Le Guin sadece edebiyatın değil, antropolojik ve feminist bilimkurgunun da zirve yazarlarındandı. 22 romanına ek olarak, 11 kısa öykü koleksiyonu, 5 eleştiri eseri, çocuklar için 13 kitap ve cilt cilt şiirler yayımladı. Üzerinde kalem oynattığı türlerdeki farklılık muazzamdı: 1968’de basılan fantastik kurgu klasiği “Yerdeniz Büyücüsü”nden 1974’te çıkan Mülksüzler gibi eserlerinde yer verdiği genetik mühendisliği, cinsiyet, savaş ve ekolojik yağma konularına dek… Aldığı pek çok ödülün yanı sıra Amerikan edebiyatına yaptığı eşsiz katkılar nedeniyle 2014’te Amerikan Ulusal Kitap Vakfı’nın (US National Book Foundation) madalyasını kazanmıştı.
Bütün bu başarılar, Le Guin’in yazarlık kariyerinin ilk zamanlarından beri karşısına çıkan zorluklara meydan okumayı başarmasıyla mümkün oldu. 1951 ve 1961 yılları arasında yazdığı ilk beş romanı, onları “anlaşılması zor” bulan yayınevlerince reddedilmişti. Ne mutlu ki, Le Guin kendi iç sesini dinlemeye devam etti. Farklı dünyalar arasındaki çatışmalara ve ırk, cinsiyet, etnisite, cinsellik ve sınıf unsurlarının bu çatışmalara dair hangi bilgileri sunduğuna odaklandı. Böylelikle dış uzayda antropolojiyi başlatmış oldu. Le Guin’in dünya dışı varlıkları okurlara gösterdi ki azınlık grupları daha aşağı seviyede değillerdir, sadece beyaz ataerkil hegemonyayla ilişkileri bakımından bakış açıları “öteki” kalmaktadır.
Le Guin’in “öteki” kavramıyla bu denli hemhal olmasını anlayabilmek için, öncelikle onun da tıpkı bilimkurgunun diğer aslan kraliçeleri gibi çocukluğundan itibaren Batı toplumundan ayrıksı bir hayatı deneyimlediğini idrak etmek önemlidir. Örneğin Doris Lessing şimdi Zimbabwe olarak bilinen ülkede büyümüştü. Mahlası Alice Sheldon olan James Tiptree Jr ailesiyle birlikte orta Afrika’ya seyahat etmişti. Margaret Atwood çocukluğunun büyük bir kısmını Kanada’daki kuzey Quebec bölgesindeki kırsal ormanlık arazilerde bir böcekbilimci olan babasıyla geçirmişti. İşte Le Guin’in ayrıksılığı da çocukluğunda Kaliforniya’nın “yarı-vahşileri”nin dünyasına dalmasından ve antropolog ebeveynlerinden kaynaklanıyordu.
Le Guin 1929’da Kaliforniya’nın Amerikan yerlileri ile beraber çalışan antropolog Alfred Kroeber ve hem meslektaşı hem de eşi Theodora Kroeber’in kızları olarak dünyaya geldi. Theodora’nın 1961’de yayımladığı “İki Dünya Arasında Ishi” adlı çalışmasının kızı üzerinde büyük etkisi olmuştu. Bu eser büyük oranda Alfred’in 1910’da Ishi ile ilgili yaptığı çalışmalara dayanıyordu. Ishi’nin Yahi adı verilen halkı soykırım sonucu yeryüzünden tamamen silinmişti. Kroeber ailesi yaz mevsimlerini cennetvari güzelliğe sahip Napa Vadisi’ndeki Kishamish Çiftliği’nde geçiriyorlardı. Farklı entelektüel çevrelerden misafirleri arasında yerli Amerikalılar, Avrupalı arkadaşları ve fizikçi J. Robert Oppenheimer da bulunmaktaydı.
Le Guin’in Batı merkezli kültürel patriyarkal çerçevenin dışında bu denli hayret verici şekilde düşünebilme yeteneğini, erken yaşlarından itibaren Ishi’nin öyküsüne maruz kalması nedeniyle kazandığı varsayılabilir. Bu arka planı sayesinde 1960’lar ve 1970’ler arasındaki büyük eserlerinde gezegenler arası kültürel kurmacaları inşa edebildi: Sürgün Gezegeni, Yanılsamalar Kenti, Dünyaya Orman Denir ve Mülksüzler. 1969’da yayımlanan “Karanlığın Sol Eli” romanında Genly Ai adındaki antropolog-elçi, alışılagelmiş cinsiyet farklılığının alternatifi olan öyle sahnelerle karşılaşır ki duyduğu “Kral hamileydi,” cümlesi kulağına hiç de ters gelmez.
Halkının geride kalan son üyesi olan Ishi, Le Guin’in 1973’teki kısa öyküsü “Omelas’ı Terk Edenler”i yazmasında ilham kaynağı olmuş olabilir. Bu öyküsünde Le Guin, yalnız ve suistimale uğrayan bir çocuğun ızdırabı üzerine kurulu bir ütopyayı tarif etmekteydi. Gençliğinde gördüğü ve doğaya saygı duyan, Batı teknolojisini benimsemeyen Amerikan yerlileri, 1990’daki “Shobie’lerin Öyküsü” adlı kısa çalışmasında yer verdiği “churten” ilkesi veya öykü anlatarak anlık sıçrama yoluyla uzay yolculuğu gerçekleştirmeyi de ilham etmiş olabilir.
Le Guin’in bilimkurgu camiasında bu denli çok sevilmesinin bir sebebi de, zamanın ruhuna uygun bir şekilde, bilimkurgu türünü içinde bulunduğu “açmaz”dan kurtarmasıydı. “Amerikalılar Ejderhalardan Neden Korkar?” gibi sorular sorduğunda (1974’teki aynı adlı makalesinde), onunkisi bir gurur nişanesi olarak bilimkurgunun edebi aslan kraliçelerinden çıkan en keskin kükreyişti. Tıpkı Virginia Woolf gibi Le Guin de doğruluktan taviz vermeyen, eşsiz ve yüce bir feminist sese sahipti. 1974’teki makalesinde, peri masallarındaki, efsanelerdeki, fantastik eserlerdeki, bilimkurgulardaki ve geri kalan bütün çılgınca şeylerde hayal gücünün değişik işlevlerini şöyle savunmuştu:
“Bence olgun bir insandaki bütün mükemmel özellikler çocukta mevcuttur. Eğer bu özellikler gençlikte teşvik edilirse yetişkinken de bilgece davranmasını sağlayacaktır. Fakat tersine eğer bu özellikler bastırılıp çocukken reddedilirse, yetişkin kişiliğinin gelişmesini engelleyerek bozması pek muhtemeldir. Ve son olarak, bu bahsettiğim özellikler arasında insana dair en derin ve insancıl olanın hayal gücü olduğuna inanıyorum.”