaştan fazlası gibi görünen bu adamı masalarına davet etmeye karar verirler. Ve bir süre sonra profesör diye çağırmaya başladıkları bu adam, onlara tuhaf olduğu kadar inanılmaz olan bir hikâye anlatmaya başlar.
Avcıların Günü’nde Asimov, başka canlılar üzerinden bizim geleceğimiz hakkındaki korku ve endişelerini aktarıyor. Öykünün Jupiter’i Satıyorum (Buy Jupiter and Other Stories / 1975) adlı seçkide yer aldığını ve kısa ama özellikle son paragrafı ile düşündüren bir öykü olduğunu belirtelim ve hemen bir başka öyküye geçelim: SON SORU’ya.
“Öyleyse her şeyin bir gün tükenmek zorunda olduğunu, biliyorsun.”
“Aman tamam, tamam. Bitmez diyen oldu mu?”
“Sen dedin. ‘Sonsuza kadar ihtiyacımız olan tüm enerjiye sahibiz’ dedin. ‘Sonsuza kadar’ dedin.”
Zıtlaşma sırası Adell’e gelmişti. “Belki bir gün yeni bir yol buluruz,” dedi.
“Asla.”
“Neden olmasın? Bir gün.”
“Asla.”
“Multivac’a sor.”
“Multivac’a sen sor. Haydi bakalım. Beş dolara bahse giriyorum, başka seçenek yok.”
Adell bunu deneyecek kadar sarhoş, soruyu gerekli sembollerle soracak ve işlemleri yapacak kadar ayıktı. Soru yaklaşık olarak şöyleydi: İnsanlık bir gün güneş yaşlanıp öldüğünde net enerji kaybı olmaksızın onu yeniden genç haline döndürebilecek mi?
Ya da daha basitleştirip şöyle diyebiliriz: Evrendeki net entropi miktarı çok büyük ölçüde nasıl azaltılabilir?
Super bilgisayar Multivac’ı konu edinen öykülerden biri olan Son Soru, Asimov’un en sevdiği öyküsüdür. Öyle olması da doğaldır zaten. Büyük yazar bu öyküsünde gerçekten de hayal gücünün sınırlarını zorlamış ve zamanda, insanın hayal dahi edemeyeceği kadar ötelere gidip bakmaya cesaret etmiştir. Hayranlarının da her zaman favorileri arasında yer almış Son Soru, adından da anlaşılacağı üzere Multivac’a sorulan bir soru üzerine kuruludur. Son soru ilk kez 21 Mayıs 2061’de, insanlık ışığa henüz yeni adım attığında sorulur. Sorulma nedeni ise beş dolarlık bir bahistir. Bu soru, aradan binlerce, hatta milyonlarca yıl geçse bile sorulmaya devam edilecek ve her seferinde de Multivac tarafından aynı şekilde yanıtlanacaktır:
“ANLAMLI BİR YANIT İÇİN YETERLİ VERİ MEVCUT DEĞİL.”
Peki Multivac günün birinde yanıt için yeterli veriye sahip olacak mıdır? Bu sorunun cevabını, müthiş bir finalle son bulan öyküye bırakalım isterseniz. Ve hemen başka bir öyküden bahsetmeye başlayalım. Bu öykünün adı BİRİNCİ YASA.
Mike Donovan boş bira bardağına baktı, sıkıntı hissetti ve yeterince gevezelik dinlemiş olduğunu düşündü. Yüksek sesle lafa girdi. “Eğer garip robotlardan bahsediyorsak, bir keresinde Birinci Yasa’yı çiğneyen birine rastlamıştım. Ve bu tamamıyla imkânsız olduğundan olsa gerek, herkes konuşmayı kesip döndü ve Donovan’a baktı.
Öykünün kahramanı Gregory Powell ile birlikte birçok robot öyküsünün kahramanı olan Mike Donovan’dır. Mike bir sohbet sırasında ağzından Birici Yasa’yı çiğneyen bir robota rastladığını kaçırınca herkes şaşırır. Ne de olsa böyle bir şeyin olanağı yoktur. Birinci Yasa şöyledir: Bir robot bir insana zarar veremez ya da zarar görmesine seyirci kalamaz. Mike söylediğine pişman olur ve bir fıkra ile konuyu değiştirmeye çalışır ama artık laf ağzından çıkmıştır bir kere. Meraklı başlar kendisine dönmüştür ve ondan hikâyesini anlatmasını talep etmektedirler. Mike da onlara istediğini verir.
Robot Öyküleri Antolojisi’nde (The Rest of the Robots / 1964) yer alan Birinci Yasa da Asimov’un çarpıcı bir sona sahip öykülerinden biri. Bir robotun hangi durum karşısında Birinci Yasa’yı hiçe sayabildiğini merak ediyorsanız bu öykü tam sizlik.
Ve geldik listemizdeki yedinci ve son öyküye. Bu öykü kendini öldürmek isteyen bir adam hakkında. Adı da KOZMİK KULUÇKA MAKİNESİ.
Ralson pencereye koştu. Blaustein da onu görebilmek için koltuğuna döndü. Pencerelerde demir çubuklar yoktu. Ama Ralson’un dışarı atlaması imkânsızdı, çünkü pencerelere kırılmaz cam geçirilmişti.
Alacakaranlık sona ererken yıldızlar birer ikişer gözükmeye başlıyordu. Ralson onlara büyülenmiş gibi baktı. Sonra da Blaustein’a dönerek parmağıyla yıldızları gösterdi. “Onların her biri bir kuluçka makinesi.”
Karakola girip adının John Smith olduğunu söyleyen adam, kendisini tutuklamalarını ister. Bunu yapmazlarsa intihar edecektir. Komiser Mankiewicz bir suç işlemeden kimseyi tutuklayamayacaklarını söyleyince gözünün ortasına yumruğu yer. İşte gerekli olan suç işlenmiş ve John Smith’in tutuklamasına bir mani kalmamıştır.
Peki kendisini bu adla tanınan adam gerçekte kimdir? Neden kendisini öldüreceğini söylemektedir? Ona ağır gelen gerçek nedir? Gizemi aydınlatmak istiyorsanız Uzayın Bekçileri’nde (Derleme) yer alan Kozmik Kuluçka Makinesi’ni okumanızı tavsiye ederiz. Kim bilir belki de John Smith denen şu adam kendini öldürmek istemekte haklıdır.
Ve evet… Seçkimizin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Buraya kadar bizimle geldiğiniz için teşekkür ederiz. Favori Asimov öykünüzü bize yazmayı unutmayın.