kadin astronot 2

Ataerkil Kontrolden Özgürlüğe: Bilimkurgunun Kadınları

Feminizm” ve “bilimkurgu”nun tanımları, bu iki kavramla özdeşleşen bireyler kadar çeşitlidir. Aslında bu durum, her iki topluluğu da birçok insan için çekici kılan şeyin bir parçasıdır. Bilimkurgu yazarı Joanna Russ’a göre feminist bilimkurgu yazarları -politik karşıtları gibi- sanatlarını ataerkil kültürün sınırlarını göstermek ve herkes için daha eşitlikçi alternatiflerin mümkün olduğunu ifade etmek için kullanan ortak bir dizi hedefle birbirine bağlıydı. Kadınların bilimkurguyu kullanarak bilim ve toplum arasındaki ilişkiler üzerine yorum yapması ve gelecekteki kadın haklarını savunması fikri elbette yeni değildi. Margaret Cavendish’in The Blazing World (1666)‘ü, yazarını vatanını duyarlı uzaylı hayvanlardan müteşekkil bir orduyla kurtaran boyutlar arası filozof-savaşçı kraliçe olarak tasvir ediyordu.

Yine Mary Shelley’nin Frankenstein (1818) eseri de kadın zekâsını ve ahlakını dışlayan erkek merkezli bir bilimin tehlikelerini dramatize ederken, aynı zamanda modern bilimkurgu seyircilerine çılgın bilim insanı, bilim insanının tehlike altındaki sevgilisi ve yanlış anlaşılan yaratık gibi bilimkurgu türünün en kalıcı karakterlerini tanıtıyordu. Yirminci yüzyılın başlarında Charlotte Perkins Gilman, Pauline Hopkins ve Rokheya Sakhawat Hossain gibi feministler, kadınların tam anlamıyla modern politik ve bilimsel özneler olabileceği teknolojik-ütopyacı gelecekler hayal etti. Yirminci yüzyılın başlarındaki bilimkurgu yazarları Leslie F. Stone, C. L. Moore ve Judith Merril, hikâyelerini hem oturma odalarında hem de fırlatma rampalarında inşa ederken, bilimin ve teknolojinin cinsiyet ilişkilerini yeniden şekillendirmek için nasıl kullanılabileceğini araştırdı.

distopya kadin feminizm

Sonra, yaklaşık 1970 yılında kadınların bilimkurgusu değişti. Bu, esasen sayısal bir artış meselesi değildi; kadınlar uzun süredir bilimkurgu profesyonellerinin yaklaşık %15’ini oluşturuyordu ve 1970’lerde her zamankinden daha fazla kadın ve erkek yazıyordu ve kıdemli yazar ve ajan Virginia Kidd, “Bugün bilimkurgu yazan kadınların oranı, önceki nesillerle tam olarak aynı veya belki biraz daha fazla olabilir,” sonucuna vardı. Ancak birdenbire kadınlar türde çok daha görünür hâle geldi. Kadın yazarlar, on yıl boyunca hem hayranlardan hem de profesyonellerden övgüler aldı ve Hugo ve Nebula ödüllerinin orantısız bir kısmını kazandı (sırasıyla %19 ve %25) ve Science Fiction and Fantasy Writers of America (yakın zamanda yeniden adlandırılan Science Fiction Writers Association), Clarion West Writers Workshop ve Science Fiction and Fantasy Poetry Association (SFPA) gibi önde gelen profesyonel kuruluşları yönlendirdi. Kadınlar ayrıca bu dönemde bilimkurgu sanatçısı olarak da iz bıraktı.

Örnek vermek gerekirse; Wendy Pini ve Fara Shimbo (eski adıyla Valenza), Galaxy için uzayda yolculuk eden hayvanlar ve her türden dişilerle dolu gelecekler hayal etti; Hugo ve Caldecott ödüllü karı-koca Diane ve Leo Dillon, The Magazine of Fantasy and Science Fiction için kapak sanatı üreterek gelecekte renkli insanlara yer açtı ve Jeanne Gomoll, feminist fandom içinde kongreler, fanzinler ve hatta bir amatör basın derneği (APA) yaratma mücadelesine öncülük etti. Belki de en önemlisi, türün hangi köşesinden geldiklerine bakılmaksızın, kadınlar ilk kez kendilerini, yakında feminist bilimkurgu olarak bilinecek yeni bir spekülatif sanat tarzı yaratan politik ve estetik açıdan tutarlı bir grup olarak temsil etmeye başladı.

Diğer ilerici politika biçimleri gibi feminizm de 1960’larda ve 70’lerde bir canlanma yaşadı. Ulusal Kadınlar Örgütü (NOW) gibi yeni siyasi gruplarla ilişkili aktivistler, seçme hakkı mücadelesi veren atalarının işini sürdürerek istihdam ve ekonomik fırsatlara eşit erişim için lobi yaptı, sanatçılar ve akademisyenler ise güçlü iradeli kadınların kendi şimdilerini mümkün kıldığı geçmişin tarihini ortaya çıkararak Amerikalıların geçmiş algısını dönüştürdü. “Kişisel olan politiktir” ilkesini tanıyan aktivistler, kadınların fiziksel, zihinsel ve cinsel sağlık sorunlarına adanmış taban grupları kurdu ve yeni ev teknolojilerini, ev içi emeği daha adil bir şekilde yeniden dağıtmak için kullandı.

Bu son örneklerin de gösterdiği gibi, bilim ve teknoloji, bu tarihi anda feminist gündemin giderek artan bir parçasıydı. Sosyal bilimci Bernice Sandler, 1972’de tüm federal olarak finanse edilen eğitim programlarında cinsiyet ayrımcılığını yasaklayan Eğitim Değişikliği Yasaları ile sonuçlanan yasal mücadeleye öncülük etti; yazarlar Gloria Steinem ve Dorothy Pitman Hughes, 1972’de ABD medya ortamında feminist sesleri güçlendirmek için Ms. dergisini başlattı ve kültür kuramcısı Shulamith Firestone, kadınların üreme teknolojilerini kullanarak “üreme kontrolünü” ele geçirmeleri ve çocuk doğurma ve yetiştirme uygulamalarını yeniden dağıtmaları gerektiğini savundu.

Aynı zamanda, bilimkurgu türü de politik olarak angaje sanatçılar için her zamankinden daha alakalı hâle gelecek şekilde değişiyordu. Star Wars (1977) ve Star Trek (1979) gibi gişe rekorları kıran filmler ve Battlestar Galactica (1978–79) ve The Six Million Dollar Man (1973–78) gibi TV şovları, bilimkurgunun Amerikan popüler kültürünün merkezine geçtiğini kanıtladı; Jimi Hendrix, Paul Kantner ve Grace Slick gibi rock yıldızlarının müziklerinde ve performanslarında bilimkurgu motiflerine yer vermesi de bunun bir göstergesiydi.

Michael Crichton ve Anne McCaffrey romanlarının New York Times En Çok Satanlar listesinde yer alması ve Thomas Pynchon, Kurt Vonnegut ve Margaret Atwood gibi yazarların da eleştirmenlerce beğenilen kurgu eserlerinde türe yönelmesi bilimkurguyu ana akım hâline getirdi. Hatta akademisyenler bile bu işe dâhil oldu ve medya genelinde bilimkurgu çalışmalarına adanmış ilk profesyonel kuruluşlar, dergiler ve konferanslar hayata geçirildi. Ana akım edebiyat bilimkurgunun tuhaf yeni dünyasını ziyaret etmeye başlarken, “Yeni Dalga” yazarları ve editörleri de türe daha yüksek estetik beklentilerle geri döndü. İlk kez P. Schuyler Miller tarafından 1961’de dillendirilen ve Michael Moorcock’un editörlüğündeki New Worlds ile ilişkili bilimkurgu yazarlarını tanımlamak için kullanılan bu terim, kısa sürede Harlan Ellison, Roger Zelazny, Samuel R. Delany, Joanna Russ, Ursula K. Le Guin, Robert Silverberg ve Thomas Disch gibi ABD’li yazarları da kapsayacak şekilde genişletildi.

Ton ve tema açısından çeşitli olan Yeni Dalga yazarları, önceki Amerikan bilimkurgusunun naif teknolojik-iyimserliğini reddetmekte gevşek bir şekilde birleşti. Bunun yerine hem stilistik hem de tematik olarak yeniliğe odaklanıldı; sosyal içgörüleri “yırtıcı endüstriyel kültür”ün sınırlarını haritalamak ve mevcut olanlarımızın yerini alabilecek yeni bilim ve toplumları speküle etmek için “yumuşak” bilimlerden ödünç alındı. Dergiler önemli yayın organları olmaya devam etse de deneysel bilimkurgu yazarları genellikle en yenilikçi eserlerini, yüksek ödeme, prestij ve seçicilik gibi avantajları nedeniyle dergilerin yerini alan orijinal antoloji serilerinde yayımlamayı tercih etti. On yıl boyunca, Damon Knight’ın Orbit (1965–80), Robert Silverberg’in New Dimensions (1971–81), Terry Carr’ın Universe (1971–87) ve Harlan Ellison’ın Dangerous Visions (1968 ve 1972) gibi antoloji serileriyle ilişkilendirilen yazarlar ve editörler, “olağanüstü sayıda Hugo ve Nebula” adaylığı ve ödülü kazandı.

