Gezegenin atmosferik yapısından dolayı rengi mavi görünen Güneş’in ışınları bu soğuk görünümlü rengine rağmen Mars’ın toprağını ısıtırken, Roma İmparatorluğu döneminde inşa edilen kolezyumlara benzer kırmızı madenden örülmüş bir yapının içerisinde binlerce insan aynı anda “Hurra!” çekiyordu. Bu anlamsız ses öbeği gibi gelen gürültülü tezahüratın tek nedeni daire şeklinde inşa edilip, ortası boş bırakılan kolezyumda bir dövüş yapılıyor oluşuydu. Sözü geçen orta yerin zeminine beton ya da kaldırım taşı dökülmeden toprak olarak bırakılmıştı. Yüzyıllar önce ana gezegen Dünya’nın iletişim kanalları bilinmez bir nedenle ve ani bir şekilde kapanınca, yeni kurulmuş basit bir koloni olan Mars yerleşimi zaman içerisinde çığırından çıktı.
Bir yandan dünyalaştırmanın en ileri boyutlarını içeren son teknolojinin nimetleri uzanırken, öte yandaysa barbar kavimlerde bile pek nadir görülebilecek cinsten korkunç ve kanlı eylemler vuku buluyordu. Geniş ve uzun süreli bir karmaşa döneminde herkes eğlencesine bakıyor, kimse sıkıntıya ya da insanı rahatsız edebilecek herhangi bir duyguya tahammül edemiyordu. Zenginin her geçen gün zengin olduğu, fakirlerinse her geçen gün daha da fakirleştiği bir ortamda herkes doğuştan gelen rolünü kabullenerek, doğumla başladıkları yaşamlarını sonlandıracak huzurlu ölümü sessizce bekliyordu.
İşte vahşetin çağrısının duyulduğu bu arenada duran iki kişiden biri de bizim kahramanımızdı. Mike Akkaya isimli bu delikanlı ortalama bir vücuda sahipti. Dövüşmek için yaratılmamış ya da dövüşmek için hazırlanmamış bir vücuttu bu. Mike’ın babası Türk, annesi bir İngiliz’di ve babası tam manasıyla bir İngiliz hayranıydı. Adamın Türk olmakla pek bir bağlantısı bulunmamakla birlikte, genetik kökenlerini de değiştiremiyordu. Mike’ın durumu da böyleydi, vücudu Türk’e özgü bir ortalamaya sahipti. Mars’ın kızıl, kıraç topraklarında milletlerin önemi yoktu, ailelerin de. Mike aslında Dünya’da tanınmış iyi bir aileye sahipti ama Dünya ile iletişimi kopan bir Mars kolonisinde sıkıştığında tarih öncesi barbarlardan da bir farkı kalmamıştı. Vücudunun üzerinde dağınık zırh parçalarıyla kolezyumda ayakta durmaya çalışıyordu.
Burada tek geçerli dava hayatta kalmaktı. Kendisinin arkasında kalan duvardan elektronik bir mızrak alarak savunmak için tuttu. Dövüş yeni başlıyordu, mızrak iş görürdü. Şeklen bir mızrak olsa da karşısındakinin göğsünü deşmekte falan kullanılamayan bu alet, dokunduğu tene sadece elektrik veriyordu ki bu kadarı da yeterliydi. Zaten arenadaki dövüşün amacı yenilenin dövüşte ölmesi değildi, yenilenin yenen tarafından bir cezayla vahşi hayvanlara vahşice parçalatılmasıydı.
Karşısındaki rakibin kızıl çamur içinde kalan suratıyla kendisine koştuğunu görünce, Mike mızrağını ileriye doğru uzattı. Adamın elleri çıplaktı ama ne zaman nereden silah çıkabileceği belli olmazdı. Adamın her yanı toprak olmuştu. Mike üzerine gelen adamın yolundan son anda çekilip kendini yere atınca seyircilerden coşkulu tezahüratlar yükseldi. Rakibiyse zaman kaybetmeden üzerine doğru atılarak dümenini onun üzerine kırdı. Adamın ağırlığı nereden bakılırsa bakılsın bir 150 kilo varken, Mike en fazla bunun yarısını biraz geçebiliyordu. Adam bir yük çuvalı gibi üzerine binerken, ucunu ona doğru çevirmeyi unutan Mike mızrağı kendi enince tutuyordu. Şimdi elektronik mızrak kendisiyle rakibi arasındaydı ve muhtemelen ağırlığa çok dayanamayacaktı.
Beklendiği gibi de oldu ve adamla arasında duran mızrak keskin bir çıtırdama sesiyle birlikte ortadan ikiye ayrıldı. Üstündeki adamı iki ayağıyla karnına yüklenerek üstünden attı. Adam sırtüstü düşerken bunu fırsat bilerek sol tarafına düşen mızrağın sivri ucunu yerden seri bir şekilde alarak göğsüne saplayıp ölümünü garanti etti. Bir süre histerik hareketlerle yerde kıvranan kuvvetli adam, birkaç saniye içinde gücünü tüketip canını teslim etti. İşte o zaman Mike derin bir nefes alarak rahatladı.
Sessiz ve sakin bir hâlde ayağa kalkıp kolezyumu daire şeklinde çepeçevre saran tribünlere bakarak yarım kalmış mızrağını havaya kaldırdı. Yüzünde zaferin terli pırıltısı duruyordu. Tribünler adeta ayağa kalkarak “Hurra!” çekti.