Maske | Özgür Odabaşı (Kısa Öykü)

Yıl 2312, Dünya

Doktor Lendt laboratuvardan hızla çıktı, maskesinin kenarlarındaki kumaş kulak kapaklarına hafifçe dokunarak kulaklık modunu aktifleştirdi. Kulaklarının meşgul olduğunu belirten bir trafik işareti olarak kulak çevresi boyunca buzlu bir zeminin arkasında yanan mum ışığı gibi mat kırmızı bir hat belirdi. İsimlerini, kim olduklarını, neler yaptıklarını bilmediği anonim bir grubun gün içerisinde bu şarkısını kaçıncı kez dinlediğini saymamıştı. Yeni keşfettiği plastik-raggy- triphop tarzını gün geçtikçe daha çok seviyordu.

Ölenler bizleriz,
Şimdi gidiyoruz dünya
Yarın yine geliriz,
Bizi hiç unutma.
İnsan ateş altında, insan ateş altında…
O ben olacağım,
Yine karşında,
Doğacağım küllerden

Maskesinin iç yüzeyinde bulunan ekrandan grubun bilgilerine erişti. Grubun tüm üyeleri maskeliydi. İsimlerin de takma isim olduğunu düşündü. Grup üyelerine göz gezdirdi. Kafasını o an yolun solundan gelen araca doğru çevirdi. İşaret ve orta parmağıyla önce kulaklarındaki kırmızı ışığı, sonra da sürücünün gözlerini göstererek sürücüye ‘görmüyor musun’ anlamında işaret etti ve hızlanarak yolun karşısına geçti. Kaldırımda oynayan bir çocuğun metal pervaneli oyuncağı kafasının sağ tarafına sertçe çarptı. Sağ kulağını eliyle kapatarak ani bir refleksle yere doğru eğildi. Eğildiği konumda kulaklarını kaplayan kumaşa tekrar hafifçe dokunarak kulaklığını kapattı ve kulaklarının üzerindeki ışıklar mat yeşile döndü.

“Delikanlı daha dikkatli olman gerekir, değil mi? ” diye gülümsedi.

“Özür dilerim, bilerek olmadı.” diye cevap verdi dört yaşlarındaki çocuk. Tutamadı kendini, kafasına hafifçe dokundu. Okşar gibi ama okşamadan. Çocuğun maskesindeki çizgi film karakteri ilgisini çekti. Trend olan bir desen değildi ama çocuk için güzel bir desen diye düşündü.

Dönem dönem moda olan maske trendleri oluyordu. Geçen senenin modası damalı yüz, ondan önceki sene ejderha deseniydi. Bu yıl yine maskenin ilk yıllarındaki gibi ilginç emojiler modaydı. Bir kaç yıl önce de pipolu Einstein fotoğrafı kulanılmıştı. Bazı desenler insanlarda saldırganlığı tetiklediği için yasaktı.

Otele doğru yola çıktı. Yolda billboard reklamlarına takıldı gözleri. Her dönemin değişmeyen reklamları dönüyordu: “Dönemsel aşılarınızı yollardaki tanklardan alıp kendiniz uygulayabilirsiniz!”, “Dilerseniz hemşire dronlar aşılarınızı kapınıza kadar getirsin ve uygulanmasında size yardımcı olsun!”, “Maske ve tulum setinizle uzayda bile aylarca yaşayabileceğinizi biliyor muydunuz!” (Ve maskeleriyle gülümseyen aptal ama mutlu bir aile görseli). “Bütün hayatını uzandığı yerde çeşitli egzotik meyveleri tüketerek keyif içerisinde geçirebilir insan!”

“Ama öldürülmeyeceğinin garantisi olmadan” diye söylendi kendi kendine.

Odasına girdiğinde ilk iş olarak maskesinin elektronik aksanını kapattı ve yüzünden çıkardı. Maskenin iç yüzü yüzündeki sinirlerle etkileşimli, göz hareketleriyle kontrol edilebilen bir kontrol panelinden, dış yüzeyi programlanabilir saydam bir ekrandan oluşuyordu. Aynada karşı karşıya geldi kendisiyle. Plastik bir topa botlarınızla basmışsınız gibi içeriye doğru basık yüzü, göz kapaklarının işlevsiz hali, kaş köklerindeki zayıflık, yanaklarından çenesine doğru uzayan kanlı damarlar, dudaklarındaki tavşan yırtığı. İnce derili, yağlı ve yığın halinde bir vücut… “Çirkinlik abidesi” diye söylendi. Yatağına oturup tulumunun kol ve ayak eklemelerini söktü. Altmış sekiz santimetre uzunluğunda bir canlıya dönüşmüştü; uyumak için en rahat form.
Açık unuttuğu televizyonda yine o yaygın tarih belgeseli yayınlanıyordu;

Çağların İnsanlığa Getirdiği: Maske

… 2020-2060 yılları arasındaki salgın döneminde dünya nüfusu 3.5 milyara kadar geriledi, bilinen anlamıyla tam bir felaket yaşanmıştı. Yeryüzünde yaşama dair her şey felç olmuştu. İnsan, yok olma tehlikesini de göz önünde bulundurarak kesintisiz acil önlemler aldı, DSÖ yeryüzündeki canlı yaşamının tek garantisi haline geldi. Eskiye dair bildiğimiz her şey değişti. Araştırmaların nesilden nesle sürekliliği ve kontrolü için bilim eğitimi sadece sağlık ve zeka olarak uygun görülen kişilere veriliyor….

Bir an için gözlerini açıp sesli komutla televizyonu kapattı.

Dr. Lendt on yıl önce doktor olmuş, biyokimya ve kamu sağlığı alanlarında uzmanlaşmıştı. Neredeyse günün 18 saatini hastalarıyla geçiriyordu. DSÖ içerisinde yaptığı araştırmalarla da kamuoyunda saygınlığı olan bir doktordu.

***

Aylardır üzerinde çalıştığı zeka testi programı için bir konferansa katılacaktı bugün. Erkenden kalkıp hazırlandı ve yola koyuldu.

DSÖ genel başkan yardımcısı Niran Hanım’ın konuşması salondakileri ürkütmüştü.

“Kaynak oluşturmakta ve kaynakların sürekliliğinde ciddi zorluklar yaşıyoruz. Toplu ölümler her geçen gün artıyor. Zeka stabilizasyonu yeni doğumlarda giderek düşüyor…”

Salondakilerden biri seslendi.

“Belki de maskelerimizi çıkarıp şehirleri terk etmeliyiz! Hiç bir şey olmamış gibi davranmaya devam etmemeliyiz.”

Bir kaç dinleyici de eşlik etti.

“Doğa daha şefkatlidir!”

“Maske ve tulumlarımızla ilk insan taklidi yapıyoruz!”

“Maymunlar bile bizden korkuyor!”

Niran aldırış etmeden devam etti konuşmasına.

“Şehirlerimize, DSÖ yönetimine yüzünü çevirip doğaya karışan kafileler var. Bizden herhangi bir yardım talebinde de bulunmuyorlar. Yardım taleplerimizi algılayabilecek zeki bir liderleri bile yok. Ama görüyoruz ki, oralarda da değişen bir durum yok. Ölüm oranları onlarda çok daha yüksek. Mesele tıbbın ve bilimin yetersizliği değil. Bilim insanı sayısının yetersizliği. Elimizdeki kaynakları belki de doğru yönetmiyoruz! Artık bunu konuşmalıyız!”

Birden bağırışlarla karıştı salon.

“İnsanların ölümünü bu kadar açık beyan edemezsiniz!”

“Bu bir skandal! Doğru yönetilecek mekanizmaları kuramıyorsunuz demek!”

“İstifa! İstifa!”

“Kepazelik!”

Konuşma sırası doktor Lendt’e gelmişti. Kürsüye doğru yürüdü. Sunumunu kürsünün arkasındaki ekranına yansıtıp konuşmasına başladı.

“Bildiğiniz gibi 2020’de zika virüsünün laboratuvarda oluşturulan hatalı bir mutasyonu tüm dünyaya yayıldı ve bütün insanlığı etkiledi, 2018’de Marsa giden dört yüz yirmi üç kişilik araştırma ekibi hariç. Mars ekibinin nüfusu bugün bin beş yüze yaklaştı. Marsın yaşama elverişli hale getirilmesi bugüne kadar başarısız oldu ama koloni kendi ihtiyaçlarını karşılamak ve yaşamlarını sürdürebilmede bariz bir başarı elde etmiş durumdadır. Geliştirdiğimiz aşılar bedensel deformasyonu kısmen önledi ama kafatasımızın fiziksel tahribatını, ışığa aşırı derecede hassas görme semptomlarımızı, duyma ve konuşma bozukluklarımızı engelleyemedi. Neredeyse bir buçuk asırdır doğan tüm çocuklar virüsün de etkisiyle down sendromuna benzer etkiler ile doğuyor. Virüse karşı dayanıklılığın arttırılması için laboratuvar ortamında melezleştirme olmasa yaşam devam edemeyecekti. Bize insanlığın devamı olma fırsatını veren nörogenetik harikası maske teknolojimiz var. Bu sayede konuşabiliyoruz, görebiliyoruz. Tulumlarımız sayesinde yürüyebiliyor koşabiliyoruz. Doğada, ormanlarda, yer altında yaşayan milyarlarca insanın burada neler olduğundan, neler konuşulduğundan haberi bile yok. Hala bilimsel araştırmaların devamlılığını sağlayabilen zeki ama çok çok küçük bir azınlığız. Eğer tekrar bizden önceki insanlara benzemek gibi bir umudumuz olacaksa, bu salondakiler bunu başarabilir, bunu biliyoruz. Bunu reddetmek gibi bir lüksümüz yok! Bildiğiniz gibi son güncellemeyle maskenin iç yüzeyine şakaklardan aşı yapılmasını sağlayan bir mekanizma da eklenmişti. Buna mecburduk!”

Kısa bir duraklamanın ardından dinleyicilerden biri devam etti.

“Doğaya dönenlerin laboratuvar ortamında ve domuz rahminde dölleme olmadan da üreyebildiklerini biliyoruz. Değil mi?”

“Evet, doğru!” diye sesler eşlik etti. Doktor devam etti.

“Bu doğru. Ölüm oranlarının yüksekliğini saymazsanız cazip gelebilir. Virüsün yeni mutasyonlarına bizler kadar dayanıklı değiller. Son araştırmalarımıza göre doğada yaşayanlarla izolasyonumuz giderek kaçınılamaz bir hale geliyor!. Kontrolsüz mutasyona izin veremeyiz! Bizden önceki normal insanlar böyle yapardı. Bizler her şeye rağmen onların çocuklarıyız! Buna izin veremeyiz, vermemeliyiz!.. ”

“Siz de onlar gibisiniz. Size güveniyorduk doktor!” diye çıkıştı dinleyicilerden biri.

“Ben de bizler gibiyim. Bunu reddetmeyeceğim…”

Salonun karışmasıyla konuşmasını erken bitirmek zorunda kaldı doktor.

Doktor Lendt yerine geçtikten sonra Niran hanım arka taraflardan doktorun yanındaki boş koltuğa geçti.

“Zeka testi araştırmaları nasıl gidiyor doktor? Kısa bir süre sonra ciddi anlamda ihtiyacımız olacak buna. Yeni testleri ne zaman kullanmaya başlayabiliriz? Bir tahmininiz var mı?” diye sordu doktorun kulağına doğru hafifçe eğilerek.

“Başkanım, burnuma kötü kokular geliyor. Zeka testini geçemeyenlerle ilgili bilmediğim bir programınız mı var? Bana ve komisyona karşı gerçekten çok çok daha açık olmalısınız.”

“Bilmediğiniz bir program yok ama sizin de belirttiğiniz gibi doğadakilerle izolasyonu hızlandırmamız gerekiyor. Zeka testinin önemi burada. Şehirleri izole ettikten sonra geri dönüşleri kabul edemeyiz. En açık hali bu. Zaten biliyorsunuz bütün programları.”

Doktor ikna olmamıştı ama üsteleyecek durumda da değildi.

“Biraz daha zamana ihtiyacımız var. Altı ay kadar.” dedi ve yerinden kalktı. Otelin yolunu tuttu.

8 ay sonra…

Dr. Lendt odasında çalışırken koridordan gelen bir uğultu dikkatini çekti. Gelen aramayı cevaplamak için gözlerini kırptı.

“Günaydın. Binbaşı sizi görmek istiyor, uygunsanız…”

“Günaydın. Evet, Uygun olduğumu söyleyin.”

Binbaşı odanın kapısını bir kere tıklatarak hızla odaya girdi.

“Merhaba Doktor bey. Imm.. Kesinlikle daha zeki bir asistanı hak ediyorsunuz!” diye söze giriş yaptı. Gerginliği yüzünden okunuyordu. Doktor cevap vermeden istemsizce gülümsedi.

“Doktor, zeka tarama programının yetiştirilmesi için büyük bir baskı altındayız. Sizinle bunu konuşmaya geldim.” dedi binbaşı. “İsmim Temmur. Bilgilerimi size aktarıyorum.” dedi ve parmağıyla yaptığı bir sürükleme hareketinden sonra doktorun maskesinin iç yüzeyinde binbaşının DSÖ onaylı profil bilgileri açıldı. Kısaca inceleyip emin olduktan sonra cevap verdi doktor:

“Anlıyorum ama bu program artık askeri bir proje değil. Bunu biliyorsunuzdur. Geçen sene bu program DSÖ Bilimsel Araştırma bölümüne devredilmişti. Bu konuda kimden ve nasıl bir baskı yediğinizi de bilmiyorum” diye çıkıştı.

“Bu isimleri burada açıklamam doğru olmaz. Askeri araştırmanın devredildiği konusundaki kaygınızı anlıyorum ama dört kez ertelenen bilim kurulu toplantısının ardından DSÖ projenin geliştirilmediğini ve ilerlemediğini düşünüyor. Son raporu teslim eden kişi olarak da kaygılarını bana iletiyorlar. İnanın ben de ne yapacağımı bilmiyorum. Son raporumuza tek bir cümlelik bir ekleme yapıp iletebilirseniz proje tamamen bizden çıkmış olacak. O zaman kimlerin bu baskıyı yaptığını da birince elden öğrenebilirsiniz.” dedi binbaşı ve ekledi: “Bu ay sonuna kadar raporu devraldığınıza dair yazışmaları başlatmanızı emre… İsteyebilir miyim?”

“Lütfen! Bana emir verme yetkiniz yok. Mesajınızı aldım, çıkabilirsiniz…” dedi ve ayağa kalktı doktor.

“Küstah!” diye kısık bir sesle mırıldandıktan sonra kapıyı hafif bir sertlikle çekerek odadan çıktı binbaşı.

Öğle yemeği için şehir merkezindeki parkta çalışma arkadaşı ve dostu Samira ile buluştu. Ondan çok hoşlanıyordu gizliden gizliye. Kısa bir konuşmadan sonra motosikletli kurye yemekleri getirmişti. “Afiyet olsun” diyerek yemek kaplarını maskelerine yukarıdan oturacak şekilde kafalarının üzerine yerleştirdi. Maskelerinden yemek kabının altına doğru iki pipet uzandı ve yemek kabının altındaki mekanizmaya oturdu. Sıvı haldeki yemeklerini azar azar yutarak konuşmaya kaldıkları yerden devam ettiler.

“Binbaşı sana uğramış bugün Lendt? Ben sormasam söylemeyeceksin, biliyorum.”

“Hemen almışsın haberi bakıyorum.”

“Sekreterin. Lela. Mesaj olarak yazdı bu sabah.”

“Of… Hiç bir şey saklı kalamıyor…”

“Ne diyor binbaşı? Sorun neymiş?”

“Zeka testi araştırması için baskı yapıyor aklınca. Profilini inceledim; kendisi de nörologmuş eskiden. Sağlam birine benziyor.”

“Benimle de paylaşsana profilini. Araştıralım. Neler olabilir, bilemeyiz…”

“Belki de ben onu aramalıyım. Diyaloğu sürdürmekte fayda olabilir. DSÖ’ye artık güvenemiyorum.”

“Bu arada bugün güney bölgesinde bir katliam gerçekleşmiş. Üç yüz kişinin öldürüldüğünden bahsediliyor.”

“Yine virüsü suçlayacaklardır. Zeka testi araştırmalarına devam etmek istemiyorum. Bu kentteki zeka engellilerin öldürülmesi için açık bir çek olacak gibi hissediyorum.”

“Bu şekilde de istediklerini yapıyorlar ama, bir şekilde DSÖ’ye engel olmalıyız belki…”

“Yarın için binbaşı ile ilgili bir görüşme ayarlayabilir miyiz?”

“Denerim.”

Samira gün içerisinde binbaşı ile ilgili skandal belgelere ulaştı. Doktor ve binbaşı için şehir dışındaki ormanlık alanda bir randevu ayarladı. Beklemeye geçtiler.

***

Doktor buluşma alanına daha önce geldi. On dakika kadar beklemişti ki yolun başında binbaşının podu belirdi. Binbaşı podundan iner inmez maskesini indirdi. Bir şifre ile kendisinin ve doktorun iletişimlerini kapattı. Cebinden el bombasına benzer elektronik bir cihazı beş metre kadar uzağa fırlattı. Cihaz konuşmaların dinlenmesini engelliyordu.

Boğuk ve tıksırıklı konuşmaları ormanın sessizliğine bir bıçak gibi indi. Hafif esen rüzgarın şiddeti bile yüzlerini yakıyordu.

“Binbaşı! Size açık bir şekilde soracağım. Zeka testiyle ilgili neler dönüyor? Güneyde katledilenlerden de haberiniz vardır. Elimdeki bilgilerle sizi infaza kadar gönderebilirim. Mesela geçen yıl ölen bin beş yüz yeni doğumun belgeleri…”

“Buna gerçekten gerek yok. Ben de sizinle konuşmak istiyordum bunları. Güneyde öldürülenleri saklamak için medyada beni sorumlu olarak gösterdiler. Şu an her yerde aranıyorum. Güvenebileceğim tek kişi sizsiniz. İletişimi bir daha açmadan buradan ayrılınca marsa doğru yola çıkacağım. En azından kadavra olarak marstaki araştırmacılara yardımcı olabilirim!”

“Cesaretiniz takdire şayan. Dinliyorum…”

“DSÖ iki buçuk milyar civarında zeka engelliyi imha etmeyi planlıyor. Bunun sorumlusu olarak da zeka testinin yanlış uygulandığını söyleyecekler. Siz de benim kadar ipin ucundasınız doktor. Kaynaklar yetersizmiş, virüsün kontrolsüz mutasyonu tüm insanları tehdit ediyormuş vesaire… Araştırma dosyasın imha etmeniz gerekiyor. Ellerine kan bulaşacaksa da bunun için bahane edebilecekleri bir rapor olmamalı. Benimle birlikte marsa gelin. Gerekli geçişleri size ayarlarım.”

“Her şey bitmiş gibi konuşuyorsunuz!”

“İnsan ırkının ihanetlerini engelleyebilecek bir noktada olduğunuzu düşünüyor musunuz gerçekten?. Bitti de diyebiliriz. Belki de dünyada yaşamı savunacak bir noktada değiliz, en azından… Benim de bir planım var ama bunu size marsta açıklayabilirim. Benimle geliyor musunuz?”

Samira gözünde canlandı bir an. Ona olan sevgisini söyleyemeden gidecekti. “Ama ne önemi vardı ki bunun?” diye düşündü.

“Şimdilik gelemem. Belgelere erişim için laboratuvara geri dönmem gerekiyor. Beni tekrar sisteme dahil edebilirsiniz. Ama dosyaları imha eder etmez marsa geleceğime söz veriyorum. Belki tek, belki de ekibimle.”

“Öyle olsun. Size bir virüs yazılımı aktaracağım. Laboratuvardan ayrılırken sisteme bırakmanız yeterli. Raporun sistemdeki bütün versiyonlarını bulup silmenizi kolaylaştıracak bir yazılım.”

Binbaşı ayrılırken maskesini tekrar taktı. Doktoru iletişim sistemine dahil etmek için şifreyi tekrar maskesinin yüzeyinden işaretledi. Kavuştuğu mekanik ve tok sesiyle: “Hoşça kal Doktor. Marsta görüşürüz” dedi ve ayrıldı. Poduyla yükselişe geçti, gözden kayboldu.

Samira ile haberleştiler, laboratuvarda buluşacaklardı. Dosyalara erişim operasyonunu o biliyordu.

Laboratuvara girdi. Bilgisayar açık ve dosyalar önünde duruyordu. Etrafına bakındı, Samira yoktu. Laboratuvarın iletişim sistemini de kapatmıştı. Dosyalara hızlıca göz attı ve sildi. Temmur’un verdiği virüs yazılımını sisteme kaydetti, hızla laboratuvardan uzaklaştı.

Laboratuvardan çıkışta poduna doğru yöneldi. Samira kapının önünde, yerde yatıyordu. Ölmüştü. Gizli tutulan o araştırma doğruydu demek. Maskenin şırıngalarında öldürücü dozda zehirli bir ilaç vardı ve uzaktan insanlar öldürülebiliyordu. Çok geçti her şey için…

Gözyaşlarına hakim olamadı bir an. Yanakları cayır cayır yanmaya başladı tuzlu gözyaşının etkisiyle. Acıyla kendisini poda attı. Gözyaşları maskenin altından boyun bölgesine kadar süzüldü. Çenesini alevden hissedemiyordu. Rotayı Mars olarak işaretledi. Pod harekete geçerken “Samira” diye sayıkladı ve bayıldı. Gökyüzünde beyaz, ince bir iz kaldı.

***

Yıl 5440, Dünya atmosferinde gezegeni keşfeden bir uzay gemisi

Dünya gezegenini keşfeden bir gemi. İhtiyatlı. Aylardır görünmeden bir araştırma yapıyorlar evrenin ücra yerlerinden gelen bu canlılar. Bekleme halindeki gemiye bir pod çarpınca içeri alınıyor.

Bulgu 1: Üç bin yıllık ölü bir insan, bedeninde zehirli bir kimyasal tespit edildi. Maskenin üzerindeki işaretler: “Samira ? “.

Bulgu 2: Gezegen atmosferi yaşama elverişsiz, canlı yaşam insan eliyle sona ermiş durumda. Atmosferde üç bin yıllık zehirli gaz tespit edildi. Bir virüs yazılımının atmosfere zehirli gaz salınımında tetikleyici olduğu tespit edildi.

Bulgu 3: 1 milyar yıllık insan yaşamının başlangıcı ve bitişine dair tarih verisi. Aktarım süresi: 1 sn.

Bulgu 4: Marsta toprak altında yaşayan 60-70 cm boylarında, basık yüzlü, ışığa aşırı hassas, hareket etmekte zorluk çeken, genetik olarak insanla akraba olduğu tespit edilen bir canlı topluluğu tespit edildi. Sayıları 224.

Bulgu 5: Mars yörüngesinde bulunan ikinci bir beden. Taşıyıcı podu mars yüzeyine düşmüş. Üç bin yıldır ölü. Maskesindeki işaretler: “Sistem hatası. Yeniden başlatılıyor…”

Rota: Ev

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

gokcan sahin oyku

Kanayan Duvardaki Kelimeler | Gökcan Şahin (Kısa Öykü)

Burada ölümün rengi yeşil. Kokusu portakal, dokusu tuhaf. Elinizi belli bir yöne doğru sürterseniz yağ …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin