son 15 yilin en etkili 15 cizgi romani

Son 15 Yılın En Etkili 15 Bilimkurgu Çizgi Romanı

Spekülatif kurgunun “New Weird” isimli bir alt türü var. Altın Çağ’dan Yeni Dalga’ya uzanan yolculuğun sonraki aşaması diyebileceğimiz bu akım, yazarların kendilerini fantastik ve bilimkurgunun klişeleşmiş temalarından sıyırıp farklılaşmalarını, bilimkurgu üretmek için hikaye anlatmayı değil, hikaye anlatmak için bilimkurgudan faydalanmalarını, kısaca tuhaflığı spekülatif edebiyatın bayrağı olarak sahiplenmelerini öngörüyor. Türün öncülerinden China Miéville, ülkemizde de popüler olan bir yazar. Eserlerini okuduysanız aşağı yukarı nasıl bir tarzdan bahsedildiğini anlamışsınızdır. New Weird, aslında spekülatif kurguya post-modern bir yaklaşım. Esere katkıda bulunuyorsa her unsuru, yaratılan dünyanın teknolojisini, ırkları, yaratıkları, tarihi, uzaylıları uzun uzun açıklamaya gerek olmadığını ortaya koyuyor. Çizgi romanlar, new weird için yazılı edebiyattan daha uygun bir medyum çünkü yaratıcılar kafalarındaki dünyayı okuyucuya doğrudan gösteriyor. Bu da çizgi eserlerin rahatça bilimkurguya farklı bakış açıları getirmelerini, onu değiştirmelerini sağlıyor. Polygon, bunu bağımsız çizgi roman hareketinin doğal gelişimine bağlayarak güzel bir liste oluşturmuş.

Bilim kurgu ve çizgi romancılık yaklaşık bir asırdır el ele ilerliyor. Geçmiş dönemin klasikleri saymakla bitmez. Alex Raymond’un Flash Gordon’u, Osamu Tezuka’nın Astro Boy’u, Jodorowsky’nin The Incal’ı ve elbette, Paper Girls, Ex Machina, Saga, Y the Last Man başta olmak üzere Brian K. Vaughan’ın neredeyse tüm serileri… Bu eserler, çizgi romanlarda ve ötesinde ayak izlerini takip edecek herkes için standartları belirledi. Yeni nesil, bilimkurgu zamanla geliştikçe, tüm türün çehresini değiştirdi. Son 15 yıl bize, yaratıcıların yepyeni bakış açılarıyla eşsiz temalar, öyküler ve deneyimler sundu. Bilimkurgu çizgi romancılarının sesi daha cesur ve pervasız çıkmaya başladıkça, deneyimlediğimiz hikayeler de bu yönde ilerledi. Yazar ve çizerler türün sınırlarını bulanık hale getirdiler, bilimkurguya farklı pencerelerden bakmaya başladılar.

Aşağıdaki 15 çizgi roman, hem sektörde hem de bir bütün olarak bilimkurgu türünde onlarca yıllık büyümenin bir sonucu ve her gün bir yenisini gördüğümüz bilimkurgu çizgi romanlarına yeraltı edebiyatına yakın yenilikçi bir bakış açısı kattıkları için önemli.

Sloane Leong’dan Prism Stalker (2019)

Uzayı kolonileştirme kavramı, hem çizgi romanlarda hem de düzyazı bilimkurgularında sık sık kullanılan ve çok sevilen bir temadır, ancak yazar ve çizer Sloane Leong‘un Image Comics tarafından yayımlanan Prism Stalker‘ı, okuyucuların bir uzay macerasına dair neredeyse tüm beklentilerini alt üst ediyor.

Prism Stalker, yeni bir dünyaya yerleşmek için bir askeri firmaya yardım etmek zorunda kalan, sözleşmeli genç mülteci Vep’in hikayesini anlatıyor. Gezegen psikedelik güçlerle, balta girmemiş telekinetik ekosistemlerle doludur ve Vep yalnızca düştüğü ortamla değil, kendi yeni yetenekleriyle de imtihan verecektir.

Yaşam, doku ve renk dolu mükemmel çizimlerin yanında Leong, okurlarına kolonizasyon ve diaspora kavramlarına fütüristik uzay yolculuğu perspektifinden yeni bir yaklaşım sunuyor. Bunu da acayipliğin sınırlarında dolaşan psikedelik atmosfer ve etkileyici derecede kendine has karakter tasarımlarıyla kombinliyor.

Matt Fraction ve Chip Zdarsky’den Sex Criminals (2013)

Zaman yolculuğu, neredeyse başlangıcından beri bilimkurgunun bir parçası oldu ve edebiyat dünyasının en iyi beyinlerinden bazıları, akıllara durgunluk veren zamanda sıçrama fenomenin nasıl meydana gelebileceğini açıklamaya çalıştı… Ve sonra Matt Fraction ve Chip Zdarsky‘nin, yeterince sert orgazm olduğunuzda zamanı dondurabilseniz neler yaşanacağını anlatan, size kalp krizi geçirtecek bilimkurgu komedisi Sex Criminals geldi.

2010’ların en başarılı çizgi romanı olarak görülen Sex Criminals, bilimkurgunun yanında büyülü gerçekçilik türüne yakın duruyor. Özellikle cinsellik ve zaman konularının işleniş tarzı Gabriel Garcia Marquez’i hatırlatıyor.

Hikaye, özünde birçok romantik komediyle aynı. Esas oğlan (Jon) bir partide esas kızla (Suzie) tanışır, birlikte olurlar ve anlaşılır ki ikisi de zirveye ulaşınca zamanı durdurma gücüne sahiptir. Bu ortak yetenekle sınırları olmadığını hissedip heyecan ve macera (ve seks…) dolu bir yolculuğa atılırlar. Sevgi nedir? Sevgi emektir. Peki seks suçlularının peşine kim düşer? Tabii ki seks polisi!

Greg Rucka ve Michael Lark’tan Lazarus (2013)

lazarus

İncelemesini Oku

Kıyamet sonrasında insanlığın feodal sisteme dönmesi pek yeni bir fikir değil, ama neyse ki, The Old Guard’la tanınan Greg Rucka ve çizer Michael Lark, hala devam eden Image Comics serisi Lazarus‘ta klasik formüle yeni bir dokunuş ekliyor. Dünyanın kıt kaynaklarını bölüşen 16 şirketleşmiş yönetici ailenin birer Lazarus’u var: Ne olursa olsun o ailenin onurunu koruyan, aile üyesi bir savaşçı… Genetik olarak geliştirilmiş bu kişilere kötü yaralandıklarında bir nevi tekrar tekrar diriltildikleri için Lazarus deniyor.

Kahramanımız bazı gerçekler ortaya çıktıktan sonra ailedeki (ve dünyadaki) rolünü sorgulamaya başlayan Lazarus Forever Carlyle. Serinin arkasındaki fikir aslında oldukça basit: Ya Game of Thrones aynı zamanda genetik modifikasyon ve insanlığın mutlak kaderi ile ilgili olsaydı? Bu kime çekici gelmez ki?

Lazarus’u bu kadar başarılı kılan, özünde bir büyüme hikayesi anlatıyor olması. Forever genç bir savaşçı, geri görümlerle sık sık çocukluğunu da okuyoruz. Onun ailesini ve hükmettikleri distopyayı sorgulaması, hepimizin ergenlikte yaşadığı hayattaki yerini aramanın bir alegorisi gibi.

Dan Abnett ve I.N.J. Culbard’dan Brink (2016)

İkonik İngiliz antolojisi 2000 AD’de tefrika edilen Brink‘in sırrı, okuyucunun rahatlamasına asla izin vermemek. Seri, uzayda geçen bir polisiye olarak başlayıp önce Lovecraftvari bir kozmik korku hikayesine, sonra da hızla çok daha fazlasına evriliyor. Hatta üçüncü ciltten bir Downton Abbey havası almanız bile mümkün.

Brink, insanlığın Dünya’yı terk ettiği uzak gelecekte uzay istasyonu polisi Bridget Kurtis’in, dini tarikatlardan kayıp gezegenlere ve akıl almaz komplolara kadar çeşitli vakaları çözmesini anlatıyor. Baş döndürücü, cüretkar ve bu listedekilerin hiçbirine benzemeyen bir çizgi roman.

Rob Williams ve Henry Flint’ten Judge Dredd: Titan (2016)

Geleceğin kanun adamı Yargıç Dredd, 2000 AD dergisindeki ilk çıkışından bu yana 40 yılı aşkın süredir Mega-City One’ı tehdit eden mutantlar, genç psikopatlar, hayatın kendisinin bir suç olduğuna ikna olmuş doğaüstü varlıklar, salgın hastalıklar, hatta bizzat demokrasi kavramıyla savaşıyor. Titan’da toplanan hikayeleri bu kadar sıra dışı yapan, Dredd’in yakaladıklarının haklı öfkesinden doğan varoluşsal tehditle uğraşmak zorunda kalması.

Rob Williams ve değeri bilinmemiş bir çizer olan Henry Flint, ortaya koydukları hikayeyle serinin statükosuna akıllıca bir eleştiri ile mükemmel aksiyon gerilim filmi havasını birleştirmeyi başarıyorlar. En iyi ihtimalle, Yargıç Dredd başka hiçbir şeye benzemeyen bir bilimkurgudur. Titan da, Yargıç Dredd’in en iyi ihtimalidir.

N.K. Jemisin ve Jamal Campbell’den Far Sector (2019)

Ödüllü yazar N.K. Jemisin ve GLAAD adayı sanatçı Jamal Campbell‘in bağımsız çizgi roman ve ana akım DC Comics arasındaki çizgide yer alan Green Lantern hikayesi, Justice League’in ağır toplarından bir Lantern Corps üyesi kullanmamasıyla cesur bir girişim. Bu yeni yorum, muhtemelen Green Lantern markası bünyesinde yenilikler için yanıp tutuşan okuyucuların kalbini kazanacak.

Yeni atanan ve nedense aşırı derecede Janelle Monae’ye benzeyen Green Lantern Sojourner “Jo” Mullein, son altı aydır, yüzyılları barış içinde yaşayan devasa metropol City Enduring’i koruyor. Ne yazık ki, şehrin övülen birliği vatandaşların her türlü duygu ve histen arındırılarak, suçun bitirilmesiyle elde edildi. Ancak dengeler değişiyor ve Jo’nun sınavı yeni başlıyor.

Yeni Green Lantern’ın sempatikliği süper kahraman hayranlarının beğenisini kazandı. Bunun üzerine Jo, JL’e ve ana GL serisine katıldı, böylece evrendeki yeri perçinlenmiş oldu. Ütopya kavramını sorgularken heyecanlı bir dedektiflik öyküsü anlatan Far Sector, Türkiye’deki bilimkurguseverlerin de hoşuna gidecektir.

Jeff Lemire’den Sweet Tooth (2009)

Sweet Tooth

İncelemesini Oku

Kıyamet sonrası, bilimkurgu hikayelerinde birçok biçim aldı ancak boynuzlar, taşralı çocuk saflığı ve eski bir virüsün aynı hikayede paketlenmesine alışık değiliz. Yazar ve Çizer Jeff Lemire‘e, Vertigo tarafından yayımlanan Sweet Tooth ile bize bunu sunduğu için teşekkür edebiliriz.

Yarı geyik olarak doğan genç melez Gus, aşırı dindar babasının ölümünden sonra çürümekte olan dünyada yalnız kalır. Ormanın güvenliğinden koparılınca onu melez çocuklar için bir sığınağa götürmeyi vadeden Jepperd adında sert bir hayatta kalımcı ile yolculuk etmeye başlar. Jepperd, bunun yerine onu gizemli hastalığa tedavi bulmak için melezleri inceleyen milis hastanesine satar. Ancak dünyanın sonunda sevgi güçlü bir bağdır ve ikisi – bir sürü tuhaf karakterle birlikte – salgınla yüzleşmeyi tercih ederler.

Robert Downey Jr. yapımcılığında Netflix dizisi olarak uyarlanan Sweet Tooth, yakın zamanda gündemimizde önemli bir yer tutacak gibi görünüyor. Yayımlanan fotoğraf ve fragmanlarda Gus’ın sevimliliğiyle dünyanın son derece huzurlu pastoral bir estetikle yansıtılmış olması göze çarpıyor. Bu, Lemire’in çizimlerinin neredeyse tam zıttı olmasına rağmen okurların hoşuna gitti. Nasıl bir iş çıkardıklarını bekleyip göreceğiz.

Grant Morrison ve Frank Quietly’den WE3 (2004)

Bazı bilimkurgular sizi düşündürür, bazı bilimkurgular sizi kendinize döndürür ve bir de DC Comics’in yayımladığı, Grant Morrison tarafından yazılıp Frank Quitely tarafından çizilen WE3 var. Bu ikisini de yapıyor. Ayrıca haftalarca ağlamanıza sebep olabilir. Acayipliğin kelime anlamı diyebileceğimiz bu grafik roman klasiği, geçtiğimiz günlerde İthaki tarafından dilimize de kazandırıldı.

Çok sevilen The Incredible Journey filminin karanlık ve çıkıntı versiyonu diyebileceğimiz WE3, yalnızca evlerine dönmek isteyen üç başıboş hayvan hakkında bir hikaye: Tavşan Bandit, köpek Tinker ve kedi Pirate. Kahramanlarımız, maalesef, biyomühendislikle siborg ölüm makinelerine dönüştürülmüştür. Kendilerine bunu yapan askeri tesisten kaçmalarıyla macera başlar.

Morrison’ın genellikle hayvanların kendi aralarındaki tatlı robotik gevezeliklerin uyandırdığı yürek burkan empati duygusuyla donatılmış rahatsız edici gelecek tasviri ve Quitely’nin ilham verici seviyede detaylı çizimleri okur için etkileyici bir hediye. WE3, okuyucuları geleceğin getirebileceği olağan silahlanmaya karşı bugünkü rollerini sorgulamaya zorluyor.

Ann Nocenti ve Ddavid Aja’dan The Seeds (2021)

Mutlak yazım gücü Ann Nocenti ve eşsiz çizer David Aja’dan The Seeds, tam gerektiği kadar romantizm eklenmiş bir ekolojik uzaylı kabusu distopyası!

The Seeds, ekolojik felaketlerin sıradanlaştığı ve dünyanın tamamen teknolojiye bağımlı olduğu yakın gelecekte geçiyor. Birkaç avare kendini bu teknoloji takıntısından uzak tutmayı başarmıştır. O kişilerin, hayatını tartışmalı Luditte topluluğunu araştırmaya adamış idealist gazeteci Astra tarafından keşfedilmesiyle öykü başlar.

Nocenti, başka hiçbir yazarın yapamayacağı şekilde baş döndürecek kadar hızlı, twistlerle dolu bir labirente çeviriyor hikayesini. Bununla Aja’nın bol mürekkepli çizimleri arasında sıkışan okurlar, ektiğimiz tohumların getirebilecekleriyle ilgili ürkünç bir hayat dersine hazır olmalılar.

G. Willow Wilson ve Christian Ward’dan Invisible Kingdom (2019)

Bazı bilimkurgular, başka bir dünyadan gelen mesajlar gibi hissettirir. Tüm medeniyetlerde geçerli konuları işledikleri için yabancı oldukları kadar tanıdıktırlar da. Sanki bizim içimize ayna tutarlar. G. Willow Wilson ve Christian Ward‘ın Invisible Kingdom’ı da tam olarak böyle hissettiriyor. Eşekarısı Fabrikası, Phlebas’ı Hatırla ve Cebirci kitaplarıyla tanıdığımız Iain M. Banks’in romanlarındaki grotesk deneyimi yaşayabileceğimiz yegane grafik eserin başarısında Ward’ın sonuna kadar dinamik çizimleriyle psikedelik renklendirmenin de etkisi büyük.

Görünüşe göre her şeyin merkezinde yer alan bir şirket ve monolitik dini düzen tarafından yönetilen bir galakside, herkesin paylaştığı inançları baltalayarak sistemi tehdit eden bir komplo var. Genç bir ruhban gerçekte neler olup bittiğini keşfettiğinde bu; geri dönüş yapan uzay kargo gemilerinin esrarını, destansı görevleri ve kabullenmesi zor gerçekleri gün ışığına çıkarmak için ne kadar ileri gidebileceğinizle ilgili soruları içeren bir hikayenin başlangıcı olur.

Al Ewing ve Simone Di Meo’dan We Only Find Them When They’re Dead (2020)

Bilimkurgunun daha fazlasına ihtiyaç duyduğu bir şey varsa, o da varlığımızın doğası hakkında büyük, metafizik sorular sorarken, intikam arayışlarıyla ilgili samimi ilişki dramalarını neredeyse hayal gücünün ötesinde muhteşem görsellerle gizlice anlatan hikayelerdir. Son yılların en başarılı yayıncısı Boom! Studios’tan We Only Find Them When They’re Dead, neyse ki bunların hepsini ve daha fazlasını stilize bir şekilde bize sunuyor.

Yıllardır piyasada olmasına rağmen yıldızı kısa süre önce Immortal Hulk serisiyle parlayan Al Ewing ve Simone Di Meo‘nun uzay operası, insanlığın hayatta kalması için gereken kaynakların uzay tanrılarının cesetlerinin mayınla patlatılarak çıkarıldığı kozmik bir öykü. (Elbette işler planlandığı gibi gitmiyor.) Kubrick’in 2001: A Space Odyssey’i Ridley Scott’ın Alien’ının ortasına düşse neler olacağını hayal edebiliyorsanız, bu serinin nasıl bir his uyandırdığını da tahmin edebilirsiniz.

We Only Find Them When They’re Dead, aşırı hareketli görünen çizgi filmvari çizimleri ve ilginç konusuyla ülkemizdeki çizgi roman okurlarının beğenisini kazandı. Piyasada pek çok uzay çizgi romanı olmasına rağmen Ewing’in yaratıcılığı bu serinin diğerlerinden sıyrılmasını sağladı.

Aminder Dhaliwal’dan Woman World (2018)

Bilimkurgu, son derece ciddi konularla işlenmiş bir türdür: Galaksiler arası savaşlar, çeşitli kıyametler, şehri yerle bir edebilen dev robotlar… Drawn ve Quarterly’den yazar ve çizer Aminder Dhaliwal‘ın Woman World ile ortaya koyduğu öykü, türün yalnızca daha yürekten, korkusuz bir versiyonu değil, aynı zamanda bu süreçte yıkıcı şekilde komik olmaktan çekinmeyen bir taşlama.

Seri, Dhaliwal’ın Instagram’ında paylaştığı bir şerit çizgi roman olarak başladı. Kademeli bir doğum kusurunun tüm erkek nüfusunu yok etmesi sonucu küllerinden doğan bu yeni kadın dünyasında, erkeklerin de var olduğu geçmişi hatırlayanlar yalnızca genç kızları dayı şakalarıyla kültürlendiren büyük anneler.

Kadın dünyası sakinleri çoğunlukla gündelik romantik endişeler ve ara sıra çıkan anlaşmazlıklarla mücadele ediyor. Tabii nüfusun nasıl tekrardan arttırılacağı daha önemli bir sorun olabilir. Çizgi romanı ücretsiz olarak buradan okuyabilirsiniz.

Tillie Walden’dan On a Sunbeam (2018)

Tillie Walden‘ın On A Sunbeam‘i geçmişle o gün arasında gidip gelen sahnelerle eşcinsel romantizmini, dostluğu ve uzay macerasını hem gerçekten etkileyici hem de zarif bir pakette harmanlıyor.

Walden’ın aynı adlı webcomic serisinden derlenen bu ağır grafik roman, belirsiz bir gelecekte sevgilisi Grace kollarından koparıldıktan sonra avare bir genç kadına dönen Mia’nın hikayesini anlatıyor. Oğuz Atay romanlarından fırlamış gibi davranan Mia, aşkına son bir kez veda etmek için uzay gemisiyle galaksi boyunca yola çıkar. Aslında tek istediği bir yere ait olmak, hayata tutunmaktır.

Grafik romanı böylesine benzersiz kılan, Walden’ın okuyucunun duygularıyla oynamaktan çekinmemesi. Bu da uzay boşluğunun özlem duygusuyla veya öz olmasa bile bir ailenin parçası gibi hissetme ihtiyacıyla karşılaştırıldığında anlamsız kaldığını kapsamlı bir şekilde ortaya koyuyor. Etkileyici renkler ve fevkalade tempolu bir gerilim duygusuyla On A Sunbeam, uzaydaki saf duygular hakkında ağlamaya hazır olanlar için mükemmel deneyimi vadediyor.

Naoki Urasawa’dan Pluto: Urasawa X Tezuka (2009)

Kuşkusuz, yetişkinler için karanlık bir Astro Boy hikayesi çekici geliyordur ancak Monster, 20th Century Boys ve daha pek çok klasikle tanıdığımız manga üstadı Naoki Urasawa‘nın Pluto‘sunun tek sürprizi bunu içermesi hatta aşması değil. Astro ve atom çağındaki robot kankalarını umursamayanlar bile söz konusu şahesere bayılacak.

Osamu Tezuka, anime-manga kültürünün bugünkü popülerliğine kavuşmasını sağlayan isim. Astro Boy ise onun birçok magnum opusunun belki de en meşhuru. Naoki Urasawa ise kırk yıldır devam eden kariyeri boyunca Tezuka’nın en büyük hayranı ve halefi olduğunu defalarca gösterdi. Onun hikayelerinden birini uyarlamak Urasawa için rüya gibi olmuş olsa gerek. Usta mangaka bu rüyayı en iyi şekilde gerçeğe dönüştürmüş ve modern bir klasiğe imza atmış.

Pluto, ünlü bir robot dedektifi tarafından yönetilen, dünyanın dört yanındaki robotların ve insanların seri katilinin arandığı soruşturmayı anlatıyor. Kısmen gelmiş geçmiş en önemli robot Astro Boy’un bir hikayesinin yeniden sunumu ancak Urasawa’nın tarzı gerçekten yeni bir seriye hayat veriyor. Klasik bir konuyu mümkün olduğunca stilize ve sofistike bir biçimde ele almasıyla Watchmen’i hatırlatıyor. Ancak Alan Moore’un aksine Urasawa kendini tutmuş, devasa kalamarlı finallerden uzak durarak ciddiyetini korumayı başarmış.

Inio Asano’dan Dead Dead Demons Dededede Destruction (2018)

Peki ama… Üniversiteyi kazanmaya çalışıyorsanız üç yıldır süren uzaylı istilasını önemser miydiniz? Muhtemelen hayır, korona döneminde online eğitimle debelenen 12. sınıflar gibi yapardınız. Sadece sıradan dertleri olan, geçinmeye ve normal hayatlar yaşamaya çalışan lise öğrencileri Kadode Koyama ile Nakagawa Ouran öyle yapıyor.

Oyasumi Punpun’la tanıdığımız Inio Asano‘nun hit manga serisinin ilk cildinde Koyama ve Ouran’ı sosyal medyadaki en son uzaylı istilası haberlerini takip etmekle sınavlara çalışmayı dengelemek için ellerinden gelenin en iyisini yaparken okuyoruz. Japonya’nın savunması yavaş yavaş çökerken, ikisi daha sert çözümler düşünmeye başlıyorlar.

Asano’nun yaşamdan kesitler türünü seven ve yetişkinlere hitap eden 10 ciltlik bilimkurgusu, yalnızca uzun hikaye anlatımında uzaylı istilasının muhteşem bir örneğini sunmakla kalmıyor, günün sonunda elinizde kalanın çevrenizdeki insanlar olduğunu da gösteriyor. İki arkadaşla birlikte adım adım anormalin içindeki normali bulmaya çalışıyoruz. Mangaka bu seriyi koronadan önce yazmasına rağmen günümüz koşullarında normal hayatlarını sürdürmeye çalışan bizi ve pandemi bürokrasisini anlatmış gibi.

Daha fazla öneri için “Okunması Gereken Bilimkurgu Çizgi Romanları” listemize göz atmayı unutmayın.İyi okumalar.

Kaynak

Yazar: Sadık Efe Sarıtunalı

Bilgisayarla fazla ilgilenir. Boş zamanlarında ise çizgi roman okur. Bir gram çizim yeteneği olmadığı için çuvalladığı çizgi romanlarından sonra en büyük hayali kendine bir çizer bulup çizgi roman yazarı olmak. En büyük tutkusu ise bilimkurgu.

İlginizi Çekebilir

Dandadan

Dandadan’da Bilimkurgu ve Doğaüstünün Uyumu

Hikâye anlatıcılığının en ilginç yönlerinden biri, iki farklı türü tek bir öyküde harmanlayabilmektir. Dandadan doğaüstü …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin