Mary Shelley

Jules Verne ve H.G. Wells’ten Önce Mary Shelley Vardı

Kadınlar, bilimkurgu ve fantezi türündeki romanların ortaya çıkmasından bu yana bilimkurgu türünde eserler üretmişlerdir. Fakat maalesef kadınların türe katkıları genellikle okurlar ve alandaki uzmanlar tarafından ya küçümsenir ya da tamamen yok sayılır. Son zamanlarda bilimkurgu türünü kimin “icat ettiği” hakkında bir tartışma dönüyor ve bazıları en eski bilimkurgu öykülerini Jules Verne ve H.G. Wells’e atfediyor. Ancak bu, bilimkurgunun annesi Mary Shelley’yi yok saymak anlamına geliyor.

Bu türün takipçilerinin çoğunun, Shelley’nin bilimkurgu türünün “mucidi” olarak kabul edildiğini bildiklerini varsayarsınız değil mi? Oysa yakın zamanda yayımlanan bir New York Times makalesinde, bilimkurgu türünün Shelley’den on yıllar sonra faaliyet gösteren erkek yazarlar tarafından icat edildiği öne sürülüyor. Bu iddiayı New York Times’da görmek şaşırtıcı; öyle görünüyor ki gereken araştırmalar yapılmamış. Dolayısıyla, gelin bilimkurgu türünün tarihine yeniden göz atalım ve Mary Shelley’nin en ünlü eseri Frankenstein ile türün temellerini nasıl attığını hatırlayalım.

Her şeyden önce, fantastik unsurların zamanın başlangıcından beri hikâyelerin içinde yer aldığını kabul etmemiz gerekiyor. Örneğin İlyada ve Odysseia destanları, mit kahramanlarının ve karakterlerinin hikâyelerini anlatırlar. Bu unsurlardan mürekkep birikimin çoğunluğu, kendine fantezi-bilimkurgu edebiyatında da yer bulmuştur; bu geçişkenlik, Yunan mitolojisinin fantezi türünün öncüsü olduğunu doğrular niteliktedir. Bunun yanında, tarih boyunca aralarında Shakespeare’in de yer aldığı pek çok yazar, sihir ve büyü unsurlarına eserlerinde yer vermiştir. Jonathan Swift’in 1726’da yayımlanan Gulliver’in Seyahatleri adlı romanı sıklıkla, içinde “yabancı kültürler” ve “tuhaf bilim” gibi konuların da tasvir edildiği bir fantezi-bilimkurgu romanı olarak kabul edilmektedir.

Mary Shelley “bilimkurgunun annesi” olarak bilinse de aslında bu türde yazan ilk kadın değildi. 1600’lerde Margaret Cavendish, The Blazing World (Parıldayan Dünya) adlı eserini yayımladı. Bu hikâyede türler bir araya gelip karışmıştı; aynı anda macera, romantizm ve hicivli bir ütopik fantezinin unsurları mevcuttu. Hikâye içindeki kimi unsurlar bilimkurgu türünün ortaya çıkmasına katkıda bulunmuş olabilir. Ancak eserin geneline baktığımızda, daha ziyade bir fantezi hikâyesi olduğunu görüyoruz. Bilimkurgu ve fantezi türlerinin birbirinden ayrı görülmesi tarihte nispeten yeni bir gelişme olsa da, Shelley’nin eserinin bilimkurgu türüne daha uygun olduğu söylenebilir.

Mary Shelley Frankenstein’ı 1818’de yayımladı. Bu hikâyenin yazılışına dair anlatılan efsaneler epey ünlüdür. 1816 yazında Mary Shelley, kocası Percy Shelley ve şair Lord Byron’ın da aralarında olduğu birkaç arkadaşıyla Cenevre Gölü’ne gider. Bu ziyaret esnasında kötü hava koşulları, grubun villalarına kapanmasına ve kendi kendilerini eğlendirmek zorunda kalmasına neden olur. Bu uzun ve yağışlı günlerde Byron, eğlencenin dozunu artırmak için herkesin bir hayalet hikâyesi yazması önerisini ortaya atar. Ve o kasvetli atmosferde Mary Shelley, daha sonra Frankenstein’a ilham olacak bir “gündüz düşü” görür.

Mary Shelley daha sonra başka romanlar yazmış olsa da onu ünlü yapan eseri Frankenstein’dır. Bu eserde işlenen, başkalarının artık uzuvlarından oluşturulmuş bir adama, çılgın bir bilim insanı tarafından tehlikeli bir deney aracılığıyla can verilmesi fikri, daha sonra bilimkurgu türünün temelinde kendine yer bulmuştur. Frankenstein’ın büyük başarısına rağmen, Shelley’nin The Last Man (Son İnsan) isimli romanı genellikle ilk gerçek bilimkurgu romanı olarak kabul edilir. Bu distopik hikâye ise tüm dünyada hızla yayılan ve insanlığı neredeyse yok eden ölümcül bir salgına odaklanır. Mary Shelley’nin temellerini attığı dünyayı Jules Verne ve H.G. Wells geliştirmiştir diyebiliriz.

Hayatı boyunca çok üretken bir yazar olmasına rağmen, Jules Verne hâlen en çok Voyages Extraordinaires (Sıradışı Seyahatler) serisindeki romanlarıyla tanınmaktadır. Bu romanlar arasında meşhur Dünyanın Merkezine Seyahat ve Denizler Altında Yirmi Bin Fersah da vardır. Ancak Verne, romanlarını Mary Shelley’nin Frankenstein’ı yazmasından yıllar sonra, 1860’larda yayımlamaya başlamıştı. H.G. Wells de Jules Verne’in çağdaşıydı. Wells’in genellikle Mary Shelley ile eşleştirilerek “bilimkurgunun babası” olarak anıldığı doğrudur. Wells, eserlerini 1895-1941 yılları arasında yayımlayan, tıpkı Verne gibi son derece üretken olan bir yazardı. Kendisi bilimkurgu türünün popülerleşmesine epey katkıda bulundu. Aralarında Doktor Moreau’nun Adası ve Dünyalar Savaşı’nın yer aldığı romanlarının çoğu, modern popüler kültürün temellerinde kendilerine yer edinmiş, önemli bilimkurgu hikâyeleridir.

Hem Jules Verne hem de H.G. Wells, bilimkurgu kanonunda yer alan ve kendilerinden sonra gelen yazarları derinden etkilemiş isimlerdir. Eserleriyle çağdaş bilimkurgunun temellerini atmışlardır. Bununla birlikte ikisi de Mary Shelley’nin yüzyılın başında gerçekleştirdiği çalışmaları ve elbette Frankenstein olmasaydı, bu kadar başarılı olamazlardı. Zira Verne ve Wells’in daha sonra üzerine eserlerini inşa edecekleri zeminde temelleri atan kişi Mary Shelley’di.

shelley ai

Klasik bilimkurgu kanonu denilen bir şey vardır ve kanona dair sorun, belirli kişilerin ve metinlerin saygıdeğer veya “kutsal” olarak kabul edilmesidir. Jules Verne ve H.G. Wells gibi erkekler, yıllardır bilimkurgu kanonunun bir parçası olarak putlaştırılmıştır. Elbette Mary Shelley için de bu geçerlidir; her ne kadar insanlar sadece Frankenstein’ı hatırlamaya meyilli oldukları için daha az bir ölçüde olsa da.

Bu yazarları tür içinde yer alan mükemmellik abideleri olarak görmek problemlidir. Bilindiği gibi, bilimkurgu hikâyelerinde de kutsal idollerin başına pek iyi şeyler gelmemektedir. Klasik yazarları başkalarının da erişmesi gereken bir eşik olarak görmek, bilimkurgunun bizzat kendi doğasına aykırıdır. Bu klasik yazarlar tarafından oluşturulan bilimkurgu “kurallarına” ve kanona sıkı sıkıya bağlı kalmak hem kısıtlayıcı hem de gereksizdir. Çoğunlukla erkek olan bilimkurgu hayranlarının klasik kanonu diğer okuyuculara karşı nesiller boyunca bir silah olarak kullandıklarını unutmayalım; beyaz ve erkek olmayan bilimkurgu hayranlarına kapalı tutulması gereken bir kapı olarak kullandıklarını da.

Sonuç olarak bilimkurguyu kimin “icat ettiği” tartışmasının artık epeyce köhnemiş olduğu doğrudur. Ancak, tarihsel olarak kadınların edebi çevrelerden silinmiş olmaları sebebiyle, Mary Shelley’nin birçok erkek yazarın yolunu açtığını hatırlamak hâlen önemlidir. Nihayetinde bilimkurgu geçmişe bakmak değil, geleceği hayal etmektir. Bu yüzden günümüz bilimkurgu yazarlarının kanon kurallarını çiğnemeleri gerekmektedir. Fakat Mary Shelley’nin bunu herkesten önce yaptığını unutmayın. Bir de kendisinin, erkeklerin koyduğu kuralları daha fazla kadının çiğnemesini kesinlikle onaylayacağını hep hatırlayın…

Kaynak

Yazar: Selin Arapkirli

1984 yılında doğdu. Biyoloji okurken birden yazar olmak istediğine karar verip son derece keskin bir dönüşle Güzel Sanatlar Fakültesi'ne girdi. Fakat oradan da senarist olarak çıktı. Hala ilk romanını yazamadı ve giderek yaşlanıyor. Fakat ne kadar yaşlanırsa yaşlansın doğduğu yılla, 1984'le hep gurur duyuyor.

İlginizi Çekebilir

Villiers de l'Isle-Adam

Yazar, Şair ve Ressam: Villiers de l’Isle-Adam

Fransız sembolist yazar Auguste de Villiers de l’Isle-Adam (1838-1889), gizem, korku ve felsefi idealizmin derinliklerine …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin