Alastair Reynolds, Nnedi Okorafor, Ann Leckie, Becky Chambers, Kim Stanley Robinson ve M. John Harrison kurgusal dünyalar yaratırken neyin uygun olup olmadığını kendi pencerelerinden açıklıyorlar.
Alastair Reynolds
Revelation Space (Vahiy Uzayı) Evreni (2000-2018); Poseidon’un Çocukları Evreni (2012-2015)
Benim dünya kurmaya bakışım biraz sahnedeki duman ve ayna efektleri gibi – sadece hikayeyi taşıyacak kadarına yer veriyorum, ne eksik ne de fazlasına. Tıpkı eski kovboy filmlerinde kullanılan şu setler gibi: ön cephe muhteşem görünse de dolaşıp arkasına bakarsanız yalnızca kontrplak ve destek kirişlerden ibaret. Tembelmişim izlenimi vermek istemem, ama benim için ne kadar az bilgi, o kadar iyi. Başka bir gezegendeki birisinin öyküsünü anlatırken kanalizasyon sisteminin nasıl çalıştığını bilmem gerekmiyor.
Bence yazar öyle bir şekilde yazmalı ki okur kendisine o kurmaca dünyanın bir parçasının verildiğini düşünmeli ama aslında geri kalanı kendi kafasında boşlukları doldurarak tamamlamalı. Bu işi halletmenin en ekonomik yolu böyledir. Bunun pek çok okurun sinirini bozacağını biliyorum, ama bazı şeyleri dışarıda bırakmayı seviyorum. Bırakalım o kayıp bölümleri okur doldursun. Ben de böylelikle gidip onları delirtecek başka malzemeler bulup yaratabileyim.
Bir bilimkurgu tüketicisi olarak, bir karakterin başka bir yere göndermede bulunduğu ama ek bir ayrıntı vermediği anlara bayılıyorum. Mesela Doctor Who dizisinde Weng-Chiang Talonlarında Doktor’un 51. Yüzyıldaki Reykjavik Savaşına gönderme yapması gibi. Orada onun bu gelecek tarihe dair bilgi sahibi olması, benim hayalgücümü o savaşın ne olduğuna dair açıklama yapılmasından daha çok ateşliyor.
Dünya kurmak 1980’lerde bilimkurgu yazmaya başladığımda hiç de radarımda olan birşey değildi. 20 küsur yıl evvel yazdığım öykülerin insanları halen düşündürebildiğini, gidip uzay gemilerine veya karakterlere dair fan art (hayran sanatı) yaptıklarını görmek benim adıma mucize gibi. Buna bayılıyorum ve pekala da farkındayım ki hayranlar olarak daha fazlasını öğrenmek istiyorlar. Fakat bu konuda bana güvenin, size ne kadar az şey verirsem bundan o kadar çok hoşlanacaksınız.
Nnedi Okorafor
Binti (2015), Akata Cadısı (2011), Ölümden Kim Korkar? (2010)
Benim öykülerim karakterlerle beraber başlamaya meyillidir. Daha sonra dünyayı gözlemlemek için onların gözünden (veya nasıl “görebiliyorlarsa”), zihinlerinden ve perspektiflerinden bakarım. Genellikle bu durum karakter var olmayı tamamladığı an gerçekleşir. Bu yüzden karakterleri bilmemden çok kısa bir süre sonra dünyayı da bilmeye başlarım. O dünyada yürürüm, havasını koklarım, dedikodularını dinlerim, böcekler âlemini gözlemlerim, farklı bakış açılarından tarihini işitirim, ve bu böyle gider durur… O dünyayı deneyimlerim.
Yazarken veya yazmadan önce notlar almam, bunu dikkat dağıtıcı bulurum. Ve yazarken, dünyayı tam anlamıyla zihnimde tutabilmeliyim… İlk eskizleri genelde hızlıca ve durmaksızın yazarım, ancak tamamlandıklarında bir kenara soğumaya bırakırım (böylelikle içinde artık her şeyi barındırmaktadır, düşündüklerim kafamdan dışarıya kağıda taşmıştır). Düzenlerken haritalar, grafikler veya diyagramlar çizebilirim. Düzenleme aşamam yazıyı yazma aşamamdan çok çok daha uzun sürer.