Feminist bilimkurgu yazarı ve editörü Pamela Sargent, Yeni Dalga’nın getirdiği “değişim atmosferi”nin kadınları türün içine çektiğini, çünkü artık, “geleneksel kuralları ihlal etseler bile daha kabul edilebilir bir izleyici kitlesi bulma ihtimallerinin yüksek” olduğunu belirtti. Bu kadınlar, söz konusu antolojilerde yer alan birçok yazar gibi, bilimkurguya onlarca yıl önce adım atmış deneyimli isimlerden (Miriam Allen deFord ve Elinor Busby), 1960’ların Yeni Dalga deneyleriyle yükselen yıldızlardan (Joanna Russ, Ursula K. Le Guin ve Kate Wilhelm) ve 1970’lerde bilimkurguya katılan yeni yazarlardan (Joan D. Vinge, Vonda N. McIntyre, Connie Willis ve Lisa Tuttle) oluşuyordu.

Kadın Kurtuluş Hareketi’ndeki aktivist muadilleri gibi (ve aslında bilimkurgu topluluğundaki erkek muadilleri gibi), 1970’lerde öne çıkan feminist bilimkurgu yazarlarının çoğu beyaz, orta sınıf, heteroseksüel ve cisgender olarak tanımlanıyordu. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, birçok hikâyeleri de benzer kimliklere ve değerlere sahip karakterler etrafında dönüyordu. Ancak daha geniş feminist toplulukluklarda olduğu gibi, bu dönemin kadın bilimkurgu yazarları da Amerika’nın “Kadın”ı evrensel, biyolojik temelli bir kategori olarak ele almanın, kendini kadın veya fem olarak tanımlayan herkesin deneyimini kapsadığına dair en değerli inançlarını karmaşıklaştırmaya yönelik ilk cesur adımları atıyordu.

Yeni oluşan feminist bilimkurgu topluluğu, Joanna Russ, Vonda N. McIntyre, Alice Sheldon ve C. J. Cherryh gibi LGBTQ+ yazarların yuvasıydı. Bu yazarlar, aynı cinsiyet aşkını ve arzusunu keşfeden hikâyeler yazıyordu. Aynı zamanda, Marta Randall ve Kate Wilhelm gibi heteroseksüel olarak tanımlanan yazarlar, eşcinselliğin sıradan bir yaşam biçimi olduğu gelecekler hayal ediyordu. Ayrıca bu toplulukta, Joan D. Vinge, Marta Randall ve Octavia E. Butler gibi öncü BIPOC (renkli insanlar) yazarlar da bulunuyordu (Butler’ın çalışmaları, ayrı bir Library of America cildi olan Octavia E. Butler: Kindred, Fledgling, Collected Stories’te yer almıştır).

Butler, başlangıçtan itibaren bilimkurguda ırk ve ırkçılık meseleleriyle çoğu meslektaşından daha doğrudan bir şekilde uğraştı ve bu türün “neredeyse tamamen beyaz ve uzun süre neredeyse tamamen erkek” olduğunu ve “bilimkurgunun, diğer türlerden daha fazla değişimle ilgilendiğini… ama kendisinin yavaş değiştiğini ve genellikle dirençle karşılaştığını” belirtti (Lost Races in Science Fiction). Ancak Butler tamamen yalnız değildi: Bu dönemdeki en az birkaç feminist yazar -Randall ve Miriam Allen deFord gibi beyaz kimliğiyle tanımlanan yazarlar da dâhil olmak üzere- Butler’ın bilimkurguya “temsil yükünü yayma” çağrısına cevap verdi ve hikâyelerinde renkli kadınları ana karakter olarak tasvir etti. Birlikte ele alındığında, bu yazarlar bugün keyfini sürdüğümüz zengin ve hâlâ büyüyen modern kesişimsel feminist bilimkurgu birikiminin de yolunu açtı.

Kaynak:

Bu makale, Lisa Yaszek tarafından derlenen The Future Is Female! More Classic Science Fiction Stories by Women kitabından alınmıştır.

Yazar: Ceren Demirkılınç

Ürün tasarımcısı. 10 yıldır yapay zekânın bilişsel gelişimi üzerine çalışmalar yapıyor. Teknoloji alanında çalışmayı, bilimsel gelişmeler üzerine düşünüp yazmayı seviyor. Robot hakları aktivisti. Çeşitli yerlerde öyküleri, kitap eleştirileri yayımlandı. Yaşamını kedileri ile seyahat ederek sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

the hidden kapak

The X-Files’ın Fikir Babası: The Hidden

Sinema tarihinde, kıyıda köşede kalmış nice hazine denebilecek film vardır. Bu filmler belki çok geniş …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin