20 Temmuz 2097
Mars Araştırmaları Enstitüsü
4 Numaralı Disiplin Koğuşu
1
Gözlerini zorlukla açtı. Beyaz mahkûm giysileri içindeydi. Önce meraklı gözlerle büyük odayı inceledi. Duvarlar, tuvaletteki eşyalar, metal kapı, her şey beyaza boyanmıştı. Mahkûm, yanı başında duran gardiyan robotla göz göze geldi.
Robot, bütün türdeşleri gibi boş ve anlamsız gözlerle mahkûma bakıyordu.
— Neredeyim ben? dedi mahkûm, robota bakmadan.
— Olmak istediğin yerdesin.
— Cennet mi burası? Sen melek misin?
— Hayır… Melek değilim. Biraz düşün. Birkaç ay önce nereye gitmek için yola çıktıysan şu an oradasın.
— Adın ne?
— İnsanlar gibi bir adım yok. Üretim türüm ve kod numaramla anılıyorum. R2047-ATAK modeliyim.
— Anlaşıldı, laboratuar çocuğusun. Neden bağladılar beni?
— Çünkü suçlusun.
— Suçlu muyum?
— Evet. Yaptığın yolculuk kanunlara göre suç.
— Doğru ya… Ama ben öleceğimi düşünmüştüm.
— Normal şartlar altında ölmeliydin. Ölmek üzereyken tesadüfen buldular seni. Saklandığın sektördeki beklenmedik bir arıza sebebiyle bakım ekibi seni fark etti. Bir ay komada kaldın. Kozmonot Doktor senin çok şanslı olduğunu söyledi. Bir de “ayı gibi kuvvetli” dedi, ama bunu anlamadım. Bir insanın hayvana benzetilmesini mantıksız buluyorum.
Mahkûm yatağında doğruldu. Ayağa kalkmak istedi, ama başının dönmesine engel olamıyordu. Gardiyan robota bakmadan konuşmaya başladı:
— Sizi neden daha akıllı olarak yapmıyorlar, ben de bunu anlamıyorum. Neden ilkel robotlar gibi kesik kesik konuşuyorsunuz?
— Bu şekilde konuşmamızın sebebi beyin konuşma merkezimizin henüz yeterince geliştirilememiş olması. Ancak ben ve türdeşlerim çok yetenekliyizdir.
— Ha, evet, bilgisayar kullanmakta falan öylesiniz, ama iş espri yapmaya gelince ilkel robot atalarınızdan daha yetenekli değilsiniz. Gerçi bana sorarsan aranızda fark da yok ya, neyse…
— Biz robot değiliz. Titanyum iskeletimiz dışında organik maddelerden üretiliyoruz. Eminim sonraki modellerimiz daha gelişmiş olacak ve düşük zeka ürünü esprileri de anlayabilecekler.
— Esprileri anlamıyorsun, ama bir hayli küstahsın bakıyorum. Sen gardiyanım mısın şimdi benim?
— Evet, öyle sayılır. Dünya’ya dönene kadar yanından ayrılmama konusunda emir aldım.
— Dünya’ya mı?
Mahkûm kendine gelmeye başlıyordu. Elleriyle yüzünü kapadı ve bir süre öyle kaldı. Nerede olduğunu anlamıştı. Sert bir sesle konuşmaya başladı:
— Hemen gönderilmeyeceğim umarım. En azından bir kez pencereden bakmama falan izin verselerdi.
— Bu odadan çıkmanız mümkün değil. Burada bütün izinleri Büyük Şef verir.
— Büyük Şef mi? Başkan demek istiyorsun herhalde.
— Başkan kendisine öyle dememizi istiyor.
— Ya seni öldürürsem? Nasıl olsa bana zarar vermemeye programlısın.
— Beni öldüremezsiniz. Sizden üç kat daha güçlüyüm ve tahmin edemeyeceğiniz kadar çok dövüş sanatında ustayım. Zarar vermeden de sizi zararsız hale getirebilirim. Ayrıca ben yapay olarak birleştirilmiş bir hücreler topluluğuyum. Bütün hücrelerimin yok edilebilmesi trilyonda bir olasılık. Bunu da ancak bir nükleer bomba yapabilir. Gene de geriye kalan tek bir hücrem yeniden üretilmeme yetecektir.
— Tamam, sus! Hem kesik kesik konuşuyorsun, hem de gevezesin!
— Hakaret etmeyin lütfen.
— Edersem ne olur?
— Sizi bayıltmak zorunda kalırım.
— Bak sen şu deney faresine! Bayıltırmış!
— Büyük Şef geliyor. Ayağa kalkın.
2
Beyaz takım elbisesi ve aynı renkteki saçlarıyla yirminci yüzyılın pop yıldızlarına benzeyen Enstitü Başkanı Berk Türk ağır adımlarla koğuştan içeri girdi. Robot hemen kendisine bir sandalye hazırladı. Mahkûmun karşısına konan sandalyeye oturan Başkan kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra mahkûmun gözlerine bakarak etkileyici sesiyle konuşmaya başladı:
—Beni tanıyor olmalısın.
— Sizi tanımayan mı var Şef? Kız kardeşim en büyük hayranlarınızdan biri.
— Sen değil misin?
— Ne değil miyim?
— Hayranlarımdan biri değil misin?
— Hayır, değilim.
— Neden buradasın peki?
— Ben bu gezegenin hayranlarından biriyim.
— Hayran olunacak ne var bu gezegende?
— Bilmem. Ben de bunu merak ettim ya. Siz söylersiniz diye umuyorum Sayın Başkan.
— Bense senin söyleyeceğini umuyorum.
— Turistik Mars gezileri organize eden bir şirketle ilgileniyordum iki yıldır. Bütün zenginlerin gemileri doldurarak buraya gelmesi ilgimi çekti. Ha, bir de “şu Mars planörlerinden biri ile uçmak hoş olur” diye düşündüm.
— O zaman sen de onlarla birlikte gezilere katılsaydın.
— Dalga geçiyorsunuz, değil mi? Bunun için tam yetmiş sekiz sene kazandıklarımı hiç harcamadan biriktirmem gerekiyor.
— Yalan söylüyorsun! Sadece bu amaçla ölümü göze almış olamazsın. Bunun için çok ucuza sanal geziler var.
— İnsanlar çok da anlamlı olmayan hayaller uğruna ölümü göze alıyor genellikle. Bu da benim hayalim.
— Nerelisin?
— Dünyalıyım.
— Dalga geçmeyi bırak! Birkaç miligramlık ilaçla hayat hikâyeni anlattırabilirim sana, biliyorsun değil mi?
— Biliyorum, ama bunun yasal olmayacağını da biliyorum.
— Burada yasa benim! Neden aklın başındayken her şeyi anlatmıyorsun? Belki birbirimizi ikna edebiliriz. Seninle ilgili kayıtlar basit bir gazeteci olduğunu yazıyor. Sıradan, basit bir gazeteci.
— Evet, sıradan, basit biriyim ben. Çünkü Mars’ı görene kadar kendimi yaşamamış sayıyordum.
— Yeter! O gemiye sadece Mars’ı görmek için binmediğini ikimiz de biliyoruz!
— Ne için bindim sizce Sayın Başkan?
— Bunu sen söyleyeceksin!
— Benim söyleyeceklerim bu kadar.
— Ajan olduğunu biliyoruz!
— Ajan mı? Gazeteciler ne zamandan beri ajan sayılıyor?
— Kaçak olarak gemilerimize binmeye çalıştıklarından beri! Kötü bir alışkanlık belki, ama bu hep böyle olmuştur.
— Ajan olduğuma inansaydınız çoktan öldürürdünüz beni. Kim olduğumu ikimiz de biliyoruz. Neden onca yaşlı insan Mars’a geliyor Sayın Başkan? Onları bu topraklara çeken şey ne?
— Merak ve zenginlik.
— Merak ve zenginlik için insanlar böyle tehlikeli ve uzun bir yolculuğa servetlerinin yarısını yatırmaz. Sizin deyiminizle “çok ucuza sanal geziler varken” üstelik. Onlarla yapılan bir “Siyah Sözleşme”den bahsediliyor hep. Hani şu, kimselerin görmediği sözleşme.
— O sözleşme, yolculukla ilgili basit bir izlek, o kadar.
— O zaman okumama izin verirsiniz.
— Tabii ki. Bir kopyasını okutabilirim, ama sözleşmeyi alıp götüremezsin.
— Bana başka bir sözleşme vereceğinizden eminim. Ben gizli olarak imzalanandan bahsediyorum.
— Gizli sözleşme falan yok! Bunlar hep gen kopyalama muhalifi derneklerinin uydurması!
— Gen kopyalama muhaliflerinin söylediklerini yalanlamak elinizde ama Sayın Başkan.
— Hayır. Onlara yanıt vermek zorunda değiliz.
— Mars’a gelen yaşlıların Dünya’ya döndüğünde çok daha sağlıklı olduğunu ve burada Dünya’da yasaklanmış ameliyatların yapıldığını herkes biliyor.
— Burası Dünya kanunlarının geçerli olduğu bir Dünya kolonisi Gazeteci Bey. Müfettişler tarafından düzenli olarak kontrol ediliyoruz.
— Geçen hafta o müfettişlerden biriyle görüştüm Sayın Başkan. Mars’a gitmek üzereyken ölümcül bir hastalığı varmış, ama benimle konuşurken çok sağlıklı görünüyordu.
— Mars’ın havası iyi gelmiştir. Bak, sadece burada kurulan üssün şartları, solunan hava, düşük yerçekimi ve başka bir gezegende olmanın psikolojik etkisi bile insanların kendini iyi hissetmesini sağlıyor. Başka bir sebep yok.
— O zaman bütün gezegeni gezmeme izin verin. Hem de her köşesini.
— Böyle bir izin veremem.
— Neden?
— Çünkü parasını ödemedin. Hem her bölümü gezmen de mümkün değil. Buradakilerin yarısından fazlası askeri tesislerdir. Dünya’da da askeri tesislere girmek, film ve görüntü almak yasaktır, burada da.
— Ama orada gizli sözleşmelerle insanları götürdükleri klinikler yok.
— Eminim yoktur.
— Var mı?
— Soğuk savaş yılları hakkında hiç kitap okumadın herhalde.
— Ama soğuk savaş bitti.
— Hayır, bitmedi. Hiçbir zaman da bitmeyecek. Herkesin gözü Mars’ta. Biz de buraya bir üs kurduk, çünkü yarıştan geri kalmamalıydık. Zenginlerin buradaki ziyaretinde hiçbir özel ve saklı durum yok. Onların parası var ve bizim de üssün giderlerini karşılayabilmek için paraya ihtiyacımız var. Onlar gezmek istiyor, biz de dileklerini yerine getiriyoruz.
— Öyleyse beni de gezdirin.
— Hayır. Kaçak gelenleri burada alıkoymamız mümkün değil. Maalesef kanun böyle. Bir tutuklu olarak Dünya’ya geri gönderileceksin. Orada yargılanıp çok yüklü bir tazminat ödeyeceksin. Bu arada, kaçak yolculuk sırasında ölmediğine de dua etmelisin.
— O davayı açmayacağınıza, bu konuyu kapatacağınıza eminim. Muhtemelen yakın zaman hafızamı silip beni geri göndereceksiniz, ama yine geleceğim Sayın Başkan. Bir yolunu bulup yine geleceğim ve yaşlılara burada neler yapıldığını bulacağım.
— Yaşlanınca gelirsin. O zaman Mars’ı sana bizzat ben gezdiririm. Tabii o kadar yaşarsam.
— Çok uzun yaşayacağınıza eminim Sayın Başkan. Çok uzun hem de.
— Dilediğine inanabilirsin… Atak, içeri gel. Sevgili Gazetecimizi yolculuğu süresince uyutalım… İyi günler dilerim. Gözlerini açtığında Dünya’da olacaksın.
— İyi günler Sayın Başkan. Tekrar görüşeceğiz, emin olun.
— Hiç sanmıyorum Gazeteci Bey, inanın bana, hiç sanmıyorum.