Benim dünyalarım Afrika Dünyaları. Dünyalarımın DNA’sında yer alan kültür için takdir görmeyi isteyebilirdim ama bunu yapamam. O kültürler benden uzun süre evvel var oldu; onları sıfırdan hayal etmek zorunda kalmadım. Ve benim hikayelerim kesinlikle beyaz erkek veya kadın bakış açıları (unutmayalım ki beyaz kadın bakış açısı bilimkurgu ve fantazyadaki kadın perspektiflerine de hükmediyor) bu kültürleri daha önce hayal etmeyi reddettiği için var değiller. Benim hikayelerim beyaz olmaya karşı bir “tepki” de değiller, beyaz erkek zihniyetten tamamen azade bir şekilde var olmaktalar. Bu öyküler benim kendi kültürümden, deneyimlerimden, gönlümün içinden bazı Afrika kültürlerinin yansıması olarak gelmekte. Bu öykülerin varlıklarıyla bilimkurguya ve fantazyaya kültürel, etnik veya cinsiyet dengesini getireceklerini umut ediyorum, ama bu benim çalışmalarımın var olma nedeni değil.
Ann Leckie
The Imperial Radch trilogy: Ancillary Justice (2013), Ancillary Sword (2014), Ancillary Mercy (2015)
Gerçek olan ve birbiriyle uyumlu ayrıntıları seçmeye çalışırım –bütün bir insanlık tarihi ve kültürü bu anlamda fevkalade çeşitlilik arz etmekte-. Gerçek hayatta, kültürler ve tarihler birbirleriyle çelişen pek çok unsura sahipler. Olayların nasıl gerçekleştiği, insanların nasıl yaşayıp ne yiyip içtikleri vb. hakkında tek bir ortak anlatı yaratırım, ama insanlar her zaman işleri beklendiği şekilde yapmayacaklardır. İşte böylesi anları içermeye bilhassa gayret ederim, çünkü böylece dünyam daha üç boyutlu olur. Ayrıca bazı şeyleri açıklamadan bırakırım, ya da sadece bir göndermeyle yetinirim, sanki dünya bu hikayeden çok daha büyükmüş ve açıklasam da sayfaları doldurmaya yetmeyecekmiş gibi.
Dünya kurmada bütün ayrıntıları doldurma, her şeyin mantıksal olarak birbirine uyduğu türden belirli bir tarz mevcut olabiliyor. Fakat gerçek hayatta insanlar kaotik ve kendileriyle çelişen davranışlar sergilerler. Buna inanırken bir yandan da teoride herşey eninde sonunda mantığa tabi olacaktır ve insan kültürleri ile eylemleri de bazılarının farz ettiğinden daha bariz ve daha basit hale gelecektir.
Birisi insan davranışlarının mantığını tamamen anladığını düşündüğünde, dünya kurmaca çok yavanlaşır, ona derinlik katacak gölgelerse dünyayı inşa edenin evrensel doğrular olarak Kabul ettiği şematik ve basit varsayımlardan ibaret kalır.
Eğer bir eserden gerçekten hoşlanmışsanız, onun bilimkurgusal dünyasıyla tam anlamıyla bütünleşmemek, detaylarını merak etmemek ve ayrıntıları kendinizin inşa etmeye çalışmaması çok zor. Okurların neden okudukları dünyayla ilgili yaptıklarına ilişkin sorular sorduğunu çok iyi anlıyorum, ve bazı yazarların bütün bu soruları önceden neden yanıtlamaya çalıştıklarını da.
Becky Chambers
Wayfarers Serisi: The Long Way to a Small, Angry Planet (2015), A Closed and Common Orbit (2016), Record of a Spaceborn Few (2018), The Galaxy, ve the Ground Within (2021)
Dünya inşa etmek hem kurgusal evreninizin temeli hem de duvarlarındaki dekorasyon. Seyahat rehberi ve kuralların ikisi bir arada yer aldığı bir kitap. Dünya kurarken tek kural tutarlılık, gerisi ise tamamen size kalmış.
Kuracağım dünya için büyük bir yığınla başlamak benim için çok önemli, çünkü kitaplarımda önceden ana hatlarıyla planlama yapmıyorum. Hislerime ve tahminlerime güvenerek deneme yanılma yöntemiyle ilerliyorum, bu yüzden içinde oynadığım bölgenin kurallarını iyi bilmem gerekiyor. Harita çizmem, ama notlarımla beraber yaşar ve nefes alırım. Bir projenin başlangıcında her zaman yeni bir defter (bazen iki tane) alırım, ve sabit diskimde Wayfarers hakkındaki bütün bilgileri barındırdığım kendi özel Wikipediam mevcut.
Wayfarers serisinin kitapları birbirleriyle yakından ilişkili, sade bir tasarıma sahip öykülerden oluşmakta, bu sebeple gündelik yaşamın ayrıntılarına odaklanırım. Savaşlara, siyasete ve evrimsel tarihlere dair tonla şey üzerinde çalıştım, ama kitaplarımda bunlardan sadece sıradan karakterlerin konuşmaları esnasında bir anlam ifade ediyorlarsa bahsederim. Ticari çekişmelere veya sınır çatışmalarına şöyle bir değinir geçerim, bunların üzerinde çok konuşup da kafanızı şişirmem. Size anlatacağım şeyler kişilerin neler yiyip içtikleri, evlerinin neye benzediği ve seyahat ederken ihtiyaç duyacağınız evrak işlerinin ne kadar can sıkıcı olduğudur.
Uzaylı türleri tanıtırken biyoloji ile başlarım. Örneğin Aandriskler, sürüngenimsi ve yumurtlayarak üreyen soğuk kanlı canlılardır. Peki o halde bu durum mimariyi ya da ebeveyn ve aile kavramlarını nasıl etkiler? Ya da aynı evin içindeki bir aile bu durumda acaba nasıl bir yapıya sahip olur? Bunlardan yola çıkarak, bütün bu şeylerin sanatı, kültürü, hükümeti, felsefeyi vs. nasıl etkilediği ile ilgili sorular sorarım. İşte bütün bu aşamalar yaratıcı sürecin en çok beğendiğim kısmını oluşturur.
Hikayenizin yaşayan, nefes alan bir ekosistemden bir ansiklopedi maddesine dönüşme tehlikesi her zaman mevcuttur. Dünya inşa ederken yabani otlar arasında hedefi şaşırıp kaybolmak çok kolaydır, çok fazla detay ile çok az arasındaki dengeyi bulmak ise asla son bulmayacak bir bulmaca gibidir. Kurduğum dünyada okurun kendisinin doldurmasına izin verdiğim yeterli miktarda boşluk bırakırım, çünkü ya cevabı ben de bilmiyorumdur ya da okurun bilmesini istemiyorumdur. Fakat aradaki dengenin nasıl bir şey olacağı hem yazarın hem de okurun tercihlerine bağlıdır.
Kim Stanley Robinson
Mars üçlemesi: Kızıl Mars (1992), Yeşil Mars (1993), ve Mavi Mars (1996); 2312 (2012); Gelecek Bakanlığı (2020)
“Dünya inşa etmek” deyiminden hoşlanmıyorum. Öncelikle böyle bir şey olmadığını söylemek isterim, bu terim sadece yazarlık atölyelerinde yazarların yazma zanaatından bahsederken onlara yardımcı olsun diye kotarılmış sözcüklerden biridir. Fakat bir yazarın kulağında şu her zaman bir küpe olmalı: buna benzer tanımlayıcı terimler okurların kitap okurken hissettiği şey değildir. Okurlar öyküdeki olayların gerçekten yaşandığı rüya haline benzer bir durumun içindedirler. Bu yüzden yazar bir şekilde hikayeyi ilerleten şeylerin üzerine odaklanmalıdır. Tek buyruk budur: inandırıcılığı harekete geçir ve okuru alıp götür!
Farklı karakterlerin gözünden gelecekteki durumu göstermeye çalışırım. Bu karakterlerin her birinin yaşanılanlara dair farklı yorumları mevcuttur ve belki de hikayeye derinlik katan şey budur. Bir de genellikle fizik kanunlarına sıkı sıkıya bağlı kalırım, böylece uydurduğum şeyler daha ikna edici olur. Ayrıca ben hep uzun romanlar yazdım, bu da tarif ettiğim şeylere dair gerçekçi bir hava yaratmak adına bana daha çok hareket alanı sağladı. Son olarak, Roland Barthes’in “gerçeğin etkisi” dediği bir teknikten bahsetmek istiyorum. Yani ana olay örgüsüne, karaktere, temaya, öykü dekoruna vs. hiçbir şekilde katkıda bulunmayan bazı küçük ama son derece vurucu ayrıntılara yer vermek. Bu ufak ayrıntıların öyküde yer almasının yegane sebebi gerçekte de olayların öyle geliştiği ve o şekilde aktarılması gereğidir. Bu gibi detayların pek azı bile kısa sürede çok uzun mesafe kat etmenizde yardımcı olur.
M. John Harrison
Viriconium serisi (1971-1984); Kefahuchi Tract üçlemesi: Light (2002), Nova Swing (2006) ve Empty Space (2012); The Sunken Land Begins to Rise Again (2020)
Gerçekçiler çalışmalarının sahiciliğini kanıtlamak için onu taklit bir dünyanın içine yerleştirirler, fantastik kurgu yaratıcıları ise yapay-doğrulama gerçekleşmeden önce suni bir dünya inşa etmek zorundadırlar. Hepimiz okura ve karaktere ayakları yere basan bir mekan hissi vermek için bir şeyler yapmak zorundayız. Ama minimalizm -duyulan kısa bir diyalog, bir evin şekli hakkında alaycı bir gözlem vb.- gerçekçi yazımda daha iyi işler. O halde neden aynısı yalancı gerçekçilikte veya fantazyada da işe yaramasın ki?
Yazar herşeyin nerede olduğuna ilişkin –hatta o neredenin nerede olduğu dahil!- kaba bir fikre sahip olmalıdır. Ama ben yazarken veya okurken fark etmez, mümkün olduğu kadar az şey bilmeyi isterim. Aşırı bilgi benim hayal gücümü kısıtlar. “Triffidler Gününün” yürüyen sebzeler için sözde mutlak kesinliğe sahip bir bahçıvanlık kılavuzu olmasını istemem, onun orta sınıf insanların ikinci dünya savaşı –pardon, “Felaket”- ertesindeki yıkımın ardından kendilerini çekip kurtaracak bir roman olmasını dilerim. Yıldızgemisi Atılgan’ın kullanma kılavuzunu okumak istemem, nihayetinde o bir elektrikli süpürge değil!
Kimsenin Viriconium’da kendisini rahat hissetmesini ya da heyecan verici bir macera yaşamasını planlamadım. O zaman da hep şuna inanmıştım: eğer bu dünyadan daha tatmin edici ve heyecan verici bir dünyanın içinde yaşamanın düşünü kurmakla bütün vaktinizi harcarsanız, gerçek dünyayı değiştirmek adına hiçbir şey yapmak içinizden gelmez –ki bir şeyleri değiştirmek bu dünyadan kaçmanın biricik ve ilk yoludur-. Orada aslında bir kısır döngüye girilebileceğini hissettiğimden, kurmaca dünyadaki hayatınızı bir hobbite nazaran daha az eğlenceli kılacak şekilde gerçek dünyadaki siyasi ve ekonomik vaziyetlerle bezeyerek çekici bir kapan yarattım. Hatta sonuçta öylesine berbat olmalı ki, bir hobbitin hayatı onun yanında daha eğlenceli durmalı.
Sahiciliği doğrulama/yapay kanıtlama süreçleri Yüzüklerin Efendisindeki Yorkshire tarlalarından veya uzaklardaki Gondor’un sisli dağlarından farklı değil. Benim pek çok mizansenim gerçek olarak başlar. Fantastik diyarlarımın ekonomik veya endüstriyel temellerine bakış atmaya nadiren ihtiyaç duyarım, çünkü zaten benim dünyalarım bizimkinin genellikle doğrudan bir parodisi hükmündedir. Ardından, illüzyonun derinliğini yazdıkça kazara gerçekleşecek şeylere yeterli yer ayırarak sağlayabilirsiniz. Ve sadece dünya inşa ederken değil. Fakat her şey bittikten sonra geri dönmek ve sihirli yapay-sahicilik asanızı kaza sahnesinin üzerinde gezdirmek önemlidir.
Kaynak: The Guardian