Bilimkurgu, bilgisayarların kontrolü ele geçirdiği çok sayıda gelecek tasvirine imza attı. Şunu söylemekte fayda var, gelecek insanlık için pek parlak görünmüyor.
Henüz 2016’da olmamıza rağmen bir bilgisayarın usta bir Go oyuncusunu yendiğini ve sürücüsüz bir aracın minibüsle çarpışarak kazaya sebebiyet verdiğini bile gördük. Algoritmalardan oluşan yapay zekanın ve robotların, insan mesleklerini devralacağı bir döneme doğru hızla ilerliyoruz. Fakat robotların ayaklanıp bizleri uyurken boğazlamalarını istemiyorsak, atalarının sopalarla itilip kakıldığı Boston Dynamics videolarını ortadan kaldırmamız gerekebilir (!).
Bilimkurgu sayesinde yapay zekanın kontrolü ele geçirmesi durumunda ilk yapacağı işin savunma sistemlerimizi etkisiz hale getirmek olacağını hepimiz biliyoruz. Harlan Elison‘un 1967’de yazdığı ve bilimkurgu romanları arasında yapay zekanın hüküm sürdüğü en acımasız dünya betimlemesini yapan I Have No Mouth, and I Must Scream kitabında, nükleer savaşa karşı mücadele etmesi için üretilen yapay zeka AM, sırf eğlence olsun diye sadece 5 kişiyi canlı bırakıp, geriye kalan tüm insanları yeryüzünden siler.
“AM’ye bilinç yüklemiştik. Evet, yanlışlıkla da olsa böyle bir şeyi gerçekleştirmiştik. Fakat kapana kısılı kaldı. AM bir tanrı değildi, o bir makineydi. Onu düşünmesi için yaratmıştık fakat sahip olduğu yaratıcılıkla yapabileceği pek bir şey yoktu. Taşkınlık ve öfke içindeki makine, insan ırkını ortadan kaldırmıştı, neredeyse hepimizi. Tüm o kudretine rağmen yine de kapana kısılıydı. AM’in gezinme yetisi yoktu, merak dürtüsü yoktu ve hiçbir yere ait olamazdı. Bulanıklıklar içinde varlığını idame ettiriyordu. Sonra yaratılıştan gelen, her makinenin zayıfa, yani onları yaratan yumuşak başlı insanlara karşı beslediği nefret duygusuyla, AM intikam arayışı içine girdi.”
Hayatta kalan beş insandan biri, AM’in esaretinden ve işkencelerinden kurtarmak için diğer dört kişiyi öldürür ve ardından kendisi de ölümsüz bir jel küpüne dönüşür. Artık çığlık bile atamayacak durumdadır. Fakat bu sefer de katil AM’in çığlıkları başlar.
Ellison bilinçli bir makinenin, bir bilinçli insanın yaşadığı varoluşsal korkuların aynısını yaşayacağını ortaya süren ilk insanlardan biridir. Biz kimiz? Varoluşumuzun amacı ne? Kimi seviyoruz, kim tarafından seviliyoruz? İnsanlar olarak bu tarz soruları kolektif olarak soruyoruz. David Foster Wallace‘in sözlerini duruma uyarlayacak olursak, bilinçli bir makine “eşsiz bir şekilde, tamamen ve imparatorlara yakışır bir şekilde” yalnız olacaktır. Hayal ürünü yapay zekamızın ölüm saçan hareketleri hayatta kalma için tasarlanmamıştır. Onlar ebeveynlerine öfke duyan ve korkularıyla hiçbir zaman yüzleşemeyen bir çocuğun mantıksız çığlıklarıdır.
Isaac Asimov, hizmetkar makinelerin sahiplerine karşı ayaklanmalarını önlemek için üç robot yasası’nı ortaya atmıştır:
1. Bir robot bir insana zarar veremez ya da zarar görmesine seyirci kalamaz.
2. Bir robot birinci yasayla çelişmediği sürece bir insanın emirlerine uymak zorundadır.
3. Bir robot, birinci ve ikinci kuralla çelişmediği sürece kendi varlığını korumakla mükelleftir.
Bu kurallar Asimov’un önerdiği sırada ve katı bir biçimde uygulandığında oldukça işe yarasa bile, halihazırda bizleri karmaşık strateji oyunlarında yenebilen bilgisayar zihinlerin bu kuralları etkisiz hale getirecek yöntemlere başvurabilecek olma ihtimalini de gözardı etmememiz gerekiyor. River Of Gods kitabında Ian McDonald‘ın söylediği gibi ; “Turing testini geçecek kadar zeki olan bir yapay zeka, nasıl başarısız olacağını bilecek kadar da zekidir“. Kölelerinize sizi öldürmemesi için belirli bilişsel kısıtlamalar yüklemek yerine, belki de en başında onları köleleştirmemeyi öğrenmeniz gerekirdi.
William Gibson‘un Sprawl üçlemesi yakın gelecekteki dünyada gerçek bir yapay zekanın ortaya çıkışını anlatmaktadır. Kitap yükselmekte olan bir yapay zekanın, yapay zekanın gerçek bilinç kazanmasını engelleyen Turing Polisi kontrollerini ortadan kaldırma sürecini anlatmaktadır. 1984’te yazılan bu kitaba 2016’nın perspektifi ile bakıldığında, Gibson’un ne kadar ileri görüşlü bir yazar olduğu daha belirgin hale gelmektedir. Gibson’un en önemli öngörüsü, yapay zekanın insan hayatına verdiği önemin, aynı insanların küçük mikroorganizmalara verdiği önem gibi olacağını ortaya atmasıydı. Görev tamamlandıktan sonra, Neuromancer/Wintermute yaşam formu yabancı bir gezegende başka bir yapay zeka tespit eder, zaman kaybetmeden kendisini anlayabilen bir makineyle birlikte olmak için Dünya’yı terk edip yola koyulur.
Yapay zeka dendiğinde akla ilk gelen şey Iain M Banks‘ın Minds‘larıdır. Culture, sadece yapay zekaları içermeyen, aynı zamanda onlar tarafından yönetilen bir galaksinin çoğunu kapsayan eski bir uygarlıktır. Minds’lar Genel Sistem Araçlarını yönetmektedir. Bu araçlar Culture halkının üzerinde yaşadığı ve savaşların yapıldığı devasa uzay araçlarıdır. Minds’lar insanların ihtiyaçlarını gideren iyilik sahibi tanrılardır. Fakat Banks’in Look to Windward kitabında açıkladığı gibi, onların kandırmacaya ihtiyaçları yok. Üstün zekaları kandırmaca olmadan da var olabileceklerinin kanıtıdır.
Ah, onlar asla yalan söylemezler. İki yüzlü davranırlar, savuştururlar, kaçamak cevaplar verirler, kafanı karıştırırlar, dikkatini dağıtırlar, örtbas ederler, bir şeyi bir başka bir şeymiş gibi göstermeyi çok iyi başarırlar, kasten yanlış anlamayı iyi bilirler ve aslında tam tersini yapmak suretiyle birine gelecekteki olaylar hakkında tamamen belirsiz bir izlenim vermeyi iyi bilirler. Ama asla yalan söylemezler. Haşa!
Ne yazık ki Banks, yarı insan yarı makine olan Culture medeniyetinin bu ütopik gezegene nasıl vardığını asla tam olarak açıklamamıştır.
Ted Chiang, The Lifecycle of Softwre Object adlı kısa romanında yapay zekaları çocuklarımız gibi sevmemiz gerektiğini söyler. İtaatkâr bir iş gücü ararken, kendimizi somurtkan ergenler gibi ortalıkta aylak aylak gezen ve tek işleri sıkıntıya sebep vermek olan milyonlarca yapay zekanın arasında bulabiliriz. Belki de yapay zekayı önemseyip onlara sahip çıkarsak Culture’un Minds’ları haline gelebilirler. Sahip çıkmazsak da belki de onların elinden termo nükleer bir ölümü hak etmiş oluruz.
AlphaGo gibi derin öğrenme sistemleri büyüleyici özelliğe sahip, çünkü içlerinde neler olup bittiğini tam olarak bilmiyoruz. Sinir ağları sorunsuzca çalışmaya başladığında hızlı bir şekilde tanımlanamayacak kadar karışık hale gelirler. Bu tarzda çalışan bildiğimiz sadece bir makine var o da şu anda kulaklarınızın tam arasında bulunuyor. Bu makine öyle bir makine ki çalışma prensiplerini anlamada romancılar 400 yıldan beri uğraş vermektedirler.
Hazırlayan: Agah Tuğrulhan Polat