Bir Yaz Günü Kır Gezisi | Mikail Boz (Kısa Öykü)

Her şeyin kullanılmadan eskidiği bir çağda bir çocuğu ne mutlu edebilir ki?

Tabii ki sınır yolculukları! Garip döngüleri, labirentvari sokakları, bitmek bilmez ritüelleriyle kent kurulmuş bir saat gibi işleyedursun, evin biraz ilerisinde, altgeçitten biraz ötede farklı bir dünya vardı. Oraya gitmeli, karıncaların dünyasında eğlenmeliydi.

Çocuk koşar adımlarla mutfakta egzotik bir salata hazırlamakta olan babasının yanına vardı. Sağlıklı beslenmek, uzak diyarlardan gelen çeşit çeşit meyve ve sebzelerle yeni tatlar yaratmak istiyordu baba. Gün ışığı arkasından parıldıyor, onu olduğundan daha gizemli ve azametli gösteriyordu.

Bu esrarengiz simyacıya yaklaşıp, “Babacım,” deyiverdi, “kır gezisine çıkalım mı? Karıncalarla oynayalım?”

Baba salataya pür dikkat kesilmişti. Özel karışımından altın damıtmaya çalışır bir hali vardı. “Olmaz” diye cevapladı.

Bu cevaba hazırlıklıydı çocuk. Bu tipik cevabın ardından her zaman olduğu gibi evrendeki inanılmaz olasılıklara gönderimde bulunan “İşim var!” denirdi ki, o da tam beklediği anda söylendi. Simyacı “gizemli işler” yürütüyordu. Çocuk ise büyüklerden bir şey koparmanın en iyi yolunun onlardan naif ve nedense hep olanaksız görünen bir şey isteyip, o reddedilince asıl istediğini talep etmek olduğunu çoktan öğrenmişti.

“O zaman ben gidebilir miyim?”

Baba yaptığı gizemli işlerden bir saniye başını kaldırdı, çocuğun ona yönelmiş bakışlarındaki yalvarır ifadeyi gördü, “Git!” diye cevapladı, “Ama çok sürmesin. Annen seni merak ediyor sonra.”

“Tamam!” diye cevapladı çocuk, simyacının bacaklarına minnetle sarılıp evin kapısından fırlayıverdi.

Bu diyardan kurtulmanın tek yolu olduğuna inandığı yolda kuş gibi süzüldü.

Kısa bir süre sonra, alt geçitten geçer geçmez, o pastoral dinginlik havasına kendini bırakıverdi. Evet orada! Işıl ışıl güneşin altında, hayat öylesine akıp gidiyordu.

Bisikletini bir gölgeye bırakıp, her nasılsa peşinden sessizce koşturup terkine atlamış Orfeo ile oyun oynamaya tutuldu. “Evet Orfeo” dedi, “işte bizim dünyamız. Her şey kontrol altında.”

Hızla kendi kolonisini bulmaya çalıştı. Koloniler savaşı tüm hızıyla devam ediyor, karıncalar kümeler halinde duraksız biçimde son savaşa hazırlanıyordu. Görünüşe bakılırsa, bir önceki gelişinde onlar için sakladığı gizemli, bin bir derde deva idoliyum bulmuşlardı.

Çok aptaldılar. Ne olduğu ve bittiğinin farkında değillerdi. Yanı başlarında, gözlerinin önünde gizemli hazineyi/madeni toprağın altına gömüyor, ancak hiçbirisi bu olan biteni fark etmiyordu. Daha doğrusu hazineyi çok geçmeden buluyorlar ancak bunun birisi tarafından oraya onlar için konulmuş olduğunu anlamıyorlardı. Heyhat! Üç yaşındaki bir bebe bile anlardı bunu.

İlk “kaşif” burayı keşfededursun çok geçmeden ilk “mucit” de bunun işe yarar ve tüketilir bir şey olduğunu anlayıp kolonilerini bu esrarengiz madde ile geleceğe taşıyordu. Madencilikte binlerce karınca telef oluyor, ölenler aziz mertebesinde kutsanıyordu. Çocuğun anladığına göre şimdi bereket törenleri düzenliyorlardı. Ah onların dağın etrafında tur atmaları yok mu? Bütün enerjilerini bu gizemli şeyi çıkartmak için harcamaları yok mu? Alemdi bu yaratıklar!

Koloninin lideri bugün madene özel ziyaret düzenliyordu. Çevresinde toplanmış kölelerin üzerinde büyük bir saygı ile ilerliyor, eteğinde durduğu dağın önünde eğilip onu kutsuyor, kölelerine uzun uzun nutuk çekiyordu. Bu kıymetli halk “seçilmişti”. Gizemli madde bereket getirmişti. Çok yakında daha büyük işler yapacaklardı.

O nutuğunu çekedursun, komşu kolonilerden bazı ajanlar da bu kaynağı ve önemini keşfetmişti. Komşu koloni gizliden gizliye çaldıkları bu esrarengiz şey için savaş hazırlıklarını tamamlamıştı. Ölüm kapıdaydı.

Çocuk gülmekten çatlayacaktı. “Aptallar! Aptallar!” diye bağırıyordu.

Çok geçmeden koloniler kavgaya tutuştu. Esrarengiz kaynağın eteklerinde binlerce koloni üyesi yine telef oldu. Belki kutsal bir savaştı bu. Artık yeterince koloni üyesi öldüğünde, ki bu “yeterince” her daim matematiksel değil psikolojik bir anlam ifade ederdi, barış sağlamışlardı.  Ölüler meydandan temizlendikten sonra dağın iki yamacına maden ocaklarını kurmuşlardı yine.

Çocuk o kadar gülmüştü ki, artık gözlerinden yaş geliyordu. Bu küçük yaratıkların tarihine yön veren kişi olmak… Harikaydı. Sonunda sakinleşti. Artık gitme zamanıydı. Anne onu bekliyordu. Bisikletinin yanına gitti, çantasından çıkardığı gizemli agnostikyumu aldı.

Onu bir yere gizleyip bir kâşifin onu bulmasını beklemeyecekti. Gerçi karıncalar oldukça zeki sayılabilirlerdi. Gizlenen her şeyi çok geçmeden bulabiliyorlardı. Ama hayır. Bundan sonrasını görmek istiyordu. Daha büyük bir savaş olmalıydı.

Derhal kralın yanına çıktı.

Sarayda onu görenler ara sıra beliren bu gizemli kişiye göz ucuyla bakıp, biraz korku biraz da kuşkuyla başlarını çeviriyordu. Kral hazretleri vakit kaybetmeden onu kabul etti. Çocuk da saygısını sunup, yeni bulduğu madenden bahsetti.

Kralın gözleri ışıl ışıldı. Görünüşe göre küçücük miktarı bile ortalığı yangın yerine çevirmeye yetecek olan bu madde, komşudan ve daimi düşmandan kurtulmak için tek çareydi. Kral onu hediyelere boğdu. Çocuk hediyelerini alarak oradan ayrıldı.

Çocuk kıkırdıyordu.

Orfeo biraz kızgındı. “Sanırım onları yok etmeyi düşünüyorsun?” dedi, “baban bunu duyarsa sana çok kızar. Birleşmiş Galaksilerin Anayasası’nın 13. Maddesine göre Adacıklardaki teknolojik ve toplumsal gelişmelere müdahale edilemez”.

“Sen söylemezsen babam bilmez. Babam bilmezse kızmaz” diye cevapladı çocuk. “Ayrıca bu koloniyi ben buldum. Burada Adacık olduğunu kim nerden bilsin?”

Bisikletine atladı. Geçide doğru yöneldi. “Ah vahşi, güzel yaratıklar.” dedi çocuk ve bisikleti geçitte kayboldu.

Bu sırada aşağıda yoğun bir hareketlilik söz konusuydu.

“Çocuk ayrıldı mı?” diye sordu Kral.

“Ayrıldı”, diye cevapladı yaveri.

“O zaman bu tacı çıkarabilirim artık. Kafamı ağrıtıyor!”

“Tabii ki!”

“Bize verdiği madene bakılırsa bu seferki gösteriden çok memnundu.”

“Kuşkusuz!”

“Hemen inceleyelim. Vakit kaybetmeyelim! Belki gemilerde yakıt olarak kullanabiliriz.”

“İncelettiriyorum efendim!”

“Güzel, güzel! Bu kibirli yaratıkların ortalama zekası ve kurnazlığı bu kadarsa bizi azametli bir gelecek bekliyor. Herhalde aralarındaki en zekileri ve acımasızları galaksideki nüfus kontrolü için böyle fütursuzca gönderiyorlar. Neyse ki erken farkına vardık bu durumun!”

“Evet efendim! Bunu düşünmemiz harikaydı!”

Başkan şen bir kahkaha attı! “Evet, evet…”

Yazar: Mikail Boz

Ömrünün yarısını ne yapacağını, kalan yarısını da ne yaptığını düşünerek geçirmek istemeyen bir yersiz yurtsuz... Bilimkurguyu da bu yüzden seviyor...

İlginizi Çekebilir

depresyon

Depresyon | Erkan Ceylan (Kısa Öykü)

Dr. Zeynep Altın, psikiyatri kariyerinin beşinci yılında mesleğinin sınırlarını zorlayacak bir vaka ile yüzleşmek üzereydi. …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin