Entelektüel Algoritma | Emre Bozkuş (Kısa Öykü)

İş yerinde oyalanmak için uygulama mağazasında geziniyordu. Günün sıradan akışında, mesai saatlerinin bunaltıcı tekdüzeliğine bir nebze olsun ara verme niyetindeydi. Ofis koridorlarında yankılanan yapmacık gülüşler ve sahte nezaket, ruhunu sıkışık bir hücreye hapsetmiş gibiydi. Bu yavan atmosferde, bir de üstüne kültürel yozlaşmanın giderek daralan pençesi eklenince, kendini her seferinde iç dünyasında bir sığınak ararken buluyordu.

Gezintisi sırasında karşısına çıkan bir uygulama ilgisini çekti: “Entelektüel Algoritma.” Sırf ismi bile merak uyandırıyordu. Tanıtım videosunu izlemeye koyuldu. Özel tasarım takım elbisesiyle dikkat iyi görünümlü bir adam, kendinden emin ses tonuyla anlatıyordu:

“Hayatınız, belli kalıplara sığmaya çalışmakla mı geçti? Ortak ilgi alanları paylaşan, nitelikli bireylerle tanışmakta zorlanıyor musunuz? Kendinize uygun entelektüel partnerinizi bulma umudunu kaybettiniz mi? O halde doğru yerdesiniz. Entelektüel Algoritma ile hayalinizdeki profildeki insanlarla tanışabilir ve benzersiz anlar yaşayabilirsiniz. Tek yapmanız gereken uygulamayı indirmek ve birkaç soruyu yanıtlamak. Entelektüel Algoritma: Yeni buluşma adresiniz!”

Dikkatini çekmeyi başarmışlardı. Uygulamayı indirmeye karar verdi. Mesai bitiminde, eve yorgun argın döndüğünde ilk işi, yemeğini hızlıca yemek ve merakla uygulamayı açmak oldu. Arayüz oldukça sade ama aynı zamanda davetkâr bir şıklıkla tasarlanmıştı. Karşısına çıkan sorular, tanıdık bir gündeliklik içeriyordu: “Nerede yaşıyorsunuz?”, “Hangi okuldan mezunsunuz?”, “En sevdiğiniz kitap ve filmler nelerdir?” Bu soruları yanıtlamakta bir an bile tereddüt etmedi.

Kısa süre içinde isimler ve fotoğraflar belirmeye başladı. Bu uygulama da diğerleri gibiydi. Artık sağa ya da sola kaydırarak diğer kullanıcılarla etkileşim kurabilirdi. Fakat bir fark vardı: Bu platformda karşısına çıkan profiller sıradan flört uygulamalarındakilerden çok farklıydı. Her biri, kendisi gibi entelektüel bir birikime sahip olduğunu iddia eden insanlardan oluşuyordu. İşte tam da bu durum onu cezbetmeye yetmişti.

***

Oya Seven, 28 yaşında bir editör. Günlerini kelimelerin büyülü dünyasında geçirirken, bu yeni platform onun hayatına taze bir nefes katmıştı. İş adamı, yazar, felsefeci, sporcu ve birçok başka meslek grubundan insanın bir araya geldiği bu seçkin platforma kısa zamanda alışmıştı. Konuştuğu herkes tarafından leydi gibi karşılanıyor, ilgi alanlarına oldukça zarif tavırlarla alaka gösteriliyordu. Yaşadığı şey heyecan vericiydi, zira ömrü boyunca böylesine bir davranışla karşılaşmamıştı. Kendisini cennette gibi hissediyordu.

Görüştüğü son kişi “yaşamak kocaman bir olay, küçük yaşamamak gerek”, demişti. Hem ressam hem de iyi bir okurdu. O gece evinde sabahladılar. Fakat zamanla bir şeyler yanlış gitmeye başlamıştı sanki. Kurduğu her bir iletişim tamamıyla mükemmel olunca kusur arıyordu her insan gibi. Elbette ilk başlarda bu kusursuzluk hissi memnun etmişti etmesine, ancak kusurların aslında her insanı belirleyen izler olduğunu fark edince işler değişti. Lütuf olarak gördüğü ne varsa lanet hissi vermeye başladı. Bir vakit bu huzursuzluğa karşın ilişkilerini sürdürdü. Partiler, gecenin koynunda yaşanan heyecanlı sohbetler ve sabahlara dek süren yoğun hisler… Yine de içinde bir eksiklik vardı. Bunu tam olarak adlandıramasa da, kalbinde ağır ağır büyüyen bir boşluk hissiyle boğuşuyordu. Her ne kadar mükemmele ulaşmış gibi görünse de, belki de asıl mesele tamamlanmak değil, arayışın kendisiydi. Kaos teorisi ve muadili yaşamlar…

Uygulamayı yaklaşık üç ay kullandıktan sonra silmeye karar verdiği esnada  birinden yeni bir mesaj aldı. Bulut Yağmur adında bir kullanıcı kendisiyle tanışmak istiyordu. Normalde geri dönüş yapmayıp silme işlemine devam edecekti ama içinden bir ses ya da önleyemediği bir dürtü, karşısındaki insanı tanıması gerektiğini söylemişti. Bu fikre tutunarak silmeyi erteledi, profiline girip incelemeye başladı.

Aralarındaki iletişim kısa sürede bağa dönüşmüş; mutluluğun hazzına tam anlamıyla vardığı o ilişkiye sonunda kavuşmuştu. İyi anlaşıyorlardı ve bir bütünün kayıp iki parçası gibiydiler. Sözgelimi edebiyat zevkleri birdi, ikisi de “Kayıp Zamanın İzinde” serisinin hayranıydı, sabahlara kadar Proust hakkında konuşuyorlardı. Sinemada Bergman’ın sembolleri üzerine ya da müzikte klasik bestecilerden herhangi biri hakkında saatlerce tartışabiliyorlardı. Bu muazzam bir olay, mucizevi bir rastlantıydı; ruh eşini bulmak ve bu kadar mutlu olmak… Ta ki bir gün yüz yüze tanışma fikri ortaya çıkana dek.

Bulut bir türlü ikna olmuyordu, Oya ne kadar uğraşsa da başaramıyordu. Uzun uğraşlar sonucunda nihayet bir kafede görüşmeyi kabul etti. Şehir merkezinde şalaş bir kafeyi seçmişlerdi. Haliyle içerisi tıklım tıklımdı. Mekâna ilk varan Oya’ydı. Sakin bir köşeye geçip uzunca süre bekledi. Tam ekildiğini düşündüğü sırada omzuna bir el dokundu, sevinçle döndüğündeyse karşısında şeffaf bir yüz ve binlerce kablodan örülü robotumsu bir varlık duruyordu.

“Merhaba, çok bekletmedim umarım.”

“Sen de kimsin!”

Attığı çığlıkla bütün insanlar dönüp hayretle ona bakmıştı.

“Bulut,” diye yanıtladı, insansı ifade takınmaya çalışan adam, buna rağmen yüzündeki şaşkınlık rahatlıkla okunabiliyordu.

“Ama… ama sen insan değilsin!”

“Evet, sadece sizin gibi değilim ama insanım.”

Oya’nın içinde bir ses bunun başına ilk defa gelmediğini söylüyordu. Fakat bu saçma fikri öteleyerek geri çekildi. Çevresindeki herkes ona bakıyordu, sanki hepsi bu oyundan haberdardı; evet, haberdarlardı. Burası bir oyun alanıydı ve kurbanı kendisiydi, neler oluyordu böyle? Korku içindeydi, ne yapacağını bilmez halde çantasını aldı ve ilkel bir reflekse tutunarak oradan uzaklaştı. Bulut ise ardında hayal kırıklığıyla ona bakıyor, istatistiksel hesaplamalarla durumu üstlerine rapor ediyordu.

***

Sonraki günlerde Bulut’tan gelen mesajların arkası kesilmese de hiç birine cevap vermedi. Korktuğundan mı böyle davranıyordu yoksa başka bir sebebi mi vardı? Emin olduğu tek şey kaçtığıydı. Bir gece yine bunu düşünürken iç sesi beklenmedik ziyaretçilerin gelişiyle bölündü. Kapıda görünüşlerinden anlaşıldığı kadarıyla biri kıdemli diğeri henüz çırak olan siyah elbiseli iki adam duruyordu.

“Oya Seven, 28 Yaşında, Editör. Siz misiniz?” diyerek söze giren tecrübeli olandı. Oya ise damdan düşercesine sorulan bu soru karşısında şaşkın, yalnızca “evet, “diyebildi. “Siz kimsiniz?”

“Ben Mutedil Özyürek, arkadaşım da Yibek Tezürek. Atitech adlı şirketin yasal temsilcileriyiz. İçeri girebilir miyiz?”

“Tabi, buyrun.” diyebildi sadece. Korku zihnini ve bedenini kontrol dışı bırakmıştı. Mutedil, halinden beklendiği üzere uzun adımlarla ve alışkın bir tavırla hareket ediyordu ama Yibek çok telaşlı ve heyecanlıydı. Bu durumunu belli etmekten de bir hayli çekiniyordu. Oya’nın içinde korkuyla karışık merhamet belirmesine yol açmıştı. Oturma odasına geçtiklerinde konuşma kaldığı yerden devam etti.

“Sözü uzatmadan sadede geleceğim. Geçen salı günü 12.36 sularında teslim ettiğim AtiTech şirketine bağlı ‘Entelektüel Algoritma’ adlı uygulamayı kendi isteğinizle sildiğinizi onaylıyor musunuz?

“Evet, ama…”

“Yaptığınız işlemin sonuçları uygulamaya kaydınızı yaparken onaylamış olduğunuz sözleşmede net bir şekilde belirtiliyor. Şayet bir kullanıcı geçerli bir mazaret ya da sebep sunmadan uygulamayı silerse, kullanıcı arayüzü şirkete devredilecek ve kişinin öz varlığına son verilecektir. Kısaca geçerli bir bahaneniz ya da mazeretiniz varsa dinliyorum, yoksa işlemi gerçekleştireceğim.”

“Bu da ne demek? Ne istiyorsunuz benden?”

O sırada Tibek yanındaki çantayı kucağına alıp, içinden çıkardığı cihazı ayarlamaya başlamıştı.

“O nedir acaba?” diyerek korkusunu belli eden Oya’ya soğuk bir sesle,

“Sanırım söylenecekler bu kadar” diyen bir ses karşılık verdi. Ardından sesini iyice yükselterek,

“Benden ne istediğinizi söyler misiniz lütfen? Alt tarafı bir uygulama kaldırdım, dünyanın sonu değil ya!” dedi. Fakat pek işe yaramadığı gelen cevaptan belliydi.

“Kurallar Oya Hanım, her zaman önemlidirler. Uygulamamız size göre önemsiz olabilir ama sözleşmede haklarınız ve yaptırımlar detaylıca belirtilmesine rağmen okumayarak yaşanması muhtemel sonuçları peşinen kabullendiniz. Bu sebeple bizlere hakaret eden sözlerle hitap etmeniz hiç hoş değil. Neyse, önemi de yok zaten.”

Çantadan çıkan aygıtı alarak yeniden Oya’ya döndü,

“Güle güle Oya Hanım ya da iyi günler mi demeliydim?”

“Gidiyor musunuz?”

“Hayır efendim, siz gidiyorsunuz,” dedi ve makineden çıkan ışınlarla Oya yere yığıldı. Ardından telefonuna uzanan adam merkezi aradı.

“Denek 616 sistemden çıkarıldı, 617 için erişim izni istiyorum.”

Kulaklıktan gelen ses ciddiyetle,

“İzin verildi, yapay zekâ kimlik edinme prosedürünü yeniden başlatın!” dedi.

Güncelleniyor yazısı belirdi ardından. Artık Oya değil Maya’ydı ismi…

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

kullerin mesaji oyku

Küllerin Mesajı | Alper Kaan Selçukoğlu (Kısa Öykü)

Rüzgâr, kavruk bir iniltiyle kıvrıla kıvrıla ilerledi, ardından toprakta açılmış ince çatlakların arasına sızarak orada …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin