Isaac Asimov’un 50’li yılların başında yazdığı üç romandan oluşan Galaktik İmparatorluk Serisi (ya da kısaca İmparatorluk), Vakıf ve Robot serilerinden sonra yazarın önde gelen işleri arasındadır. Her ne kadar Vakıf ve Robot serilerinin gölgesinde kalmış olsa da, aynı evrende geçmesi ve bu ortak evrene derinlik kazandırmasıyla önemli bir yere sahiptir. Galaktik İmparatorluk serisi, Robot ile Vakıf serisi arasında konumlanmış bir geçiş üçlemesi olarak nitelendirilebilir. Buna rağmen, diğer serilerde gördüğümüz olay örgüsü bütünlüğüne ve her romanın bir öncekinin devamı olması ilkesine bağlı değildir. Zira üçlemeyi oluşturan romanlar, farklı zamanlarda geçen farklı olayları anlatır ve ortak karakterler içermez. Üçlemenin bütünselliği, geri planda işlediği Arz, Trantor, Galaktik İmparatorluk gibi unsurlar sayesinde sağlanmıştır.
Örneğin Toz Gibi Yıldızlar (The Stars, Like Dust), olay örgüsü bakımından Robot serisinin son kitabı Robots and Empire (Kurtarıcı)‘dan sonraki bir zaman diliminde geçer. Yine örneğin üçlemenin ikinci kitabı The Currents of Space, Galaktik İmparatorluk’un galaksideki kontrolü yeni yeni sağlamaya başladığı bir dönemi anlatır. Dolayısıyla Galaktik İmparatorluk serisi, Robot serisinden sonra, Vakıf serisinden ise önce okunması önerilen bir üçlemedir. Öte yandan bu seri, yerli okur tarafından Vakıf Serisi ile çokça karıştırılmakta ve ikisi aynı seri sanılmaktadır. Hiç kuşkusuz bu durum, Altın Kitaplar‘ın zamanında Vakıf Serisi’ni “İmparatorluk” adıyla basmasından kaynaklanmaktadır. Oysa ikisi bambaşka serilerdir…
1951’de, Galaxy dergisinde Tyrann başlığıyla üç bölüm halinde tefrika edilen Toz Gibi Yıldızlar, aynı yıl Doubleday tarafından The Stars, Like Dust adıyla basıldı. Pebble in the Sky’dan önce kurgulansa da, ondan ancak bir yıl sonra yazılabildi. Eser ilk kez “Asi Gezegen Tyrran” adıyla Baskan Kurgu-Bilim serisinin sekizinci kitabı olarak 1983 yılında dilimize çevrildi. Altın Kitaplar’ın bir yıl sonra “Sonsuzun Tohumları” ismiyle bir kez daha yerli okurla buluşturduğu roman, destansı galaktik tarihin bir parçası olmasına karşın tekil bir roman olarak da düşünülebilir.
Olaylar, Widemos Efendisi’nin oğlu Biron Farrill‘in Arz’daki bir üniversite yurdunda uğradığı suikast girişimiyle başlar. Farrill, Jonti’nin de yardımıyla sağ salim kurtulur; fakat akabinde babasının idam edilmiş olabileceğini ve kendisinin de aynı güçler tarafından öldürülmek istendiğini öğrenir. Bunun üzerine Farrill, Rhodia yöneticisi Hinrik‘le görüşmek üzere Arz’dan ayrılır. Önce yolculuk ettiği uzay gemisinde ve sonrasında da vardığı Rhodia’da dur durak bilmez bir maceraya atılır.
Kitap genel olarak başarılı bir tempoya sahiptir. Olaylar ilerledikçe kitabın başkarakteriyle birlikte okuyucu da yapbozun parçalarını yavaş yavaş birleştirmeye başlar. Farrill, kendini hiçbir şeyin aslında görüldüğü gibi olmadığı bir mücadele alanının içinde bulur. Atacağı tek bir yanlış adımın bile sonunu getireceğinin farkına varması uzun sürmez. Tabii onunla birlikte bizler de bu satranç oyununun içinde kalırız. Eser, okuyucusunu sık sık ters köşeye yatırmaktan geri durmaz. Sır perdesi yavaş yavaş aralanırken, bizler de büyük resmi görmeye başlarız. Kitabın bu kurgusu, okuru daha da içine çeker. Kitaba yönelik yapılabilecek tek eleştiri sonuna yöneliktir. Herkesin bildiği gibi, Asimov romanlarının sonu dillere destandır. “Vay canına!” demekten kendinizi alamazsınız. Böylesi meşhur ve insanı silkeleyen sonlar kaleme almış Asimov’dan bir muhteşem son daha bekler, hatta kendimizi de buna hazırlarız. Ne var ki kitabın sonu diğerlerine nazaran epeyce sönüktür.
Elbette bu durum, eserin başarılı bir kurgusu olduğu gerçeğini değiştirmez. Yalnızca bir miktar “tatmin olamamışlık” hissiyatına kapılırız. “Kitaba daha tatminkâr bir son yazılabilir miydi?” derseniz, elbette yazılabilirdi. Sonuçta Asimov gibi bir dehadan söz ediyoruz! Ayrıca, Asimov’un hemen hemen her eserinde olduğu gibi bu eserinde de güzelliği dillere destan bir kadın vardır: Rhodia yöneticisi Hinrik’in kızı Artemisia… Babasının politika gereği kendisini bir Tyrannlı ile evlendirmek istemesine direnen, gözü kara, çılgın ve hayat dolu bir kadın… Tahmin edebileceğiniz gibi kendisinin yolu başkahramanımız Biron Farrill ile eninde sonunda kesişecektir!
Toz Gibi Yıldızlar ile Vakıf serisinin ardından Galaktik İmparatorluk serisine de el atan İthaki Yayınları, yerli bilimkurgu okurlarını sevindirmeye devam ediyor. M. İhsan Tatari’nin özenli çevirisi ve Stephen Youll’un başarılı kapak illüstrasyonu ile raflardaki yerini alan Toz Gibi Yıldızlar, Robot ve Vakıf serilerini derinleştirip geliştirmesi açısından da önem taşıyor. Örneğin Asimov, Vakıf Serisi boyunca sık sık duyduğumuz ve sinir uçlarını uyararak hedefteki kişiye tarifi imkânsız acılar yaşatan meşhur Nöron Kırbacı silahından ilk kez bu romanında bahsetmişti. Dolayısıyla Galaktik İmparatorluk serisi, edebiyatta iz sürmekten hoşlanan okurlar için de kesinlikle okunması gereken bir üçleme.