Kül Kedisi Müfit Özdeş

Kül Kedisi | Müfit Özdeş (Kısa Öykü)

Bugün yine kül kedisini oynamaya karar verdik. Ben kül kedisi oldum, Hüsnü de prens.

“Ne zaman kül kedisi oynasak sen hep prens oluyorsun,” diye yakındım. “Bu sefer sen kül kedisi ol, ben prens olayım. Hep aynı şeyi oynamaktan bıktım.”

“İstersen programın dilini değiştireyim,” dedi Hüsnü. “Sen Cinderella olursun, ben de Prince.  Ya da sen Aschenputtel, bense Prinz… Ama sonuçta tabii sen hep aynı oyunu oynamak zorundasın. Program oyuncuların oyun içinde farklı roller benimsemesine izin vermiyor çünkü.”

Hüsnü’yle tartışmak boşuna. Biliyorum ki sonuçta onun dediği olacak, çünkü ben değilim geminin bilgisayarı, o.

“Ama sıkıldım artık,” diye mızıldandım. “Uyuyan Güzel, Kül Kedisi, Rapunzel, Pamuk Prenses… bunlar hep çocuk masalları. Oysa ben büyüdüm artık.”

“Haydi başlıyoruz,” dedi Hüsnü, mızıldanmama kulak asmadan. Birden kendimi yine o kerpiç Orta Çağ kulübesinin ocak yerinde, tencereleri külle ovarak temizlerken buldum. Üvey annem hışımla mutfağa daldı.

“Hala bitiremedin mi?” diye çıkıştı bana. “Neyse, bu seferlik seni dövmeyeceğim. Ama sakın unutma, ben ablanlarla Prens’in balosundayken sen kap kacağı yıkayacak, yerleri silecek, sonra da bahçeye çıkıp bu kış kıyamette odunları kıracaksın. Bütün bu işleri bitirdikten sonra da, bir köşeye büzülerek titreye titreye uyuyabilirsin.”

“Çirkin şey, n’olucak,” diye lafa karıştı üvey ablalarımın büyüğü, “neyse ki kimse senin üvey kardeşimiz olduğunu bilmiyor!”

“Yat kalk anneme dua et,” diye ekledi küçüğü, “hizmetimizi göresin diye külhanda yatmana izin vermeseydi kim bilir ne olurdu halin!”

Onlar baloya gittikten sonra ‘Yardımcımelek’ programına girdim. Oyun programından çıkmadan bunu nasıl yapabileceğimi bir keresinde göstermişti Hüsnü bana. Güzel yüzlü bir melek birkaç tık ile bütün o iş yığınının üstesinden geliverdi.

Sonra sıra beni baloya götürecek faytona, faytonu çekecek cins atlara ve süslü püslü uşaklara geldi. Enfes bir grafik çalışmaydı bu. Tuvaletim, sırça iskarpinlerim, hepsi harikaydı! Sanki ben çevremdekilerden daha canlı, daha pırıltılı olmuştum. Ama bütün bunlar yardımcımelek yazılımının marifetiydi tabii, benim değil.

Balo salonunda prens gözünü benden alamadı. Protokol gereği bütün o kaknem karılarla dansederken gözü hep beni arıyordu sanki. Sonunda dans sırası bana geldi. Daha eli elime değer değmez prensin elektriklendiğini hissettim. Sürekli puan yazıyordum. Dansederken beni kendine çekti. Önündeki sertliği hissedince yüksek bir bonus kazandığımı anladım. Ama benim hedefim çok daha yüksekti. Heyecanla geceyarısını bekliyordum.

Saat onikiyi vurmaya başlar başlamaz sırça iskarpinlerimden birini geride bırakarak deliler gibi kaçtım. Bir süre sonra yine buz gibi Orta Çağ kulübesinin külhanındaydım. Üstümdeki şık gece tuvaleti paçavralara dönüşmüş, saçlarım yine perperişan olmuştu.

Ertesi sabah prensin adamları ellerinde sırça iskarpinle çıkageldiler. İskarpin ayağıma cuk oturunca durum anlaşıldı tabii. Hemen prense haber uçuruldu. Prens kır atının sırtında dıgıdık dıgıdık geldi. Eee, n’olucaktı şimdi? Ayıklasınlardı bakalım pirincin taşını… Basit bir köylü kızını mı alacaktı prens? Elbette hayır.

Önce bana çok kızdılar. Özellikle de prens. Prensin kızıp kızmaması önemliydi, çünkü aynı zamanda geminin bilgisayarı olduğu için puan hesaplarımı tutan oydu. Ama Hüsnü’nün huyunu suyunu artık çok iyi biliyordum. Utangaç utangaç gülümseyerek ve kirpiklerimin altından göz süzerek onu yumuşattım. Dekoltemden frikik vererek birkaç puan daha almayı da başardım üstelik.

Sonunda büyük üvey ablamı kendine eş seçti prens, çünkü soyluydu o. Beni de hizmetçi diye götürdüler. Ama ben prensin üvey ablamı benim hatırıma aldığını anlamıştım.

Şimdi oyunun en kritik aşamasına gelmiştik. Benim gemi bilgisayarından büyük ödülü kazanabilmem için bir milyon puanı aşmam gerekiyordu. Bu kadar yüksek bir puanı ancak prensle yatarak elde edebilirdim… o da belki. Oysa prens eşiyle gerdeğe girip murada erdiği anda oyun sona erecekti. Yani üvey ablamın gerdeğe girmesini engellemem, onun yerine prensle benim sevişmem gerekiyordu. Daha önceki kül kedisi oyunlarında bunu hiç başaramamıştım.

Bu kez hile yapmaya kararlıydım. Yardımcımelek yazılımının ‘Inverse Multitasking’ özelliğinden yararlanarak, erişim iznim olmamasına rağmen ‘Uzay Yolu’ oyununun kurulumuna girdim ve Kaptan Körk’ün ışın tabancasını arakladım. Zifaf odasına doğru yürüyen üvey ablamın yolunu kestim.

Üvey ablam Orta Çağ’da yaşadığı için ışın tabancasının ne olduğunu anlayamamıştı tabii. Elimdekini ıtırlı buhurdanlık sanarak öylece karşımda durdu ve püskürtmemi bekledi. Üvey ablamı atomize ettikten sonra prensin yanına daldım ve kollarına atıldım.

“Eşinizi afyonlu şarapla uyuttum, prensim,” dedim, “sabaha kadar uyanmaz artık, biz de keyfimize bakabiliriz.” Böylece orgazm başına yüz binden, sabaha kadar en az bir milyon puanı ve büyük ödülü garantilemiş oldum.

Oyun bitince, büyük ödülün ne olduğunu sordum Hüsnü’ye. Büyük ödül olarak sanal bir altın anahtar verilecekmiş bana. Bu anahtarla Hüsnü’nün belleğindeki bilgilere dalarak istediğim herşeyi öğrenebilecekmişim: Başka bir yıldız sistemine bu yüzlerce yıllık yolculuğun amacı ne? Güneş sisteminden niye kaçmaya mecbur kaldık? Çocuklarımız bir gün oraya dönebilecek mi? Neden başka yere değil de, Sirius’a gidiyoruz. Artık bütün bunları öğrenebileceğimi söyledi Hüsnü.

Oysa ben bunları hiç merak etmiyorum. Benim öğrenmek istediğim bambaşka şeyler: Gemide başkaları da var mı? Varsa niçin onlarla iletişim kuramıyorum? Kaç yaşındayım? Hiç büyümeyecek miyim? Neden hep çocuk masallarını oynamak zorundayım? Niçin hep prensin kapatması külkedisi, yedi cücelerin ırzına geçtiği pamuk prenses, önüne çıkan her kurbağayla yatarak hayatının prensini arayan çoban kız olmak zorundayım

Elimde anahtar, kalakaldım. Yalnız yıldız sistemlerini değil, çağlar arasındaki uçurumları da aşan bir yolculuğun sonuna, çocukluğun sonuna geldim galiba. Artık uyanma zamanı… Artık kül kedisini, uyuyan güzeli, pamuk prensesi değil, üvey anneleri, büyücü kadınları, kötü kraliçeleri oynama zamanı!..

“Gemideki herkesin eksiksiz dökümünü istiyorum, Hüsnü,” dedim. “Cinsiyet, yaş, etnisite… Ayrıca Sirius’a varış tarihi ve Sirius sistemi hakkında elimizdeki tüm bilgiler…”

“Başüstüne efendim,” dedi gemi bilgisayarı. “Çocuk masallarını diğerlerine beslemeye devam edecek miyim acaba?”

“Hiç kuşkun olmasın,” dedim gülerek.

Yazar: Müfit Özdeş

Yazar, çevirmen, devrimci... Bilimkurgu ile aramda zımnî bir anlaşma, bir "pakt" olduğunu söyleyebilirim. Bilimkurgu, hayallere sığmayıp taşan, boyutları ve olasılıkları sonsuz ve sonsuzdan da öte bir evreni avuçlarımın içine sığdırıyor... Ve karşılığında benden ruhumu istiyor. Eh, şimdi ben oturup niçin başka şeyler yazayım ki?

İlginizi Çekebilir

gokcan sahin oyku

Kanayan Duvardaki Kelimeler | Gökcan Şahin (Kısa Öykü)

Burada ölümün rengi yeşil. Kokusu portakal, dokusu tuhaf. Elinizi belli bir yöne doğru sürterseniz yağ …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin