İlk Asimov‘uma ilkokulu bitirmek üzereyken, sınıf kitaplığında rastlamıştım. Altın Kitaplar Yayınevi’nden, “Güneşin Tanrıları” adında bir kitaptı. Onu bir solukta okuduktan sonra, serinin devamı olduğunu fark ettim. Hepsini okudum. Ben okudukça yenileri geldi.. Asimov usta henüz hayattaydı; yazdıkça yazıyor, döktürdükçe döktürüyordu. Üniversiteyi bitirdiğimde, maestronun serisi artık yirmi bin yıllık galaksi tarihini anlatan muazzam bir evren tasarımı haline gelmişti. Dünyanın kolonileşme öncesi ilk uzay yolculuğu yıllarından başlıyor, milyonlarca gezegenlik koca bir galaksi imparatorluğunun yükselişini, duraklamasını ve çöküşünü sahneleyerek yoluna devam ediyordu.
Sonunda yirmi bin yıldır dengeli bir toplum yapısı tutturamadıklarını fark eden insanlar, “insan ve tüm ekolojisini” bir bütün olarak kabul ettikleri bir Galaxia organizasyonuna doğru yelken açıyorlardı. Isaac Asimov bu sonuca baştan planlayarak ulaşmamıştı. Yirmili yaşlarında ilk öyküsü yayınlandığında, ne böyle muazzam bir evren tasarımı yaratacağına, ne de hayatında yaptığı en iyi işlerden birinin bu olacağına dair belirgin bir fikir sahibiydi.
Onu bu sonuca götüren en önemli alışkanlığı, zaman içinde yazdığı öykü ve romanları birer köşesinden birbiriyle ilintilendirmekten, kurgularını dantel misali birbirine tutturarak hepsinin aynı arka plan üzerinde yer aldığı imajını uyandırmaktan zevk almasıydı. Herhangi bir romanının veya öyküsünün herhangi bir noktasında, bir başka eserindeki içeriğe yönelik umulmadık bir atıf, gönderme, bağlantı veya sahne birliğine rastlayabiliyordunuz. Dikkatli okuyucu için gerçek bir doyum ve heyecan kaynağıydı bu.
Kronolojik sıraya göre yazmıyordu Asimov… Bazen iki romanının senaryosu arasında bir roman daha çıkaracak malzeme olduğunu fark ediyor, her ikisinin bitiminden yıllar sonra bile olsa oturup kolları sıvayarak kurgusunu yeni bir romanla detaylandırıyordu. Örneğin “Erişilmez İmparatorluk (Vakıf İleri)” çok sonraları yazılmış olduğu halde, kendisinden epeyce önce gelen “İmparatorluk Kurulurken” ve “İmparatorluk (Vakıf)” adlı romanlar arasındaki yerini almıştı.
Isaac Asimov’u ustam ve hatta hocam olarak kabul ettiğim için izninizle kendisini yad ederken bir parça iltimas geçtim… Ancak dünya bilimkurgu ve fantazi edebiyatının başka hatırı sayılır evren tasarımcıları da var elbette. Ilgili her internet sitesinde bulabileceğiniz uzun bir listeyle canınızı sıkmayacağım, ancak bu başlığın altına hangi örneklerin girebileceğini vurgulamak açısından tanıdığımız birkaç ismi sıralayacağım. Ama önce sınırlarımızı belirleyelim:
Bilimkurgusal ya da fantastik bir eserin ‘evren tasarımı‘ başlığı altına girip girmediğini belirleyen ilk kriter, ilgili yapısal ayrıntıların derinliğidir. Olayların yer aldığı zaman ve mekan, ikinci önemli kriteri oluşturur. Dünya gezegeni üzerinde yaşayageldiğimiz tanıdık hayat biçimi kalıplarının hiç değilse bir yönüyle -ister sosyopolitik, ister kültürel, ister coğrafi, ve hatta ister zaman-mekansal açıdan- dışına çıkılmış olması şarttır. Uzaya yayılınmış, hiç değilse yörüngede kolonileşilmiş olması, evren tasarımına doğru adım attıran bir kriterdir. (Coğrafi farklılık. Bununla ilgili en belirgin istisna, “Kayıp Topraklar – Kayıp Irklar” konularında göze çarpar. Mekan hâlâ Dünya olduğu halde, aktarılan kayıp coğrafya ya da kayıp ırk halkıyla ilgili bilinmeyenler konuyu evren tasarımı başlığı altına sokmaya yetebilir.)
Gelecek kentleri veya yeni ve ütopik toplumsal düzenler, evren tasarımı sınırlarından içeriye girişin diğer anahtarlarıdır. (Sosyopolitik ve kültürel farklılık.) Ütopyalara gelince… Her ütopya evren tasarımı içermez (Örneğin Jules Verne ütopyaları gibi), ancak özellikle ideal toplumsal ve kültürel yapı betimleyenlerin bu gruptan sayılacağı düşünülebilir. Tanıdığımız örneklere başvurarak tarifimizi belirginleştirelim: Robotları, mutantları, duygu telepatı psikotarihçileri ve insanlık hatalarını yirmi bin yıl boyunca tekrarlayan toplumlarıyla Isaac Asimov’dan sonra, ülkemizde yıldızı en çabuk parlayan usta kalemlerden bir diğeri olan Ursula K. Le Guin, “Mülksüzler (The Dispossessed)” ve “Karanlığın Sol Eli (The Left Hand of Darkness)” ile gerçek birer bilimkurgusal evren tasarımına imza atmıştır.
Bunların ilkinde yepyeni bir sosyopolitik düzen, diğerinde biyolojik açıdan farklı bir insan ırkının toplumsal yapısı betimlenmektedir. “Yerdeniz” ise usta yazarın etkin bir fantastik evren tasarımını içerir. Bu evrende tıpkı maddeyi bir arada tutan dört fizik kuvvete benzeyen, neredeyse ölçülebilir bir büyü potansiyeli mevcuttur. Kahramanlar karakterleri gereği bu gücü değişen oranlarda kullanabilmekte, hatta yaşam şartlarına göre verdikleri mantıksal kararlarla güçlerini terk edebilmektedirler.
‘İdeal toplum yapısı’ konusundaki görüşlerini yansıttıkları “Güneş Ülkesi (The City of the Sun)” ve “Ütopya (Utopia)” adlı eserleriyle Tomasso Campanella ve Thomas More, bu konudaki en erken (1600’lü yıllar) ve en tipik örnekleri oluştururlar; hatta More’un ütopyalar başlığına babalık ettiği rahatça söylenebilir. Tanıdığımız diğer bir örnek, “…Ve Sonra Hiç Kalmadı (…And Then There Were None)” adlı eseriyle Eric Frank Russell‘dır (Metis, 1995).
Bu örneklerin en belirgin ortak noktası, betimlenen sahnelerin yapısal ayrıntılarla ilgili derinlikleridir. (Tüm yönleriyle yaşayış biçimleri, bilimsel ve toplumsal ayrıntılar, vs..) Aynı ortak noktayı taşıyan çok daha tanıdık örneklere sinema ve televizyon dünyasında rastlıyoruz: “Yüzüklerin Efendisi” evreni, tüm toplumsal, coğrafi, ırksal ve mistik ayrıntılarıyla fantastik bir tasarımdır. Aynı şekilde “Star Wars” ve “Star Trek” evrenleri, tüm ayrıntılarıyla başlı başına birer bilimkurgusal tasarımdır. Sinema filmiyle başlayan ve ardından sezonlar boyu dizileri sıralanan “Stargate” serisi de, içerdiği zeka sahibi ırklar, gezegenlerarası yolculuk biçimleri ve bilimsel ayrıntıları ile evren tasarımı başlığına dahil olmayı hak etmektedir. Ancak örneğin bir “Geleceğe Dönüş” serisi, her ne kadar zaman teorisiyle ilgili (hatalı da olsa) kendi içinde tutarlı bir yapı sergiliyor olsa da, evren tasarımı olarak kabul edilmek için yeterli ayrıntıya sahip değildir.
Evren tasarımı kapsamına nelerin girip giremeyeceğini bu açıklama ve örneklerle aktarabildiğimi umarak, şimdi izninizle her zamanki gibi olayın bir de yerli boyutuna değinmek istiyorum. “Son Cephede Şafak“ın ilk bölümleri “Alien 4 Alternatif Senaryo” başlığı altında Atılgan dergisinde tefrika edildiği sıralarda, Kasım 1998 tarihli 17. Tüyap Kitap Fuarı’nda yer alacak bir panele konuşmacı olarak katılma teklifi almıştım. Panel konusu, “Bilimkurguda Toplumsal Ve Sosyolojik Yapılanmalar” şeklinde belirlenmişti. Ülkemiz edebiyat tarihinin ilk evren tasarımını gerçekleştirmiş olduğumu da işte bu sırada fark et(tiril)miştim…
Konuya dikkatimi ilk çeken Hakan Alpin olmuştu. Romanı yazmaya ilk başladığımda bütün derdim, saygı duyduğum bir tipleme olan Ripley‘i yaratıklar ve hırslı şirket politikalarının kombinasyonundan oluşan berbat bir ortamdan canlı olarak kurtarmak ve mümkünse kendisine yaşayıp hizmet edecek daha düzgün, insancıl, aklı başında bir toplum sağlayabilmekti. İlgili ayrıntılar adeta benimle birlikte olgunlaşmış; ana noktaları oluşturan fikirlerin tüm toyluklarından, mantık açıklarından ve benim genç yaşımla mütenasip bilgisizliklerimden sıyrılabilmeleri uzun yıllar almıştı. Ancak sonunda ortaya ‘ideal toplum yapısı ve birey psikolojisi‘ ile ilgili naçizane fikirlerimi yansıtan ve gerekli her türlü sosyopolitik, bilimsel ve coğrafi ayrıntıyı içeren, girift bir evren tasarımı çıkmıştı.
Ne yaptığımı fark eder etmez devam kararı aldım, zira bunca ayrıntının ülkemizin ilk bilimkurgu üçlemesini doldurabilecek kadar zengin malzeme sağladığı ortadaydı. Bu işin yerli boyutunu geliştirip zenginleştirmek ise, konuyla ilgilenen tüm yazar ve yazar adaylarına kalıyor. Son olarak evren tasarımı için kolları sıvamak isteyeceklere birkaç tavsiyede bulunmak istiyorum.
1- Evren tasarımcısı, ele alacağı toplumun yaşam biçimi, fiziksel şartları ve sosyo-psikolojik altyapısıyla ilgili çok sayıda ayrıntıyı adım adım düşünerek, mantık açığına yer vermeyecek biçimde belirlemek üzere uzunca bir mesai harcamaya hazır olmalıdır.
2- Söz konusu mantık açıklarını engelleyebilmek için, insanların ve insan toplumlarının hareket tarzı ve eğilimleri konusunda gerçekçi bir bakış açısı yakaladığından emin olmalıdır. (Evren tasarımcısının okuyucusuna “Bu şartlar altındaki/karakterdeki insan(lar) böyle davranmaz/konuşmaz” dedirtme lüksü yoktur.)
3- Kurduğu toplumun coğrafi ve fiziksel şartları üzerinde, ilgili bilimsel verileri mantık boşluğuna yer vermeden yerleştirerek çalışmalıdır. Bunun için temel fizik, kimya, biyoloji ve astronomi kanunlarının nasıl işlediği konusunda en azından içgüdüsel bir kavrayışı yakalamış olmalıdır. Bilimsel ve teknolojik gelişmeleri izlemeli, neyin nasıl işlediğini en azından prensipte kavrayabildiğinden emin olmalıdır.
4- Fantastik evren tasarımlarında kurallar baştan kararlaştırılmış olmalı; büyü içeriğinin, güçler dağılımı ve kullanımıyla ilgili özelliklerin ve fantastik evren coğrafyasının sınırları önceden belirlenerek üzerine öykü kurgusu yerleştirilmelidir.
5- Hem fantastik, hem de bilimkurgusal evren tasarımı içinde yer alan karakterlerin davranış tutarlılığına ve bütünlüklerine azami ölçüde özen gösterilmelidir.
6- Ilgili tüm ayrıntıları öykünün başında dökümlemeye asla kalkışılmamalıdır. Olay akışı ve karakterizasyon sırasında gerekli ayrıntılar uygun biçimde, yeri geldikçe aktarılarak paragraflara dağıtılmalıdır.
Son bir saptama: Bu iş kesinlikle göründüğü kadar zor değil. Özellikle “başlamaktan” çekinmediğiniz (ve ayıptır söylemesi, üşenmediğiniz) taktirde, gerisinin kendiliğinden geldiğini göreceksiniz.
Üretime giden yolda buluşmak üzere…
Hazırlayan: Özlem Kurdoğlu