Günümüz şartları, uzun vadede büyüyen bir saplantıyla karakterize ediliyor. Örneğin, iklim değişikliği çalışmaları gitgide daha uzun vadeli simülasyonlara dayanıyor. Haliyle artık bilimin öngörüleri yalnızca doğrulama ya da geçersiz kılma için hipotezler üretmekle kalmıyor, aynı zamanda önlenmesi gereken ciddi tehditleri de artan kapsam ve önemle içeriyor. Yaklaşan tehlikeyi öngörmek, öngörüye dayalı bir yanıtı gerektiriyor. Bu, teknobilim arayışının giderek yalnızca doğal dünyayı pasif bir şekilde araştırmaya değil, öte yandan ona aktif olarak müdahale etmeye yöneldiği anlamına da geliyor. İklim söz konusu olduğunda, bunun ortaya çıkardığı şeylerden biri de iklim değişikliğinin zararlı sonuçlarına karşı koymak için Dünya’nın doğal sistemlerinden büyük ölçekte yararlanılması gerektiğini söyleyen “jeomühendislik” önerisi.
Doğal tehlikelere ilişkin beklentilerimiz, bizi ona müdahale etmeye ve kendi amaç ve hedeflerimiz için yeniden keşfetmeye yöneltiyor. Buna göre, “doğal” ve “yapay” arasındaki ayrımın gitgide çöktüğü bir dünyada ikamet ediyoruz. Bunu genom düzenlemeden farmasötik buluşlara ve yeni malzemelere değin görüyoruz. Ayrıca tüm Dünya sisteminin insan faaliyetlerinden – daha iyi ya da daha kötü – etkilendiğini kabul eden “Antroposen” fikrinin de merkezinde yer alıyor. Bu teknolojilerin bazıları haklı olarak ilerlemenin ve medeniyetin zirvesi olarak kabul edilirken, felaketi öngörme ve önleme arayışımız da kendine has tehlikeleri yaratıyor. Aslında bizi şu an içinde bulunduğunuz çıkmaza sokan şey de bu: Başlangıçta doğayı kontrol etme arzumuz tarafından yönlendirilen sanayileşme, belki de iklim değişikliğini kartopu misali kontrol edilemez hale getiriyor.
Dünyayı tahmin etme çabalarımız, dünyayı beklenmeyen şekillerde değiştirme eğiliminde. Bu, yeni ilaçlar ve teknolojiler gibi radikal fırsatları ortaya çıkarmanın yanı sıra, türümüz için her zamankinden daha büyük çapta yeni riskler oluşturuyor. Hem zehir hem de tedavi. Bu dinamiğin farkındalığı inanılmaz derecede çağdaş görünse de, aslında şaşırtıcı bir şekilde tarihin derinliklerine uzanıyor.
Kuyruklu Yıldızlar ve Çarpışmalar
İngiliz bilim insanı Edmond Halley, şu anda kendi adını taşıyan kuyruklu yıldızın 1758 yılında gerçekleştireceği dönüşünü ta 1705’te doğru bir şekilde tahmin etmişti. Bu hadise, uzun vadeli süreçleri tahmin etmek için sayıların doğaya başarıyla uygulandığı ilk denemelerden biriydi. Aynı zamanda bilimin geleceği fethinin de başlangıcıydı. 1830’larda ise Biela’nın Kuyruklu Yıldızı, astronomi otoritelerinden John Herschel tarafından Dünya ile kesişeceği varsayıldığında ilgi odağı haline geldi. Böyle bir karşılaşma, sansasyonel şekilde aktarılan popüler bir astronomi kitabının bizi “Güneş Sisteminden” dışarı çıkarmasına bile neden oldu. Hatta 1939’da Edgar Allan Poe, bu çarpışmayı öyküleştirdi.
Dünyanın diğer yanında, 1827’de bir Moskova gazetesi, yaklaşan bir kuyruklu yıldız çarpışmasının toplum üzerindeki etkilerini öngören Vladimir Odoevsky imzalı bir kısa öykü yayımladı ve makul hafifletme stratejilerini tartışmaya açtı. Öykü, dünya dışı füzeyi “püskürtmek” için gezegensel “savunma pozisyonları” olarak hareket edecek dev makineleri uyandırıyordu. Bu da doğayı tahmin etmekle ona yapay olarak müdahale etmek arasındaki bağlantının anlaşılmaya başlandığını gösteriyordu.
Rus Prensi: Vladimir Odoevsky
Kısa öykünün yazarı eksantrik Rus prensi Vladimir Odoevsky, birkaç yıl sonra kaleme aldığı “The Year 4338 (4338 Yılı)” adlı başka bir öyküsünde ise gelecekteki insan uygarlığı tasvirini detaylandırıyordu. Başlık, Dünya’nın 2,500 yıl sonra Biela’nın Kuyruklu Yıldızı ile çarpışmasını öngören çağdaş hesaplamaları baz alıyordu. İnsanlık gezegensel bir güç haline gelmişti. Yine de, Odoevsky’nin bu parlak gelecek vizyonu (hava gemileri, eğlence amaçlı uyuşturucu kullanımı, telepati ve Dünya’nın mantosundan geçen nakliye tünelleri), bizlere yaklaşan küresel yok oluş tehdidi altında aktarılıyordu. Aynı şekilde bu ileri gelecekteki bilim insanları, balistik savunma sistemleri ile kuyruklu yıldız tehdidini püskürtmeyi planlarken yarım küreye yayılan iklim kontrol sistemlerinden de bahsediyorlardı.
Dolayısıyla Odoevsky, endişelerimizi ilk kez geleceğe taşıyan ve insanlığı bekleyen bu tür tehlikelere dikkat çeken ileri görüşlü biri olduğunu mükemmel şekilde gösteriyordu. Ona göre insanlık, karşı karşıya kaldığı risklerin farkına vardığında kendini sadece teknolojik yolla ortaya koyuyordu. Bu doğrultuda Odoevsky’nin “The Year 4338”inin ek notlarında bahsettiği “genel gelecek bilimi” için belki de ilk metodolojiyi sağlaması da şaşırtıcı değildi. Zira kendisinin ilk düzgün, bilinçli fütürolog olduğu öne sürülebilir.
Kitlesel Yok Oluş
1799’ta Alman filozof Johann Fichte, günümüz dünyasının devasa yapılarını öngörmeyi başardı. Ancak yaşadığı zaman gereği öngördüğü şartlar mükemmeldi. Neşeyle bunun tüm gezegeni evcilleştireceğini, vahşi doğayı sileceğini ve hatta “kasırgaları”, “depremleri” ve “volkanları” tamamen ortadan kaldıracağını savundu. Fichte’in öngöremediği şey ise imkân sağlayan teknolojinin kendisinin de yeni ve öngörülemeyen riskler yaratmasıydı. Ancak Odoevsky yine de bunu takdir ederek 1844’te “The Last Suicide (Son İntihar)” adlı başka bir öykü yayımladı. Yine gezegensel bir güç haline gelen gelecekteki insanlığı tasavvur ediyordu. Kentleşme küresel alanı doyuruyor, şehirler şişip birleşerek ekümenopolis halini alıyordu.
Bununla birlikte Odoevsky, hızlanan modernitenin getirdiği tehlikelere de işaret ediyordu. Kurguladığı dünyada teknolojik ilerleme, aşırı nüfus ve kaynakların tükenmesine yol açıyor ve doğanın, hayvanların ve ekosistemlerin ortadan kalkmasına sebep oluyordu. Hal böyleyken ortaya, dünyayı yok etme niyeti güden demagog bir liderin çıktığına şahitlik ediyorduk. Böylece uygarlık, tüm silahlarını kuşanıp gezegeni havaya uçurmak için yürüyüşe geçiyordu. Odoevsky, böylelikle “varoluşsal risk” üzerine yürütülen güncel tartışmaların ve teknolojik gelişmelerin kendi türümüzü yok etme potansiyeli taşıdığının habercisi oluyordu. Varoluşsal felaketi önlemek için gereken gücün aynı zamanda onu tetikleyecek güç olduğunu kabul etmesiyle, 1844’te sahip olduğu vizyonun kasvetli ama şaşırtıcı derecede isabetli olduğunu gösteriyordu. Yüzyıllar sonra artık bu güce sahip olduğumuza göre, onu reddedemez veya inkar edemeyiz; dolayısıyla onu sorumlu bir şekilde kullanalım ve Odoevsky’nin kurgusunun gerçekleşmemesini umalım.