Lanet olası cuma trafiği! Dur kalk, dur kalk! 3 km’lik yolu 40 dakikada aldık. Neyse ki köprüye doğru yol açılmaya başladı. Tam hızlanmışken dikiz aynasında hızla yaklaşan bir motor gördüm, önünü açmak için sağa kırdım. Gene de tam kaçamadı, geçerken dikiz aynasına sürtündü, aynanın camı olduğu gibi çatladı. Hızla uzaklaşan motorcunun arkasından bağırdım:
“Ulan hayvan herif! Yeni çıktı araba sanayiden!”
Böylece hafta sonu sinir bozukluğuyla başlamış oldu… Eve gelince arabayı özellikle uzağa park ettim, Handan fark etmeden ilk fırsatta yaptırmam lazım dikiz aynasını. Zaten kadın kazadan beri tepkili bana; cins cins bakışlar, uzak durmalar filan… Kardeşim ne var yani, 2 bira içtikten sonra araba sürmek suç mu? Mıcıra kaptırıp bariyerlere sürtündük birazcık, hepsi o kadar yani. Kaskosu çizildi ya arabanın, o kötü oldu bir tek. Eve girdim, Handan’ın elinde telefon, iki büklüm vaziyette. Kafasını bile kaldırmadı ben girince.
“Hayatım ben geldim”
Zoraki bir ses tonuyla, “Hoş geldin,” dedi.
“Çok kötü trafik vardı bugün, sinirim bozuldu köprüyü geçene kadar.”
Cevap yok. Odaya gidip üstümü değiştirdim ağır ağır. Oyalanırken aklım onda, “Senin nasıl geçti günün?”
Duymazlıktan geldi, sonra daha yüksek bir ses tonuyla tekrarladım.
“Her zamanki gibi işte, telefonum yavaşladı biraz”
Yanına gittim, ayağa bile kalkmadı. Ben ısrar edince sarıldı ancak.
“Handan n’oluyor, gene neye triplisin?”
“Yok bir şey. İşte telefona güncelleme yapıyorum, ona kafam takıldı”
“Boş ver kendi kendine güncellenir o.”
Elimi beline attım hızlıca, sonra da dudağına yapıştım. İyice kavramışım vücudunu, kanepeye geçiyoruz tam. Çekti kendini birden geri.
“Yorgunum Bülent, şimdi olmaz.”
Yüzünde boş ve bezmiş bir ifade var.
“Ne zamandır kaçıyorsun benden Handan. Yok telefonum bozuk, yok karnım ağrıyor, yok erken uyanacağım. Hayırdır ne kafası bu?
Gene her zamanki cevap:
“Yok bir şey”.
Daha fazla tartışıp cuma akşamımı rezil etmek istemedim. Kapıyı çekip bahçeye çıktım, oğlanın servisini beklerken bir sigara yaktım. Hala hınçlıyım, hem motorcuya hem de Handan’a. Kafamın dağılması gerek. Benim departmana yeni başlayan mühendis kızı aradım, yavaştan samimiyet kurma zamanı geldi onla da. Kız meşgule attı, neyse bir daha ararım.
***
Karşı komşu bahçeyi suluyor; beni görünce birkaç kez baktı ama selamlaşmadık. Sevmiyorum elemanı, anlayamadığım bir uyuzluk var herifte. İşi gücü yok mudur nedir, sabahtan akşama kadar gelen geçeni kesiyor.
Sigara bitti, servis hala gelmedi. Tam yenisini yakacakken karşıdaki eleman geldi. Dibime gelene kadar konuşmadım. Telefonunu uzattı.
“Bülent Bey Ayfon’umun ekranında bir sorun var, okuyamıyorum yazıları.”
Biliyor ya benim Türksel’de çalıştığımı, illa bana soracak. Soğuk bir bakışla aldım telefonu elinden, göz ucuyla baktım.
“Görüntü gitmiş, ciddi bir şey olabilir. Servise götürün.”
“Götürdüm işte, ekran kartı değişecek dediler.”
“Değiştir o zaman.”
Herif hala karşımda dikiliyordu.
“Zaten servise götürmüşsün, bana neyini soruyorsun daha?”
Birden sırıtmaya başladı, sinirlendim. Herif bizim eve doğru yöneldi ve bağırdı.
“Handaan!”
Üst üste gelen saçmalıkların hıncıyla daha fazla dayanamadım ve herifin yakasına yapıştım.
“Sen benim karıma nasıl adıyla seslenirsin ulan, yavşak!”
Herif direnmedi ve sırıtmaya devam etti. Tam yumruğu yapıştıracakken Handan’ın evden çıktığını gördüm, elinde uzaktan kumandaya benzer bir alet vardı. İyice yaklaştı ve kumandayı enseme tuttu. Elektrik çarpması hissiyle olduğum yerde zıpladım ve yere yapıştım; bütün kaslarım kilitlenmiş gibiydi. Bir daha da hareket edemedim.
“Noldu Semih?”
“Ayfon’un ekran kartı yanmış, garantisi bittiğinden dolayı değiştirmek için ek ödeme istediler. Seninkinde bulunur ekran kartı. Hem mutsuz görüyordum seni bir süredir, belki de bir reset-update istersin sevgili kocana.”
“Aynen sevemedim bu sürümünü, fazla maço takılıyor. Argo ayarını da becerememişsin bu sefer, iş arkadaşlarından duydum yerli yersiz küfrediyormuş”
Handan başıma doğru eğildi, vücudumda hapis kalmıştım adeta, fısıldayamadım bile. Kafamı 180 derece çevirdi. Ensemde tatlı bir kaşıntı hissettim ve birden bütün dünyam grileşti, bozulmuş piksellerle görmeye başladım. Handan boynumdan çıkarttığı ince, uzun, siyah kartı herife uzattı.
“İyice yedek parça deposu gibi görmeye başladın kocamı.”
Güldü.
“Hazır şoklamışken formatlayayım bu gece. Var mı aklında yeni bir güncelleme?”
“İşlemci gücünü yükselt biraz, daha çabuk proje bitirsin de daha çok prim kazansın.”
“Ne yapacaksın o kadar parayı, mutlu değil misin sen?”
“Bilmiyorum Semih ya. Geçen gün annesi geldi, imâlı imâlı konuştu. ‘Kokunu alamıyorum artık, şampuan diye çamaşır suyuyla mı yıkanıyorsun?’ bimem ne! Açık vereceğiz de birileri anlayacak diye aklım çıkıyor. Birkaç ay daha idare edelim. İyice para biriktirince, kapatıp Bülent’i gidelim buralardan, oğlumu da ikna ederiz öldüğüne.”
“Doğru diyorsun aslında, emniyette lisanssız üretilen replikaların peşine düşen bir birim kurmuşlar diye duydum. Bülent de göz önünde yaşıyor şimdi GBT’ye takılır filan bir çevirmede.”
Herif Handan’a doğru eğildi, uzun uzun öpüştüler.
“Boş ver replikasını da kazandığı parayı da. Her gün, her akşam seninle olmak istiyorum Handan!”
“Bu tutkunu gördükçe Bülent’in bomboş yolda bariyerlere dalması garip geliyor Semih, talihsizliğin de böylesi derdim ama neyse…”
Sarmaş dolaş vaziyette eve doğru yöneldiler.
Bütün bunlar yaşanırken, kaldırıma yapışmış ve hareketsiz vücuduma hapsolmuş vaziyetteydim, gözümü dahi kırpamadım. Ancak şahit olduğum manzaranın dehşeti, kalan gücümün son damlasıyla bağırmama yetti.
“Ulan puşt herif! Dokunma lan karıma!”