Sert bilimkurgu ya da Batı’daki adıyla “hard sci-fi“, bilimkurgunun yaygın alt türlerinden biri. Sert bilimkurguda karakterlerden çok düşünceler ön plandadır. Olay örgüsünün merkezinde gerçekçi, bilimsel ve teknolojik unsurlar yer alır. Örneğin öykünüz bir Ay kolonisinde geçiyorsa, teknolojik konular karakterlerin kişisel yaşamlarından daha öndedir. Bu alt türde etkin biçimde yazabilmek için yazarın genel olarak ilgili bilimsel ilkeler konusunda derin bilgi sahibi olması gerekir. Asimov ve Heinlein’ın erken dönem çalışmalarını da kapsayan pek çok klasik bilimkurgu romanı bu kategoridedir.
Türün alametifarikası ise, ayakları fazlaca yere basan teknik hayal gücü olarak nitelendirilebilir. Öyle ki, bu türde kalem koşturabilmek için hem yazdığınız alanda uzman hem de geniş bir hayal gücü sahibi olmanız beklenir. Genel kanının aksine, sert bilimkurgu kapsamında yazılmış kurguların illa yakın gelecekte karşılaşabileceğimiz şeyler olması gerekmez. Önemli olan kurguyu sırtlayan tekniğin bilimsel gerçekçiliğidir. Mesela Mars’ta geçen bir aşk hikâyesi anlatmakla, Mars’ı insan yaşamına uygun hâle getirebilmenin bilimsel ve teknolojik yöntemlerini kurgulamak bambaşka şeylerdir. Bu yazımızda, sert bilimkurgu alt türünde sıkça karşılaştığımız beş teknolojiyi ve bu teknolojileri işleyen eserleri derledik…
Elmas Çağı’ndan Primer Cihazı
Neal Stephenson’ın diğer kitapları gibi, Elmas Çağı da bir hikâyeden çok teknoloji ve insan toplumunun keşfi. Eserin merkezinde ise nanoteknoloji ile güçlü yapay zekayı birleştiren iPad benzeri Primer cihazı var. Primer, alındığından itibaren kullanıcısına baskı yapmaya başlıyor. Hemen her türlü durum karşısında ne yapılması gerektiğini ya da nasıl hayatta kalınabileceğini anlatıyor. Kişilere, toplumun işlevsel bir üyesi hâline gelebilmesi için talimatlarda bulunuyor. Bir nevi akıl hocalığı yapıyor. Kullanıcının çevresinde olup bitenleri, zihinsel durumunu, hatta kişiliğini bile analiz edebiliyor. Tüm bu süreçlerin ardından da kullanıcısına öğretmek istediği şeyleri onun anlayabileceği en iyi şekilde sunuyor.
“Elmas Çağı” ndaki nanoteknoloji düzeyine henüz ulaşamadık. Ancak Primer’ı icat etmeye epeyce yaklaştık. “Her Çocuğa Bir Laptop” (One Laptop per Child) kampanyası kapsamında, temel okuma becerilerini öğretmek için Etiyopya çocuklarına tabletler dağıtıldı. Çocukların kısa bir süre sonra harfleri, heceleri, sözcükleri çok daha hızlı bir şekilde öğrendiği ortaya çıktı. İlginçtir ki kampanyaya ilham veren şey Stephenson’ın Primer’ıydı.
Yıldız Gemisi Askerleri’nden Mekanik Dış İskelet
Robert Heinlein‘in Yıldız Gemisi Askerleri uzay piyadelerini icat etmedi, ama kesinlikle bu fikri sağlamlaştırdı. Askerlerin mekanik dış iskeletleri kitapta şöyle açıklanıyor: “Mekanik giysilerimiz bize daha iyi gözler, daha iyi kulaklar, daha güçlü sırtlar (ağır silahlar ve cephane taşımak için), daha iyi bacaklar, daha fazla askeri zeka, daha fazla ateş gücü, daha fazla dayanıklılık ve daha az kırılganlık sağlıyor. Tam teçhizatlı bir goril gibi görünüyorsunuz…”
Mekanik dış iskeletler konusunda istenen düzeyde olmasak da ilerleme kaydediyoruz: ABD, TALOS olarak adlandırılan Demir Adam gibi güçlü bir dış iskelet tasarımına giriştiğini açıklamıştı. Yine Rusya da yüksek teknolojiye sahip vücut zırhları üzerinde çalıştığını belirtti. İleriye dönük olarak, güçlü dış iskeletler için en büyük zorluk bazı karar aşamalarında ortaya çıkacak gibi görünüyor. Tasarlanan zırh sağlam ama hantal mı olmalı, yoksa esnek ama az dayanıklı mı? Daha iyi gözler, daha iyi kulaklar ve daha fazla zekaya gelince… DARPA’nın “Squad X” programı, savaş alanındaki dronlarla ve diğer robotlarla her an etkileşim hâlinde olan askerler var etmek istiyor. Drone’lardan aldığı verileri anında işleyebilecek, saniyeler içinde risk hesaplamaları yapabilecek yarı robotik askeri birlikleri hayal etmek çok da zor değil.
Tau Zero’dan Bussard Ramjet Gemileri
Ünlü bilimkurgu yazarı Paul Anderson‘ın Tau Zero adlı sert bilimkurgu romanı dilimize henüz çevrilmedi. Kısaca özetlemek gerekirse, hikâyemiz 23. yüzyılda geçiyor. Beta Virginis yıldızının yörüngesinde yaşama elverişli bir gezegen keşfedilince, 25 erkek ve 25 kadından oluşan koloni grubu bir Bussard Ramjet gemisine atlayarak yolculuğa çıkıyor. Ancak gemide ortaya çıkan bir arıza nedeniyle işler karışıyor. Bussard Ramjet, ilk olarak 1960 yılında fizikçi Robert Bussard tarafından önerildi ama Tau Zero romanı sayesinde ünlü oldu. Gemi, Ramjet Füzyonu adı verilen kurgusal bir itki sistemine sahip. Peki nedir bu? Kabaca özetlemek gerekirse yolculuk boyunca hidrojen toplanır, ısıtılır, termonükleer bir tepkime oluşturulur ve açığa çıkan enerji de gemiyi yüksek hızda hareket ettirir. Böylelikle geminin yanında yakıt taşımasına da gerek kalmamış olur.
Ancak Bussard’ın konseptinde kusurlar olduğu anlaşıldı. Her şeyden önce söz konusu parçacıkların evrende sanıldığı kadar çok olmadığı keşfedildi. Yine yöntemin Bussard’ın hayal ettiği kadar itme gücü sağlayamayacağı da ortaya atıldı. Buna rağmen sonradan geliştirilen CNO Bi-Cycle adlı başka bir yönteme ilham kaynağı oldu. Görüldüğü üzere, her ne kadar kusurları olsa da Robert Bussard’ın konsepti fikir olarak bilim dünyasına ilham vermeyi hâlâ sürdürüyor.
Cennetin Çeşmeleri’nden Uzay Asansörü
NASA’dan David Smitherman’a göre, Arthur C. Clarke‘ın ünlü romanı Cennetin Çeşmeleri‘ndeki 22.400 mil yüksekliğe sahip uzay asansörü, hem kapsam açısından dikkat çekici hem de lojistik açıdan mantıklı. Nesneleri uzaya çıkarmak için kilogram başına 2200$ harcamak yerine, bir uzay asansörü kurup “sadece birkaç dolar” ile bu işi halledebilirsiniz. Üstelik roketlerin aksine tekrar tekrar da kullanabilirsiniz. Zaten SpaceX’in konar roketleri de bu handikabı aşmak için geliştirildi ve halen de geliştiriliyor. Ancak hiçbir şey bir uzay asansörünün hızına ve kullanışlılığına ulaşamaz. Kaldı ki, pratik açıdan bakıldığında uzay asansörleri hâlâ fizibilite sınırları içinde.
Clarke’ın romanındaki uzay asansörü, ekvatora yakın bir adadan temel alıp 36 bin kilometre boyunca yükselen, Dünya’nın dönüşüyle senkronize olan ve Jeostatik Yörünge’ye ulaşabilen bir yapıydı. Bir uzay asansörünün üç ana bileşeni vardır: Çapa, kablo ve karşı ağırlık. Ana kablonun en az 21.750 mil uzunluğunda olması gerekiyor. Şimdilik bu uzunluk ve güçte bir kablo oluşturmanın bilinen en iyi yolu ise karbon nanotüp teknolojisinden geçiyor. Tabii yüksek kalitede ve yeterli miktarda nanotüp üretmek uzun sürebilir. Uluslararası Uzay Bilimleri Akademisi’ne göre, işlevsel bir uzay asansörünün inşa edilebileceği en yakın tarih ise 2035.
Yeşil Mars’tan Dünyalaştırma
Kim Stanley Robinson’ın Mars üçlemesi, bilimkurgudaki dünyalaştırma konseptinin en iyi örneklerinden biri olarak kabul ediliyor. NASA’nın ana hatlarıyla Mars’ı dünyalaştırma çalışmalarına dair hazırladığı zaman çizelgesini açıklarken Yeşil Mars romanından alıntı yapması çok da sıra dışı değil yani. Mars hakkında şu ana kadar edindiğimiz bilgiler, gelecekteki dünyalaştırma çalışmaları için iyi bir aday olduğunu gösteriyor. Dünya benzeri bir atmosfer yaratacak kadar nitrat, işleyen bir su döngüsü oluşturacak kadar donmuş su ve insan için doğru gaz karışımını düzenleyecek kadar da karbondioksit var.
NASA’nın bir çalışmasına göre, Mars’ı Dünya benzeri bir gezegene dönüştürmek kesinlikle mümkün, sadece uzun bir süreç gerektiriyor.