Bilimkurgu, mevcut bilimsel verilerden hareket ederek insanlığın geçmişte ve günümüzde karşılaştığı ya da gelecekte karşılaşabileceği sorunların ve olayların sınırlanmış bir düşçülükle anlatıldığı sanat uğraşıdır. Tanımda geçen “sınırlanmış düşçülük” ifadesi, bir yandan çağdaş bilimkurgunun ne olduğunu ve ne olması gerektiğini belirlerken, bir yandan da bu türün sınırlarını çizmektedir. Bu sınır, bilimkurguyu fantastikten ayıran en önemli unsurdur. Peki ama “sınırlanmış düşçülük” ifadesinden tam olarak ne anlamalıyız? Bilimkurgu, kurgusunu bilimsel bir temele ve mantığa dayandırır. Bilimsel dayanaktan yoksun olan bir üretim, görünürde bilimkurguyu çağrıştırsa bile türün çağdaş kalıplarını tam olarak içermediği için fantastik olarak değerlendirilmeye mahkûmdur. Bu yaklaşım bize, bilimkurgu ile fantastiğin farkını net olarak ortaya koyabilme imkânı vermektedir.
Ancak bilimkurgunun kökenine doğru bir yolculuğa çıktığımızda, ne kadar geriye gidersek bu ayrımın da o oranda belirsizleştiğini görmekteyiz. Türümüzün ve uygarlığımızın gelişim sürecine bakacak olursak, bu durum bizlere şaşırtıcı gelmemelidir. İnsan, soyut düşünce yeteneğine sahip olduğu günden beri düşlemekte, merak etmekte, araştırmakta ve neden-sonuç ilişkisi kurmaktadır. Dolayısıyla, bu yeteneklere sahip bir türün erken tarihinde bile bilimkurgusal yaratılara rastlamak doğaldır. Nitekim neredeyse her kültürün mitolojisi bilimkurgusal anlatılarla bezelidir. Örneğin bir ölümsüzlük arayışını konu edinen Gılgamış Destanı ya da küresel bir felaketi anlatan Nuh Tufanı bile bir açıdan bilimkurgusal özellikler taşımaktadır. Hatta günümüzün çağdaş bilimkurgu yapıtlarında bu tarih öncesi efsanelere benzeyen ardıl anlatılarla karşılaşmak mümkündür.
Ancak mitolojilerden arınmış bir bilimkurgu tarihi ortaya koymak istediğimizde, karşımıza çıkan ilk isim M.S. II. yüzyılda yaşayan Samsatlı Lukianos olmaktadır. Batı’da daha çok Lucian adıyla bilinen yazar, Dünya ötesi bir yolculuğu konu edinen ilk edebiyatçı olarak tarihe geçmiştir. Lukianos’un kaleme aldığı öyküler, Nurullah Ataç’ın çevirisiyle Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları tarafından dilimize de kazandırılmıştır. Yazarın özellikle “Olmuş Bir öykü” (True Story) adlı çalışması, aynı zamanda “Dünyanın ilk erken bilimkurgu öyküsü” olarak da bilinmektedir. Öyküde Lucian ve arkadaşları, bir tekneyle Herkül Sutunları’nın (Cebelitarık) batısındaki denizlere (Atlas Okyanusu) açılmayı başarır. Bu noktada belirtmek gerekir ki, Lucian’ın zamanında Cebelitarık’ın ötesi keşfedilmemiş gizemli bir diyar olarak bilinmekteydi. Tekne bu gizemli su diyarında yol alırken ansızın bir fırtına kopar. Dalgalar, fırtınanın da şiddetiyle gemiyi gökyüzüne fırlatır. Yelkenleri rüzgârda yalazlanan tekneyle birlikte yedi gün yedi gece göklerde çaresiz gezinirler ve sonunda gökyüzünde pırıl pırıl parlayan bir adaya ulaşırlar. Bu ada Ay’dan başkası değildir. Ayrıca bu öykü bizlere, Eski Yunanlılar’ın Dünya ile Ay arasında bir hava akımı olduğuna ve Ay’da solunabilecek bir atmosfer bulunduğuna inandıklarını da göstermektedir.
Öykünün ilerleyen bölümlerinde Lukianos ve arkadaşları, Aylılar ile Güneşlilerin savaşlarına tanıklık eder, başka dünyalarda yaşayanların öykülerini dinler ve sonrasında da yeryüzüne geri döner. Lukianos’un bu öyküyü, Heredotos ve Homeros gibi birtakım yazarlarla alay etmek için kaleme aldığı sanılmaktadır. Her ne amaçla yazılmış olursa olsun, Lukianos bu öyküsüyle ilk kayda değer “erken bilimkurgu” eserini üretmeyi başarmıştır. Lukianos’la ilgili şu küçük bilgiyi de vermek gerek: Kendisi Samsatlıdır. Eski adıyla Samasota kenti, adını büyük ölçüde korumayı başararak günümüze kadar gelmiştir. Samsat bugün, Adıyaman iline bağlı bir ilçedir. Öte yandan, Lukianos’un ana dilinin Süryanice olduğunu ama öykülerini Yunanca yazdığını ve bir dönem Roma’da da yaşadığını biliyoruz.
Lukianos’dan yüzyıllar sonra sahneye çıkan kişi ise ünlü astronom Johannes Kepler’dir. Kepler’in 1608 yılında kaleme aldığı Somnium, önde gelen edebiyat tarihçileri tarafından “ilk çağdaş bilimkurgu yapıtı” olarak kabul edilmektedir. Isaac Asimov ve Carl Sagan gibi önemli isimler de Somnium’un ilk çağdaş bilimkurgu yapıtı olduğu konusunda edebiyat tarihçileri ile hemfikirdir. Somnium’un ilk çağdaş bilimkurgu yapıtı olarak değerlendirilmesinin nedeni ise Kepler’in bir bilim insanı olması dolayısıyla, işlediği öyküyü bilimsel bir perspektif ve kaygıyla ele almasıdır. Dünya’dan Ay’a yapılan bir yolculuğu ve oradan Dünya’nın deviniminin nasıl göründüğünü anlatan bu yapıt, çağdaş bilimkurgunun neredeyse tüm evrensel kalıplarını taşımaktadır. “Neredeyse” diyoruz çünkü, söz konusu yolculuk periler tarafından çekilen bir taşıtla gerçekleştirilmektedir.
Yine hemen hemen aynı yıllarda (1638) İngiliz papaz Badwin, “Ay’da İnsan” adlı kitabında bir Ay gezisini konu almaktadır. Kitabın kahramanı bu kez de yaban kazlarının çektiği bir salla Ay’a ulaşmaktadır. Cyrano de Bergerac’ın “Ay’da Gezi” (1650) yapıtı da bir başka Ay yolculuğunu konu edinmektedir. Ancak bu eseri diğerlerinden farklı kılan özellik, Ay’a yolculuğun fantastik unsurlardan arındırılmış bir yöntemle gerçekleşmesidir. Kitapta Ay’a yolculuk, bugünkü teknolojiyi yansıtır bir biçimde fişekler kullanılarak yapılmaktadır. Cyrano bu yapıtında, gramofon ve paraşüt gibi buluşları da öngörmeyi başarmıştır.
İlerleyen yıllarda ünlü Fransız Filozof Voltaire, “Mikromégas” (1752) adlı kısa bir öykü yazarak çağdaş bilimkurgunun gelişimine katkıda bulunan isimlerden biri olmuştur. Voltaire bu öyküsünde, dünya dışından gelen bir yaratığın insanlarla iletişimine odaklanmıştır. Böylece Voltaire, “Dünya dışından gelen yaratık” kavramını ilk ele alan isim olarak da tarihe geçmiştir. Öte yandan Jonathan Swift’in 1726 yılında tamamladığı “Gulliver’in Gezileri” eserindeki kimi öykülerin bilimkurgu olarak değerlendirilmesi mümkündür. Örneğin bir öyküde anlatılan Laputa Ülkesi, atom enerjisiyle Dünya yörüngesinde dolanan bir uyduyu andırmaktadır. Bilimkurgunun kökenine ve evrimine yaptığımız bu yolculukta ütopyalardan da bahsetmek durumundayız. Özellikle Thomas More’un Ütopya’sı ile, Bacon’un Yeni Atlantis’ini anmak gerekir.
Ünlü İngiliz Şair Percy Bysshe Shelley’nin eşi Mary Shelley’nin ilk kez 1818 yılında yayımlanan “Frankenstein ya da Çağdaş Prometheus” adlı ölümsüz eseri, çağdaş bilimkurgunun iyi ve önemli örneklerinden biri olarak kabul edilmektedir. Romanda, üstün insan yaratmak isteyen çılgın bir bilim adamı sonunda bir canavarın ortaya çıkışına neden olur. Bu eser, kendisinden sonra gelen çok sayıda bilimkurgu üretimine de esin kaynağı olmuştur. XIX. yüzyılda ise çağdaş bilimkurgunun en güçlü kalemlerinden Jules Verne sahneye çıkar. Yazar, “Denizler Altında 20.000 Fersah”, “Ay’a Yolculuk” gibi yapıtlarıyla çağdaş bilimkurguya bugünkü biçimini de vermiş olur. Yine H.G. Wells de, Jules Verne’nün açtığı yolda ilerleyerek türün en önemli temsilcileri arasındaki yerini almıştır.
20. yüzyılın başlarından itibaren özellikle de Amerika Birleşik Devletleri’nde bilimkurgunun giderek gelişmeye ve yaygınlaşmaya başladığı görülmektedir. Bu dönemin önemli yazarları arasında Hugo Gernsback, Isaac Asimov, Robert A. Heinlein, Ray Bradbury, Ursula K. Le Guin, Frank Herbert, Philip K. Dick gibi günümüzde de türün en önemli temsilcileri arasında gösterilen isimler bulunmaktadır. Öte yandan “Amazing Stories” ve “Astounding Sciene Fiction” gibi dergilerin de bilimkurgunun gelişimine önemli katkıları olmuştur. 1950 yılından sonraki dönemde McCarthy’ciliğin baskıcı ortamından kaçan bazı yazarlar, bilimkurguya sığınarak türün daha da gelişmesini sağlamıştır.
ABD dışında da kendini gösteren bilimkurgu edebiyatı Arthur C. Clarke, Aldoux Huxley, George Orwell, Arthur Conan Doyle, Karel Capek, Pierre Boulle, Stanislaw Lem, Douglas Adams, Kaoru Kurimoto, Osamu Tezuka, Ştrugatski Kardeşler, Yoshiyuki Tomino gibi önemli yazarların omuzlarında yükselmeyi başarırken, Japon manga kültüründe de kendine köklü bir yer edinmiştir. Günümüzde ise Dünya’nın hemen hemen her coğrafyasından sayısız yazar ve çizer bilimkurgu türünde eserler vermeyi sürdürmektedir. Kaldı ki insanlık düşlemeyi, merak etmeyi ve araştırmayı sürdürdüğü müddetçe bilimkurgu üretmeyi de sürdürecektir.