bozuk mercek - simulasyon

Bozuk Mercek | E. Nihan Acar (Kısa Öykü)

Sıkıcı bir okul gününün ardından, ayaklarını sürüyerek eve dönüyordu. Okul çıkışı servise binmedi. Yürümek, biraz nefes almak istemişti. Sanal merceğini rota oluşturmak için kullanmayalı uzun zaman olmuştu. Yeşili bol olan bir güzergâh seçti. Ağaçları görmek, kahverengi kabuklarına dokunmak istiyordu. Hava şahaneydi. Okuldan uzaklaştıkça hafifliyordu.

Selim liseye gidiyordu. Liseli hayatı, arka sıralarıyla seviyordu; sıkıcı öğretmen veya dersleriyle değil. Ders sırasında kaynatmayı, arkadaşlarıyla plan yapmayı ve yarısını dışarı çıkardığı gömleğiyle kızlara caka satmayı seviyordu. Özellikle Seda’ya…

Bu yeşil yol favorisiydi. Mercek navigasyonunun ona sunduğu onlarca değişik rotadan gerçek yaşama en yakın olanı buydu. Yıllardır teknoloji ile bir bütün olarak yaşamak zorunda kalmıştı. Merceğin devreden çıkarma tuşu olsaydı, yine gideceği yer yeşilliğin eteği olurdu. Acaba dünyada ne kadar yeşil kalmıştı? Bu veriler kullanıcılarla paylaşılmıyordu. Merceğin vaat ettiği sonsuz seçkili hayatın bedeli olarak, verilerin paylaşımı kısıtlıydı. Aslında nerede yaşadığını, ne yediğini ve hatta nerede uyuduğunu bile bilmiyordu. Selim her gün lisede arka sıra muhabbetine tavdı. O planda, arkadaşlarıyla olmak için yaşıyordu adeta.

Eve vardığında annesi mutfaktan seslendi: “Hoş geldin Selim!”

Selim oralı olmadı, hemen odasına doğru hızlandırdı adımlarını. Yemeğe kadar Metallica’nın son çıkan albümünü dinleyecekti.

***

Yemekte tam bir sessizlik hâkimdi. Selim hiç konuşmuyor, hızlı hızlı yemeğini yiyordu. Birazdan telefonu çalacak, sınıftan Seda arayacaktı. Ev telefonundaydı gözü. Çalarsa hemen açmalıydı.

Kardeşinin köftesini yere düşürmesiyle patlak verdi olaylar. Önce annesi kardeşine bağırmaya başladı, avazı çıktığı kadar. Bu büyük tepkiye babası duyarsız kalamaz, birazdan başlardı. Selim derin bir iç çekip masadan kalkmaya yeltendi. Babasının gür ve buyurgan sesi, onu yerine çiviledi: “Nereye gidiyorsun sen?” Sırtı soğuk soğuk terlemeye başladı. Kafasını ağır ağır çevirip babasına baktı korkuyla. “Sana odana gidebilirsin diyen oldu mu?!” Selim gündüzleri o arka sırada ne kadar neşeliyse; evde de o kadar mutsuzdu. Hemen hemen her gece başka bir olay yaşanıyordu bu evde. Ve artık bıkmıştı. Dönüp babasına bir şey demek istedi ama annesi yerdeki köfteyi alıp köftenin düştüğü tahta zemine çamaşır suyu dökmeye kalkışınca babası bu sefer annesine çattı: “Ahşaba çamaşır suyu döküldüğü nerede görülmüş, ne yapıyorsun sen?!”

Annesi ile babası yeni bir kavgaya tutuşunca onun varlığını unutmuşlardı bile. Yorgun bir hâlde kendini salondaki koltuğa atıp yemek masasındaki sesleri geriye itip görüntüye odaklandı. Mercek, ağlayan kardeşine ve hâlâ bağıran ebeveynlerine zoom yaparken tüm bunların artık bitmesini diledi. Tam o sırada bir şey oldu. “Zııt” diye elektriksel bir ses duyduğunu sandı. Ev telefonu mu çalacaktı acaba diye telefondan yana baktı. Hayır, telefon değildi. Elektrik akımına benzeyen bu ses, annesinin ve babasının sesini bastırmaya başladı. Konuşmaları artık duyamıyordu. Sonunda masadaki tabakların masa örtüsü içinde eridiğini görünce neye uğradığını şaşırdı. Telaşla yerinden kalktı, ayağa dikildi. Şimdi telefon, oturduğu koltuk ve hatta evdeki herkes beyaz bir ışık çizgisinin arkasında eriyip yitiyordu. İçindeki panik büyürken o anda fark etti merceğin bozulduğunu. Yıllar sonra ilk kez başına böyle bir şey geliyordu. İçinde büyüyen panik duygusuna teslim olmak üzereydi. Bir adım geri attı ama koltuğa geri düştü. Şimdi önünde uzanan gri boyasız betondan ibaret duvarlarla ve bir tek eşyanın bile olmadığı küçük odayla baş başa kalmıştı.

Gerçek neydi? Yıllardır lisede arka sıraya bıraktığı hayatı ona neye mal olmuştu? Tam o sırada elleri ilgisini çekti. Kemikleri sayılan, damarları çıkık, çilli ve buruş buruş yaşlı ellerine bakakaldı.

Her şeyin satın alınabilir olduğu 3000’li yılların dünyasında, dünya yarı yarıya ölmüştü ama istediğin programda, istediğin kimlikte kurguladığın karakterde yaşamak mümkündü. Lise hayatını seçen bir grup insanla bu deneyimin sadece sanal evrende mümkün olduğu bilinse de, arada her şeyi unutup bu lise evreninin gerçek diye bellenmesi olmayan bir şey değildi. Hatta zamanla ayrım kalkmıştı çoğu için. Örneğin liseli Selim olarak geçen sürede Selim, gerçek yaşını unutmuş, derslerin sıkıcılığını ve evin saçmalığını yaşama ve artık gerçek bir hayata sahip olmama pahasına sanal okulunun arka sıra muhabbetinde yaşayıp gidiyordu.

Kaç yıldan beri, bile isteye bu saçma simülasyonun içinde yaşayıp gitmişti, sayamadı. Tam o sırada duvarları beton, küçük odanın demir kapısı hızla açıldı. İçeri girenler yaşlı adamı çevrelerken uyuşturucu iğnenin saydam derisinden girdiğini hissetti belli belirsiz. Belli ki uyuşturucu vermişlerdi. Bilinci kapanırken yanı başındaki konuşmalar, uzaklaşan bir hayal gibi geliyordu ona:

“Mercek niye bozuldu? Kimsenin merceği bozulmamıştı şimdiye dek.”

“Adam 50 senedir yarattığı simülasyonda yaşıyor. Bu kadar uzun süreli takan olmamıştı ki merceği. Zaten merceğin ömrü 35 sene. Sonrasında yenilememek de kanun dışı.”

“Adam bilmiyor muydu bunu? Hem neden çıkamamış bunca sene sistemden?”

Tabletine göz gezdiren bilim insanı gülerek bakışlarını diğerlerine çevirdi:

“Liseli Seda’yı görebilmek için!”

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

depresyon

Depresyon | Erkan Ceylan (Kısa Öykü)

Dr. Zeynep Altın, psikiyatri kariyerinin beşinci yılında mesleğinin sınırlarını zorlayacak bir vaka ile yüzleşmek üzereydi. …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin