H.G. Wells’in I. Dünya Savaşı sonrası medeniyeti kurtarmak için sunduğu Dünya Devleti Teorisi‘nin temelleri, esasında yazarın sosyalist geçmişiyle bağlantılıdır. Wells, sosyalizm ile olan alakasını dile getirirken,
“Bir nevi yazgımın bir parçası olarak ben bir sosyalistim. Sosyalizm hakkında konuşmadan ve yazmadan, sosyalizme şekil ve yön vermeden duramıyorum…”
benzeri açıklamalar yapar. Bu yöndeki açıklamaları aracılığıyla Wells’in toplumculuğu kendisine odak olarak belirlediği ve bu düşünce sistemini eserlerinde yansıttığı anlaşılabilir. Hatta Wells’in fikir yazılarının ve romanlarının pek çoğunu sosyalizm doğrultusunda yazdığını belirten eleştirmenlerden Van Wyck Brooks bu durumu;
“Bir kişinin Wells hakkında konuşurken söylediği her şey ‘Wells’in yazgısının bir parçası olarak sosyalist olduğu’ saptamasını doğrulama, destekleme, aydınlatma ve belirginleştirme amacına hizmet eder”
şeklinde açıklar. Zamanında Londra’daki sosyalist politika faaliyetlerine aktif olarak katılan Wells, 1905 yılında Fabian Derneği (Fabian Society)’nin bir üyesi olarak sosyalizm ile ilişkisini bu dernek üzerinden kuvvetlendirir. I. Dünya Savaşı’na dek aktif faaliyet gösteren Fabian Derneği; Virginia Woolf, George Bernard Shaw, Ramsay MacDonald gibi önemli isimlerin de katılım gösterdiği Britanya sosyalizmine yön veren bir kuruluştur. Ancak politik düşünce tarzının dernek üyelerininkinden çok daha ileride olduğunu gören Wells, kısa bir süre içinde bu dernekten ayrılarak sosyalizm çalışmalarını bireysel düzlemde hem fikir yazılarında hem de romanlarında sürdürür.
Sosyalizmi gerek fikir yazılarıyla gerekse romanlarıyla desteklerken Wells’in yaptığı şey genel olarak birlik ve beraberliği yüceltmek; ötekileştirme, yalnızlık ve toplumdan soyutlanma durumlarını istikrarlı bir şekilde eleştirmek; birey-toplum, toplum-toplum, birey-birey arasındaki ilişkileri her zaman temel temalardan biri olarak işlemektir. Ayrıca sosyalizm odaklı konuları işlerken Wells, romanlarının yalnızca içeriğini değil; aynı zamanda formunu da toplumculuğu vurgulayıcı şekilde düzenler. Hatta bunun için bir nevi kendine has bir yazım tarzı oluşturur: Romanlarındaki çoğu yan karakter isimsizdir; karakterler arasında çoğunlukla sınıf farkı yoktur, varsa da bu bir eleştiri konusu olarak içeriğe dahil edilmiştir; çoğunlukla tek tip olan karakterler romanların ‘ana teması’ olan birlik-beraberlik mekanizmasının birer küçük çarkıdırlar; genelde baş karakterler sosyalizmi daha da ileriye taşıyabilecek bilim insanları ve eğitimcilerdir; ait olduğu toplumdan sıyrılan bireyler romanın sonunda hep kaybederler… Dolayısıyla özellikle sonraki yıllarda dünya devleti projesiyle de paralellik gösterecek olan kavramsallaşmış bu yazım tarzıyla Wells, içerik ve formu yönlendirici bir toplumculuk inşa eder.
ZAMAN MAKİNESİ
“Çağlar önce, binlerce nesil önce insanoğlu, kardeşini huzur ve güneş ışığından kovmuştu. Ve o kardeş artık geri geliyordu –üstelik de değişmiş olarak!”
H.G. Wells, 1895 yılında yayımlanan bu kısa romanıyla gazetecilikten yaratıcı yazarlığa adım atar. Yazara bilimkurguda bilinen ilk başarısını getiren Zaman Makinesi romanı, kurgusundaki farklılığının yanı sıra, dönemin olaylarını ve fikirlerini yansıtması bakımından da önemlidir. Evrim teorisi, sınıfsal çatışmalar, ahlaki normların yeniden tanımlanması, bilim ve eğitimin topluma etkisi gibi, o dönemin sıkça tartışılan meselelerinin neredeyse hepsine göndermelerde bulunan roman; bu meselelerin birbiriyle olan bağlantılarını işleyerek hem okurun düşüncelerini hem de o günkü toplum/devlet/medeniyet anlayışını etkiler.
Roman, Zaman Gezgini’nin evinde toplanmış bir grup arkadaşın tartışmasıyla başlar. Bu grup her hafta o evde toplanır ve çeşitli konuları tartışır. Bu grupta Zaman Gezgini’nden başka altı kişi vardır: Filby, Psikolog, Çok Genç Adam, Tıp Adamı, Eyalet Başkanı ve anlatıcı. O haftanın tartışma konusu ise “zamanda yolculuk”tur. Zaman Gezgini, gerçek bir cismin dört yönde uzanması gerektiğini savunarak bu yönleri “uzunluk, genişlik, kalınlık ve süreklilik” olarak ifade eder. Daha önceleri süreklilik hariç tutularak cismin üç yönde uzadığı iddia ediliyorken, Zaman Gezgini bu teoriye sürekliliğe de eklemiştir.
Wells’in daha romanın başında sürekliliği olaya dahil etmesi bile ilerlemecilikte süreklilik esasına olan vurgusuyla paralellik gösterir. Zaman Gezgini, cismin dört yönde uzaması iddiasını grup üyelerine sunarken kimsenin kendisine inanmayacağını düşünür ve onları inandırabilmek için mantıksal temellendirmeler kullanır. Süreklilik teorisindeki en önemli kanıtı ise icat ettiği “zaman makinesi” modelidir. Bir sonraki hafta yapılan toplantılarında Zaman Gezgini, üyelere bu kez zamanda yolculuk yaptığını söyler ve yolculuk sırasında başından geçenleri bahseder: Uzak geleceğe – 802,701 yılına- giden Zaman Gezgini vardığı yeri, oranın şartlarını, orada yaşayanları ve kendi yaşadıklarını grup üyelerine anlatır. Bir zaman sonra oradan ayrılarak daha da ileriye –otuz milyon yıl sonrasına- yolculuk yapar ve artık tüm evren ile insanlığın neredeyse lanetlenmeye yüz tutmuş olduğunu görür. Son olarak evine dönüş yapar. Grup üyelerinden anlatıcı hariç hiç kimse Zaman Gezgini’nin anlattıklarına inanmaz. Bunun üzerine Zaman Gezgini, bu kez yapacağı yolculuktan dönerken bir kanıt getireceğini iddia ederek gider, ancak bir daha geri gelmez. İlk olarak -önceki bölümlerde medeniyet tanımlamalarının zaman, mekan ve perspektife bağlılığına paralel giderek- Zaman Makinesi romanındaki medeniyet tanımlamalarını incelemek gerekir. Zaman Makinesi’yle toplum ve medeniyet analizleri yaparken Wells’in kullandığı yöntem;
- a) 1890’ların Avrupa Medeniyeti (özellikle Britanya odaklı)
- b) 802,701’de yaşayan Eloi ve Morlockların medeniyeti
- c) otuz milyonlu yılların çökmüş medeniyeti arasında köprü kurmaktır.
Bu bağlantının ilk kısmında 1890’lardaki sınıfsal çatışmalar 802,701 yılına dek devam etmiş ve ortaya Eloi ve Morlock‘lar çıkmıştır. Wells’in romanda “Kapitalist ile Emekçi arasında şu an yalnızca geçici ve toplumsal gibi görünen farkın derece derece açılması..” söylemini kullanmasının amacı, 1890’lardaki sınıflar arası çatışmanın eğer durdurulmazsa neye dönüşeceğini göstermektir. Üstelik bu dönüşümün yalnızca insanlığa veya medeniyete değil; aynı zamanda doğadaki tüm yaşama ve hatta evrene bile son vereceği bağlantının ikinci kısmı olan otuz milyon yıl sonrasında betimlenir. Kapitalizmin insanları sınıflara böldüğünü ve sınıflar arası farkın giderek açıldığını düşünen Wells, romanda bu farklılığı metaforlarla işler:
“…büyümekte olan uçurum, bir sınıfla öteki arasındaki alışverişi sağlayan, türümüzün sosyal tabakalara göre bölünmesini geciktiren sınıflar arası evlilikleri daha da seyrekleştirecek. Böylece, sonunda yerin üstünde, zevk, konfor ve güzellik yaşayan Sahip-olanlar ile yerin altında, sürekli bir biçimde işlerinin koşullarına uyum sağlamakta olan İşçiler, Sahipolmayanlar kalacak.”
Bir yanda yamyama benzeyen, çirkin, çalışmaktan elleri kocaman olmuş, gün ışığını unutmuş, kan emici Yeraltıcılar yani Morlocklar; diğer yanda ise tembel, rahatına düşkün, güzel kokulu, yalnızca meyve ile beslenen Yukarı Dünyalılar yani Eloiler. Evrende kalan iki tür olan Eloi ve Morlocklar ne birbirlerinin dilini bilirler ne de aralarında karşılıklı bir alışveriş vardır. Morlocklar, Eloilere hizmet ederler ama aynı zamanda da onların kanını emerek beslenirler. Sistem artık can alıcıdır, kendini yiyip bitirmeye başlar. Zamanında sınıfsal çatışmaların ortadan kaldırılmasını göz önünde bulundurmadığı gerekçesiyle Fabian Derneği’nin sosyalizm anlayışını
beğenmeyip dernekten ayrılan Wells’in bu çatışma meselesini Zaman Makinesi’nde bu kadar vurgulaması fikir ayrılığına düştüğü sosyalizm anlayışına bir cevaptır. Özellikle yoldaşlık kavramını kullanarak birliği vurgulayan yazar, Zaman Makinesi’nde,
“İnsan, yoldaşının sırtından rahatlık ve zevk içinde yaşamaktan hoşnuttu, parolası ve bahanesi ihtiyaç olmuştu ve vadesi gelince bu ihtiyaç başına çökmüştü onun,”
benzerinde metaforlar kullanarak “büyük balığın küçük balığı yeyişini” eleştirir ve fırsat eşitliğini ilke edinen Bilimsel Sosyalizm‘in savunuculuğunu yapar. Dolayısıyla Wells’in savunduğu toplumculuk ve medeniyet fikrinde fırsat eşitliğini destekleme ve sınıfsal ayrımdan kurtulma vurgusu vardır. Üstelik bu vurgu Sosyal Darwinizm eleştirileri ile paralellik de gösterir:
“…böyle bir değişim ile birlikte kaçınılmaz olarak, değişime ayak uydurma da gelir… Atılgan, güçlü ve uyanık olanın ayakta, zayıflarınsa altta kalacağı koşullar; yektin insanların vefalı birleşimlerine, nefse hakimiyete, sabıra ve iradeye prim tanıyacak koşullar.”
Zaman Gezgini, gelecekte evrenin koşullarının değiştiğini belirtirken yukarıda söyledikleri aracılığıyla Eloi’lerin Morlocklar’ı hizmetçi gibi kullanmasını eleştirir. Morlocklar’ın Eloiler’in kanını emerek besleniyor olmasıyla da Sosyal Darwinizm düzenine karşı duruşun altını çizer. Toplumculuğa odaklanan Wells’in Zaman Makinesi’nde formun bir parçası olarak karakterlerin hiçbirine ait şahsi bilgiler bulunmaz; hatta çoğu karakter isimsizdir (veya meslekleriyle adlandırılırlar). Okuyucu ana karakteri bile yalnızca Zaman Gezgini olarak bilir. Hem grup üyeleri hem de Eloi ve Morlocklar hep grup halinde betimlenirler; yalnızca Zaman Gezgini, uzak gelecekte karşılaştığı Weena ve bir de anlatıcı nadiren yalnızdırlar. Zaman Gezgini “Kendime yoldaş bulsam her şey başka olacaktı.” diyerek hep olası yol arkadaşını arar. Komün olmak yüceltilir, -ancak Eloi ve Morlocklar’da olduğu gibi cinsiyet rollerinin, aile kavramının, giyim/kuşam normlarının, nüfus oranının değiştiği komünleşme değil- Zaman Gezgini yalnız kaldığı anlarda tehlikeye düşer, anlatıcı Zaman Gezgini’ni ve Zaman Gezgini de Weena’yı
yoldaşı olması için bekler. Aynı zamanda sonraları birçok eserinde dünya devleti/medeniyeti altında birleşmeyi önerecek olan Wells’in gruplar arası çatışmayı bir tema olarak kullanması da yine birlik olmanın önemini vurgulamasından ileri gelir.
Wells tıpkı “Medeniyeti Kurtarma: İnsanlığın Muhtemel Geleceği” adlı yazısının dünya medeniyeti projesi kısmında belirttiği gibi; eğer insanlık birleşmez ve rekabet devam ederse Zaman Makinesi’nde de görüldüğü üzere dünya kendini “yıkılmış bir halde” bulacaktır. Medeniyetin 802,701 ve 30,000,000’li yıllara geldiğinde ilerlemek yerine bütünüyle gerilemiş olması ise ilerlemeciliğin zaman ile doğru orantılı gitmediğini gösterir. Ayrıca Wells’in Zaman Makinesi’nde vurguladığı bir diğer önemli nokta da, medeniyetin tek bir çatı altında birleşip tüm beklentilerini gerçekleştirdikten sonra hiçliğe yönelmesi meselesidir. “Değişimin ve değişime gereksinimin olmadığı yerde akıl da yoktur” diyen Zaman Gezgini’nin eleştirdiği şey 802,701 senesine hatta sonrasında 30,000,000 yıllarına ulaşan uygarlığın zamanında dilediği her şeyi yaptığını düşünerek sonunda aklını yitirmesidir. Yani bir nevi Wells, tek yönlü ilerlemenin medeniyetin mutluluğunu engellediğini düşünür. Öyle ki Eloi’lerden biri olan Weena adlı karakteri, anlatıcı o mutsuz dünyadan çekip almak ve kendi dünyasına yani 1890’lara geri götürmek ister. Çünkü her ne kadar gelişmiş ve ileride gözükseler de Eloi’ler Morlock’lardan daha mutlu ya da önde değillerdir. En acısı da, Zaman Gezgini her ne kadar özellikle Weena’ya yardım etmeye çalışsa da hiçbir şekilde gelecekteki medeniyete müdahale edemez.
Bu analizlerle esasında 1890’ların medeniyetinin sürekli sanayi ve teknoloji alanında ilerlemeyi baz alarak Eloi’lere dönüşmesi olasılığına işaret edilir. İnsanlar her seferinde geliştiklerini düşünecek ama zamanla tıpkı Eloi’ler gibi yavaş yavaş mutluluğu yitireceklerdir. Dahası üst sınıfta olan hedonist insanlar zamanla alt sınıftakilere, yani bir nevi çok çalışan Morlock’lara mahkum hale geleceklerdir. Bu nedenle Wells’in nazarında 1890’ların ilerlemede ivmeyi arttıran medeniyeti, Eloi ve Morlock’larınkine benzer bir çöküşü yaşamamak adına, özellikle toplum zemininde bir “yeni dünya düzenine” ihtiyaç duyar. Tam da bu yüzden Wells, Zaman Makinesi romanını birlik vurgusuyla yapılandırır, rekabeti ve ayrımı roman boyunca eleştirir, değişimi merkeze alır ve mutlak ilerlemeyi medeniyetin sonunu getiren unsur olarak nitelendirir. Nihayetinde “toplum” temalı bu başlıkla yeni dünya düzeninin nasıl olması/olmaması gerektiğini resmeder.
Yazan: Özge Özçelik