Oleg kahverengi toz hâlindeki kuma uzanmıştı. Isı stresi yüzünden bütün vücudu ter içindeydi, terlemenin ve her yerinden akan damlaların verdiği kaşındırıcı hissi ise koruyucu giysi içinde olduğundan gideremiyor, kendini kaşıyamıyordu. Boğucu ve yoğun atmosferli bu gezegen ona diğerleri kadar iyi gelmemişti. Yanındaki droid arkadaşına baktı, o da tıpkı onun gibi yüzüstü yere uzanmış gayzerler bölgesine bakıyordu.
“Oleg,” dedi droid metal yüzünü kıpırdatmadan, sesi kask içindeki telsiz kulaklığından belli belirsiz duyuluyordu, “iyi misin?” Oleg yalnızca başını salladı. “Çıkacaklarından emin misin?” dedi droid Fedor, kozmonotun tek cevabı başını sallamak oldu. Onlar birbirlerine bakarken kaynar gayzerlerden biri gürültüyle püskürdü, altlarındaki kahverengi kum titreşirken önce gayzere sonra tekrar birbirlerine baktılar. Püsküren gayzerden mor kitinden pullarla kaplı, sert ve sarı onlarca ayaklı yaratık fırlamış ve yükseldikten sonra yere çakılmıştı.
Sersemleyen mor yaratık kendine gelmek için debelenirken Oleg’in sesi duyuldu: ”Şimdi!”
Oleg ve Fedor aynı anda fırlayarak gayzerin yanına kadar durmaksızın koştu, önce droid debelenen hayvanı gayzere dönmeden önce durdurmak için atıldı ve kabuğundan yakalayarak yere bastırdı. Ardından kan ter içindeki Oleg, belindeki ufak çantadan yer yer paslı beyaz metalden bir şırınga tabancası çıkardı. Zırhlı yaratıksa kalçasının ucundaki iğneyi körlemesine her yere savuruyor ve onu yiyeceğini sandığı avcıları püskürtmeye çalışıyordu. İğne yer yer Fedor’un metalden bacaklarına gelse de sadece bir çınlamadan başka hiçbir işe yaramıyordu. Oleg sabit tutulan hayvanın pullarının arasını zorlukla açtı ve çürük kahverengi etine iğneyi saplayarak tetiği çekti. Hayvan debelendi, ardından yavaşladı ve uykuya daldı. Fedor hayvanı sırtına alırken, Fedor tabletini ve okuyucusunu çıkarıp önce hayvanı taradı, ardından da tabletteki sonuçlara baktı.
“Bununla birlikte kaç oldu?” dedi Fedor parlak açık mavi gözlerini Oleg’e çevirerek. Tablettekileri okurken gözlerini hafifçe kısan Oleg, “Elli iki dişi, altmış sekiz erkek,” dedi. “Ya omuzumdaki? O da mı erkek?”
“Evet, omzundaki erkekmiş. Artık gemiye dönmemiz lazım, bu kadarı fazlasıyla yeter, sıcaktan öleceğim, hem fazla vaktimiz de kalmadı, bu hayvanlar şarjördeki son mermimiz.”
”Kamyonu çağırsana o zaman,” dedi droid huysuzca.
”Çoktan çağırdım bile, bak ilerideki toz bulutuna, geliyor işte.”
Kamyon kuru gezegen zemininde toz kaldırarak yaklaştı, ardından önlerine kadar geldi ve arka hidrolik kapısı alarm vızıltısıyla birlikte güm diye tozlu zemine düştü. Oleg ve droid Fedor kendilerini kamyona attılar. Fedor hayvanı askılığa astı ve ardından ikisi de koltuklarına oturup emniyet kemerlerini taktı. Motor titredi ve kükreyerek tekrar çalıştı, hidrolik kapı kapanırken kırmızı minik bir ampul devreye girdi. Nihayet kapı kapandığında içerisi loş kırmızıydı ve araç sallanarak harekete geçti.
***
Yaklaşık yirmi dakika sonra kamyon gemiye kadar gelmişti, aceleyle indiler ve koşarak geminin açık platformuna çıktılar. Kamyon kendiliğinden geri geri yanaşıp hangara girerken, Oleg ve Fedor çoktan merdivenlere asılmış, geminin gövdesine tırmanıyordu. Ana koridora çıktıklarında Oleg sağ eliyle arkayı işaret ederek, “Hayvanlar ve laboratuvar işleri sende, benim yapmam gereken çok daha önemli bir şey var,” dedi. Droid Fedor başını eğerek emri aldı ve diğer koridora saptı. Kan ter içindeki adam ise kokpite doğru yöneldi, terli olmasına rağmen koşuyordu. Kolundaki geri sayım saatine baktı, üç saat on dört dakika kalmıştı. Kokpite geçip koltuğa oturdu, tabletini kumanda merkezine oturttu ve gemiye güç vererek önceden milyarlarca kere gittiğine inandığı yere atlayış emrini konsola girdi. Gemi kükreyerek titredi, ardından titreşim gittikçe azaldı ve stabilleşti.
Oleg, dikey şekilde kalkmak için alttaki iticilerin tamamını çalıştırıp azıcık havalandığında arkadaki iticileri de açtı ve gemi kırk beş derecelik bir açıyla yükselmeye başladı. Hız katlanarak artıyordu, Oleg gövde kemerlerini taktı, titreşimi hisseden Fedor ise ayaklarındaki mıknatıslara enerji vererek kendini ayaklarından zemine sabitledi. Yükseldikçe kararan havaya terli suratıyla bakmaya devam etti genç adam. Nihayet atmosferden kaçabildiklerinde kemerlerini çözdü ve gemide enerji tüketecek tüm birimleri kapatarak atlayış motorlarına yönlendirdi. Geri sayım devreye girip de alarm ışıkları yanıp sönmeye başladığında koltuktan kalkıp koşarak rahim tüplerinden birine girdi, cam kapağı kendine çekerek kapattı ve içeriden doldurma tuşuna bastı. Ayaklarından yukarıya doğru yükselen su bel hizasındayken oksijen maskesini suratına tamamen oturtmuştu bile. Bal kıvamlı koyu sıvı nihayet tüpü kapladığında içeriden atlayış onayını verdi. Koyu sıvı basıncın çoğunu kesse dahi oluşan basınç genç adama bilincini yitirtmeye yetmişti.
Karanlıkta bilinci yavaşça açılıyordu. Gözlerindeki algı ve gerçeklik kopmuşçasına sersemlemiş Oleg etrafına baktı, her şeyi yabancılıyordu, bulanık zihninde bilgi fragmanları vardı sadece. Birden gözlerini açtı, panikle saatine baktı, elli altı dakika gösteriyordu. Öfkeyle içerideki cama bir yumruk atmaya çalıştı. Ardından panikle sifon tuşuna bastı, gelmiş olmalıydı. Emniyet kabininden çıktı ve kokpitin camından görünen devasa beyaz gemiye baktı. Oturdu ve her şeyin enerjisini panikle eski hâline getirdi, eli ayağına dolanıyordu. Motorları açtı ve devasa beyaz gemiye doğru yöneldi, köprü bağlarından birine yaklaştığında gemiyi yan çevirdi ve otomatik bordalama özelliğinin çalışmasını umarak yerinden fırladı. Küçük laboratuvar gemisi neredeyse bir gezegen kadar büyük olan beyaz gemiye yanaşıyordu. Kulağındaki telsize dokundu Fedor’a çağrı çekti:
”Laboratuvar ne durumda?”
”Yapıtaş parçalama başladı, bilgisayar sonuçları işliyor.”
”Tamam,” dedi stresle Oleg, alt dudağını ısırdı ve derin bir nefes aldı. Daha nefesini veremeden borda koridoruna koşmaya başladı, oraya ulaştığında gemiler arası köprü uzamış birleşiyordu. Terk edilmiş beyaz geminin kapısı içeriden açıldığında, Oleg depar atarak içeriye koştu ve koridorlarına defalarca kez oklar çizdiği kumanda odasına girdi. Bu terk edilmiş uzaylı gemisindeki oda duvarlara yapıştırılmış kağıtlar ve her köşeye atılmış binlerce tabletle doluydu. Saatine baktı, kırk yedi dakika kalmıştı. Acı bir nefes verdi.
Laboratuvar sonuçlarını beklerken boş not defterlerinden birini aldı ve aklındaki kaosu dizginlemeye çalışarak büyük harflerle yazmaya başladı:
”Sevgili Oleg, ben önceki evrenin Oleg’iyim.
Fazla vaktim yok, evren bir kez daha termal olarak ölmeden önceki son kırk küsur dakikayı yaşıyoruz, sana her şeyi anlatacak zamanım yok, bunu ve odada gördüğün tüm notları biz yazdık. Şimdiki ben ve benden önceki benler. Burası bir zaman anomalisi, bu yabancı gemi anlayamadığımız bir anti-entropi bölgesi yaratıyor, evren tekrar tekrar ölüp doğarken bu noktada hiçbir değişiklik olmadığı için bunu fark eden ilk Oleg ölmeden önce buraya bir not bıraktı. Ona göre bu terk edilmiş gemi bir zamanlar yerel evrenimizden kaçmayı başarmış olan bir tür tarafından bize nihai bir hediye olarak bırakılmış. Hızlıca özetlemem gerekirse, bu devasa gemi aynı zamanda evrenin en büyük kütüphanesi ve içinde bir big bang sayacı bulunuyor. Nasıl çalıştığını aklım henüz almıyor, ama önceki Oleg’in yazdığına göre bu sayaç zaman her durduğunda, yani madde her içine çöktüğünde oluşan zamansızlık vakumunda bir kere atan bir sayaç. Benim baktığım an itibariyle on altı sentilyondan fazla big bang yaşanmış durumda, sayı o kadar uzun ki insan zihnim bunu algılayamıyor, sadece on altıyla başlayan bir pi sayısına bakıyor gibiyim. Onların evrenden ne zaman kaçtığını ya da bu gemiyi neden burada bıraktıklarını bilmiyorum. Benden önceki on altı sentilyon Oleg de bilmiyordu. Yine de zamanlarını bu yazıları çözmeye harcadılar ve sıradakine bir not bırakarak öldüler. Senin bilmen gerekense bütün bu yazıların artık çözüldüğü ve geriye sadece bir anahtarı arayışımızın kaldığı. Evren kendi içine çöküp tekrar doğdukça, akan zaman bu gemi hariç her yerde aynı yaşanıyor, bir tür zamansal bengi dönüşün içinde kapana kısılmış durumdayız. On altı sentilyondan fazla kere doğduk ve öldük, bu bozuk zamanlı evrenden kaçmak için tek şansımız bu geminin sahiplerini kaçmadan önceki anlarında yakalamak ve çözümü onlardan istemek, böylece de bu sonsuz dönüşten kurtulmak. Anladığım kadarıyla onlar da tek değiller. Zaman tekrar doğdukça tekrardan oluşan yıldızlarının etrafında torunları tekrar evrimleşiyor ve öncekilere katılmak için ya buraya geliyorlar ya da diğer zaman anomalilerine gidiyorlar. Onları bulabilmemiz içinse bize imzalarını bırakmışlar. Bunu yapabilmek için de zamanda geriye giderek kendilerinin tüm evrimsel basamaklarındaki genetik kodlarını tarayarak kütüphanelerine eklemişler.
İşaretledikleri Elefteria yıldız sistemi etrafındaki çoğu gezegende zamanda ileriye ve geriye giderek topladığım genleri veritabanlarıyla karşılaştırdım, ancak bu hayatımda da başaramadım. Şu an evren yok olmadan önce deneyebileceğim son türün genetik materyalini bu türün bilgisayarlarına verdim ve bekliyorum. Bize ne olursa olsun bu döngüyü kırmak zorundayız, bengi dönüş kırılmazsa big bang ve termal ölümler arasında sonsuza dek aynı hayatı yaşayıp aynı acıları çekeceğiz, yaşadığımız her şey daha öncenin zaman ve mekanında aynı şekilde akmış olacak. Mutasyon gibi tesadüf sandığımız mekanizmaların bile sonsuza dek aynı şekilde seyretmesi beni korkutuyor Oleg. Söylediklerime inanmak senin için zor olabilir ama otuz iki yaşında prostat kanseri olup atlatacağını ve annenin gıda zehirlenmesinden öleceğini biliyorum. Benden önceki tüm notlarda söylendiği gibi aynı sonsuz dönüşün içinde kapana kısılmış durumdayız. Nedenini bilmiyorum, tıpkı neden doğduğumu bilmediğim gibi. Ancak doğumum geri alınamaz ve ölümüm kaçınılmazsa bile bir şeyleri değiştirebileceğimize inanıyorum. Sana olanları anlatırken en önemli uyarımı yapmayı az kalsın unutacaktım, SAKIN AMA SAKIN Evrensel Evrim Araştırma Komisyonu’na bu gemiden ve mektuplardan bahsetme, bir sürü önceki hayatımız bunu denedi ve çoğu akıl hastanesine kapatıldı ya da inanılmadı, sen öncekilerin yaptığını yapıp zaman kaybetmemelisin. Zaman boyunca Elefteria yıldızının etrafında gezmeli, doğru türü bulmalı, evrimlerini tamamlayacağı zamanı saptamak için zamanda ileri geri atlayıp durmalısın. Sana yardımcı olmak için bu geminin laboratuvarında bir droid bulacaksın, kendisi benden önceki bir Oleg’in hediyesi. EN ÖNEMLİSİ DE, Kİ BUNU YALVARIRIM UNUTMA, ZAMAN ÇÖKÜŞÜNDEN KORUMAK İSTEDİĞİN HER KANITI VE ŞEYİ BU GEMİYE KOY. Evrenin içine çöküşünden korunsan bile hâlâ ölümlüyüz, bunu daima hatırla. Süremiz ne olursa olsun kısıtlı. Yani termal ölümden kaçmak için gemiye sığınman mantıklı değil. Gemide benim olduğundan şüphelendiğim bir sürü insan iskeleti de aynı şeyi düşünmüş olmalı. Sen yaşadığın hayatı bu bengi dönüşü kırmak için kullanmalısın. Sürem bitiyor, geri kalan tüm notlarım ve ziyaret ettiğim yerler için tabletimi notumun üstüne bırakacağım. Gittiğim yerlere gitme, oralarda hiçbir şey yok. Eğer onları bulursan da senden önceki on altı sentilyon -ben dâhil- Oleg’in selamını ilet kendilerine. Dilleri sözcüksel değil imgesel, ama bunu anlatacak vaktim kalmadı. Ancak dil bariyerinizin olmayacağına inanıyorum. Kendine dikkat et, seni seviyorum.
İmza: Oleg.”
Oleg notu ve tableti yere bıraktı, ardından saatine bakarak bordalama köprüsüne geri koştu. Buraya tekrar geleceğini biliyordu. Köprünün girişine geldiğinde enjeksiyon tabancasını ve diğer ekipmanını yere bıraktı ve kendi gemisine geçti. Koşarak laboratuvara girdi, droid Fedor’un yüzüne baktı. Robot olumsuz anlamında başını iki yöne salladı. Ekranda uyumsuzluğu gösteren kırmızı gösterge yanıp sönüyordu. Oleg gözlerini bilgisayara dikerek öylece kalakaldı. Bir hayatında daha başaramamıştı. Geri geri yürüdü, sırtını duvara verdi ve yavaşça çöktü, ellerini yüzüne kapadı. Gözyaşlarını engelleyemiyordu, saçlarını yolarak haykırdı ve defalarca kendi kafasını yumrukladı. Başı ağrıyıncaya kadar ağladı ve en nihayetinde burnunu çekerek geri sayım saatine baktı. Üç dakika yirmi saniye. Kolundaki saati söktü ve droide uzattı. Fedor, saati ince ve siyah parmaklarıyla tuttu.
“Geminin laboratuvarında bekle beni. Birazdan geleceğim,” dedi gözyaşlarını beceriksizce silmeye çalışırken Oleg. Burnunu çekti ve droidin hiçbir şey demeksizin ayrılışını izledi.
Ardından başını yere eğdi ve duyguların son kez beynine hücum etmesine müsaade etti. Gözyaşları burnunun iki yanından dudaklarına geliyor ya da burnunda toplanıp eriyen bir sarkıtın damlayışı gibi yere akıyordu.
Ardından derin bir nefes çekti ve tekrar kokpite yürüdü. Ölmüş evrenin yıldızsız karanlığına baktı. Neredeyse yıldızlar yakıtlarını tüketmiş, evrende hafif hiçbir şey kalmamıştı, artık yeni yıldız doğmuyordu. Gözleri karanlığı delercesine bakıyordu. Geminin konsoluna ayarladığı geri sayıma baktı, yirmi beş saniyeydi.
Gözlerini kapattı, kalbi küt küt atıyordu. Acı acı gülümsedi, gözyaşlarını sildi. On dört saniye. Bir kez daha bitmişti. Diğer tüm Oleg olanlar da mı böyleydi? Beş saniye. Daha kaç Oleg gerekiyordu? “Elveda. Anlayışsız, yumuşak bir karanlığın vakumlu kucaklayışı.” Kozmos ölürken tüm şiddetiyle yayıldığı genişlikten bir anda çekildi ve var olan her şey yine çok sıkışık bir karanlığa hapsoldu. Mutlak bir karanlık. Karanlık. Yalnızca bir karanlık. Ta ki… Yeniden doğuşa kadar karanlık.
***
Karanlık. Makine biplemeleri ve mavi örtülerin arasında bulanık kimyasal kokuları. Korku, spazm, acı ve yüksek ışık. Bir darbeyle gelen ağlayış ve sıcak bir kucak. Henüz açılmamış buğulu gözlerin ardından rahatlatıcı bir koku. Mavi maskesinin ardından doktor, “Sağlıklı bir erkek,” dedi.
“Hoş geldin,” dedi masadaki kadın ağlayarak. Gözyaşları bebeğini görmesini engelliyordu, gözlerini bebeğini tutmadığı eliyle silip elindeki kanlı bebeğe gülümseyerek baktı. Bebeğin şişmiş kanlı yüzünü ameliyathaneden birine çevirdi, adam da ağlayarak el salladı, “Hoş geldin oğlum,” dedi.
“İsim düşünmüş müydünüz?” dedi doktor.
Annesi yeni doğmuş bebeğin minik avucuna parmak ucuyla dokunarak seslendi: ”Oleg.”
Kaleminize sağlık. Hem evreni hem de insanı aynı öyküde yok edip tekrar diriltmek fikri hoşuma gitti.