İçimde Büyüyen | Gamze Güller (Kısa Öykü)

Ellerini ve alnını soğuk cama dayayıp içeri baktı Mavi. Karşısında yan yana onlarca şeffaf yaşam hücresi vardı. Odadan ritmik bip sesleri duyuluyordu yalnızca. Hastanenin bu kanadında bundan başka ses yok gibiydi. Hangisi onunkiydi? Odasının kapısındaki dokuz haneli numarayı tekrar etti içinden. Aradığını orta sıranın sonlarına doğru buldu. Oradaydı işte! İçi sıcacık oldu. Elini hastane önlüğünün üstünden yavaşça karnında gezdirdi. Dikiş yerleri biraz sızlıyordu.

Ağrı kesici istemediğinde şaşırmıştı Bilge ablası.

“Kızım bu tek fırsatın, bol bol nazlan. Ben neler etmiştim Necati abine.” Gülümseyerek elini şöyle bir savurdu havada. “Kış günü canım erik istemişti de gece vakti açık organik meyve üretim merkezi bulmak için dört döndüydü.”

“Canım bir şey istemiyor,” dedi Mavi.

“Olsun bu işin şanındandır, eskiden kadınlar dokuz ay neler neler isterlermiş.”

“İyi de onlar hamileymiş abla. Ne tuhaf…  Gerçekten bebekleri kendi içlerinde mi büyütüyorlarmış?”

“Tabii ya, büyükannem anlatırdı, onun annesi öyle doğmuş. Annesi ömrü boyunca söylenmiş, başına kakmış ben seni dokuz ay karnımda taşıdım diye. Ne saçmalık.”

Kendini iyi hissediyordu Mavi. Prosedürden sonra kısa bir süre sıkıntısı olacağı ama çabucak iyileşeceği yazıyordu bakım monitöründe. Metnin altında gülen bir yüz vardı. Doktorum bu herhalde, diye düşündü gülümseyerek. Pek de yakışıklıymış. Hastanede her şey robotikti. Durumuyla ilgili bütün veriler bileğindeki alıcıya aktarılmıştı. Bu ara onun yaşlarındaki, hatta çocuk isteyen daha genç arkadaşları bile birer ikişer gönüllü olarak yatıyorlardı hastaneye. Mavi biraz geciktirmek için elinden geleni yapmıştı ama 28. doğum gününe üç gün kala yaş haddinden çağrılmıştı. Bu bir zorunluluktu.

“Doğumdan sonra bir yıl çalışamayanlar bile oluyormuş.” Bilge doğum derken yüzünü buruşturmuştu.

“Bilge abla bir şey soracağım sana, hiç mi merak etmedin doğurmak nasıl bir şey?”

Bilge’nin gözleri büyüdü, yutkundu. “Yoo,” dedi “neden merak edeyim ki?”

“Bilmem, ben bazen düşünüyorum da.”

“Aman neyini düşünüyorsun evren aşkına. Onca sıkıntı, acı, mide bulantısı, kilo… Okumadın mı hiç? Hormonlar altüst oluyormuş. Duygusal iniş çıkışlar yaşanıyormuş. Düşük diye bir şeyden bahsederdi mesela büyükannem. Bazı kadınlar bebek tutunamaz diye aylarca yatmak zorunda kalırlarmış. Doğumdan sonra da saçları, dişleri dökülürmüş, kemikleri kırılırmış. Kim ister ki bunları?”

“En azından seçme şansımız olabilirdi,” dedi Mavi.

“Şşş…” Bilge heyecanlanmıştı. “Sessiz ol deli misin, her yerde gör-dinle var.” Korkuyla etrafına bakındı. “Ben iki çocuk sahibi olup da nasıl çalışmaya devam ederdim yoksa. Bu sayede erkeklerle eşitlendik.”

Sonra sesini biraz daha alçalttı.

“Laf aramızda şu operasyondan önce saçma sapan bir şeye kalkışacaksın diye çok korktuk Necati abinle. Neler gelirdi başımıza o zaman, evren korusun. Biz öyle insanlar mıyız? Neyse bitti gitti işte. Bu kadar geciktirmeye ne gerek varmış, bak ne kolay oldu değil mi?”

Başını yastığa gömüp gözlerini yumdu Mavi. Bilge ablasını severdi ama o da çevresindeki herkes gibiydi işte. Bunu feminist bir devrim diye yutturmaya çalışmışlardı resmen. Doğurmak istediğini ağzından kaçıran kaç kız arkadaşı olmuştu şimdiye kadar. Yine de tıpış tıpış gidip bıçak altına yatmışlardı. İçinde bambaşka bir duygu büyüyordu Mavi’nin yıllardır.

“Hadi hadiii,” diye neşeli bir sesle konuştu Bilge. “Canın bir şey istiyorsa Necati abin bulur getirir.”

Mavi sesini çıkarmadı, uyurmuş gibi yaptı.

Akşama doğru kalkıp yürümesi gerektiği bilgisi düştü monitörüne. Koridorda biraz yürüdüler. Her şey yolunda görünüyordu. Daha sonra Bilge’nin kocası ve iki oğlu ziyarete geldiler. Ona belki canı çekmiştir diye konik portakallar getirmişlerdi.

“Gelenektendir,” dedi Necati.

“Galiba elimizde bir tek gelenek kaldı,” dedi Mavi.

Bilge gözlerini devirdi. Necati’yle bakıştılar.

“Bir tek senin kapında sarı tülden süsler yoktu,” dedi küçük oğlan Mavi’ye.

“Ben istemedim,” dedi Mavi. “Sonuçta doğurmuş değilim. Kutlayacak bir şeyim yok.”

“Doğurmak mı?” diye sordu büyük oğlan. “İnsanlar da doğurabiliyor mu?”

Bilge içini çekip hepsini odadan gönderdi, Mavi ablalarının dinlenmeye ihtiyacı vardı.

“Büyük oğlanı ilk getirdiklerinde yadırgamıştım biraz,” dedi arkalarından bakarken. “Arada gidip ekrandan izliyorduk tabii ama ilk kucağıma aldığımda…”

“Senin bebeğin gibi geldi mi?” diye sordu Mavi.

“Kim sokuyor kafana bunları, nasıl laf o öyle? Tabii ki benim bebeğimdi.”

“Evet de o duygusal bağ nasıl oluştu bir anda? Başka bir bebek getirip kucağına verseler anlar mıydın? Yani içinde büyümedi sonuçta…”

Bilge’nin sinirlenmeye başladığı belliydi. Kendimi tutmam gerek, diye düşündü Mavi. Bu kadının suçu yoktu. Düzen böyleydi, o da uymuştu. Dünya üzerinde hayatta kalan tek yakınıydı Bilge. Elbette Mavi’nin bir çocuğu olana kadar… Anne olunca anlarsın deyip duruyordu Bilge ona. O neyi anlamıştı, soramıyordu Mavi.

“Ablacım kızma,” dedi gönlünü almak için. “Bana bakma sen, hâlâ anesteziliyim, saçmalıyorum.”

“Ah kuzum,” dedi Bilge “yarına bir şeyciğin kalmayacak merak etme.” Tekrar koltuğuna gömülüp uyuklamaya başladı.

Onun uyuduğundan emin olduğunda yavaşça yataktan kalktı Mavi. Başta biraz başı döner gibi oldu ama hemen toparlandı. Yavaş adımlarla odasından koridora çıktı. Sarı tüllerle bezeli kapıların önlerinden geçerken odalardan sahte ağlamalar, inlemeler, teselliler duydu. Evli kadınların nazlanmak için yapmayacakları şey yoktu doğrusu. Ya bir de gerçekten doğurmuş olsalar… Bunu hayal bile edemeyeceklerinden emindi Mavi. Feminist devrimmiş. Baştan sona palavra, diye geçirdi içinden. Erkeklerin yaptığı tek şey kadınların bebekle kurdukları o bağı kesmek olmuştu. Gerçekten de kadınla erkek eşitlenmişti. Artık annelerin de babalardan bir farkı kalmamıştı.

Aradığını koridorun en sonunda buldu.

Yaşam hücrelerinin içlerinde o gün çıkartılan bütün rahimler, koruma sıvıları içinde salınıyordu. İncecik fiber kablolar dört bir yanlarını sarmış, uçları her hücrenin başına yerleştirilmiş, veriler akan ekranlara bağlanmıştı. Onun zavallı ama yapılan tetkiklere göre son derece sağlıklı olan rahmi de küçücük, bomboş ve yapayalnızdı henüz. Ama çok geçmeden -belki de yarın- içine bir embriyo transfer edilecek ve başka bir ailenin çocuğuna dokuz ay boyunca ev sahipliği yapacaktı. Mavi de odadaki bütün diğer rahimlerin sahipleri gibi çalışmaya kaldığı yerden devam edecek, zamanı geldiğinde buna benzer bir ünitede, kim bilir kimin rahminde büyüyecek bir bebek için başvuruda bulunacaktı. Yıllar önce yapay rahimlerde büyüyen çocuklarda duygu durumu bozuklukları yaşanmış, bu çocuklar büyüdüklerinde makineden farksız olmuşlar, sonunda yine en sağlıklısının anne rahmi olduğu gerçeği ortaya çıkmıştı. Hem genetik müdahaleler bu şekilde daha kolay yapılabiliyordu. Malum kimse kendine benzeyen çocuklar istemiyordu artık. Ama neden her çocuk kendi annesinin rahminde büyüyemiyordu ki? Mavi’nin aklı almıyordu bunu. Kadınlar bunu eskiden yapabildiyse…

Odanın kapısının açık olmasına şaşırdı ama sonra düşündü, ondan başka kim girmek isteyecekti ki buraya zaten. Aradığı yalıtımlı organ taşıma kutusunu tam da ona tarif edilen dolapta buldu. Kendi rahminin hücresini açtı, kabloları çıkardı önce. Sonra da içindekileri, hiç dokunmadan olduğu gibi taşıma kutusuna boşalttı. Bir süre idare eder, demişti doktor. “Eğer zamanında gelirsen halledebiliriz.” Bunu ancak hissettiklerini anlayabilen kadın ve insan bir doktor yapabilirdi. Bulmak için çok uğraşmıştı ama şansını denemesi lazımdı. Ne olursa olsun içgüdülerinin peşinden gidecek, kendi bebeğini, kendi içinde, kendi rahminde büyütecekti.  Kadınlar doğuştan sahip oldukları bu hakka günün birinde yeniden kavuşacaklardı.

Elindeki kutuyla yavaşça odadan çıktı. Alarm çalmaya başlamıştı. Son bir kez geri dönüp içerideki diğer rahimlere baktı. Bileğindeki alıcıyı söküp attı.

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

gokcan sahin oyku

Kanayan Duvardaki Kelimeler | Gökcan Şahin (Kısa Öykü)

Burada ölümün rengi yeşil. Kokusu portakal, dokusu tuhaf. Elinizi belli bir yöne doğru sürterseniz yağ …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin