Milyonlarca ama milyonlarca takipçili, son derece popüler ve hemen hemen her kesim tarafından sevilmesi bakımından ülkede eşsiz olan bir sosyal hegemonya profili vardı. Ne selamiyetülkerametçiler, ne beşhecelisözlükçüler ne de pankompüterizehumanistler kendisinden nefret ediyordu.
Bir şekilde seviliyordu işte. Paylaştığı komik, eğlenceli içeriklerle, kendisine sataşan hiç kimsenin gazına gelip de kötü söz etmemesiyle, hoşgörülü ve sevecen tarzıyla, gerektiğinde kendiyle bile alay edebilmesiyle herkesin gönlünde taht kurmuştu.
Mesele etliye sütlüye karışmaması da değildi. Gerektiğinde lafı gediğine koymayı da biliyordu. Çok uzun yıllardır iktidarda ve güçlü olan selamiyetülkerametçileri bile eleştirdiği olurdu; ki bu normal şartlar altında bir linç için yeter koşuldu. Lakin öyle bir seviliyordu ki, bunu her yaptığında sadece üç beş densiz tarafından ölümle filan tehdit ediliyor, o üç beş densiz de selamiyetülkerametçi başka on binler tarafından ölümle tehdit edilince olay kapanıyordu. [Ölümle tehdidin ölümle tehditle nötrleşeceği selamiyetülkerametçiler bakımından fizik yasası gibiydi.]
Günlerden bir gün, her kim ona bir tezgâh kurduysa ve bunu nasıl yaptıysa hesabını yitirdi. Birileri bir şekilde zincirleme bir şikayet mekanizması başlatarak, profilin bulunduğu sosyal hegemonya platformunun otomatik kapatma kararını hesabın zararlı bir hesap olduğu yönünde çalıştırmayı başarmıştı. Önce Hevütır merkezinden bu yönde bir uyarı mesajı geldi; sonra da bir anda hesap ortadan kalkıverdi. Tetikte bekleyen komplocular, aynı kullanıcı adıyla bir hesap da açıverince aynı kullanıcı adını geri alması imkânsızlaştı profil sahibinin.
Profil sahibi -biz de tanımıyoruz açıkçası, ona şimdilik ne diyelim? Mahmut mu diyelim?- Mahmut durumu gelen e-postayla idrak edebildi ve paniğe kapıldı! Resmen 10 dakika öncesine kadar kendisinin olan hesap bir anda kapanıvermişti! Hemen aynı kullanıcı adıyla bir hesap almak istedi ama nafile. Kötü niyetli şahıslar onun da önlemini almışlardı.
Hemen sosyal hegemonya şirketi Hevütır’un resmi e-posta adresine yazdı derdini: Hesabının tehlikeli bir hesap olmadığını, muhtemelen birkaç kişinin organize bir şikayet kampanyası ile hesabının “tehlikeli hesap algoritması” radarına takıldığını anlattı. Bu kadar takipçili bir hesabın zararlı hesap olma olasılığının bulunmadığı tahminini yazacak oldu ama cesaret edemedi. Fazla uzatmadan hesabının kendisine iadesi hususunun değerlendirilmesini istirham ettiğini saygılarıyla arz etti.
Karşı taraftan “bakarız” yanıtının gelmesi iki saati buldu. Bu sırada tırnaklarını yedi, su gibi terledi, hatta öyle terledi ki birkaç defa üstündeki kıyafetleri değiştirmesi gerekti. Evdeki var olan tüm abur cuburları tüketti. Milyonlarca takipçisi muhtemelen çoktan merak etmeye başlamışlardı nerede olduğunu! Ah onları nasıl da seviyordu? Ya onlar kendisini? Bu karşılıklı sevgiyi açıklamak mümkün değildi. Hiçbir kitap yazmazdı bu sevgiyi. Öyle ki o hevesle uyanıyordu sabah erkenden, yeniden onlarla menşınlaşabilmek için, daha üç dört saat önce menşınlaşa menşınlaşa uyuyakalmış olmasına rağmen…
Bu süreçte başka bir profil açarak ortalığı gözetlediğinde gördü ki, 2 saattir hiç bir şey paylaşılmadığını fark eden milyonlar çoktan profilini ziyaret etmiş ve renksiz, takipçisiz, bomboş bir sayfayla karşılaşınca isyan etmeye başlamıştı. Keşke onlara bir açıklama yapabilseydi! Şu ana kadar ne olur ne olmaz diye mahremiyetini tamamen korumuş, hiçkimseye kimliğini açık etmemişti. Öyle ki, popüler olduğu için ona asılan yüzlerce, -ne yüzü!- binlerce karşı cinsi “BEN KİMLİĞİMİ ASLA AÇIK ETMEM!” diyerek reddetmek zorunda kalmıştı. Bu nedenle şimdi birini arayıp da “kanka benim başıma şöyle bir şey geldi, senin benimle temasta olduğumu bilirler, sana zahmet şunu söyle, bunu söyle” diyemiyordu.
Belki kendisi bir hesap açıp “Ben arkadaşıyım, şöyle böyle olmuş, Hevütır olayı inceliyor, en kısa zamanda geri dönecek” filan diyebilirdi. Diyemez miydi? Gayet güzel olurdu.
Lakin tam bunu yapacağı sırada #SnEyHsKgveKbIg_GeriDön etiketinin açıldığını gördü. Tıklayınca da bazı hesapların kendisinin yakın dostu olduğunu iddia ederek zırvaladıklarına şahit oldu.
“Ben arkadaşıyım… SnEyHsKgveKbIg bugün yaşamını yitirdi…”
“Allah geçinden versin adi herif!” diye söylendi.
“Ben dostuyum. SnEyHsKgveKbIg artık Hevütır’dan sıkıldığını söyledi ve bıraktı. Beklemeyin arkadaşlar.”
“Yok yaaaa… Adama bak. Fırsatçı p*zevenk…”
“SnEyHsKgveKbIg benim kuzenimdir. Başkan-ül Alem hakkında söylediklerinden dolayı hesabı kapatıldı, az önce de gözaltına alındı. Gözlerimle gördüm. Beklemeyin gari…”
“Ba ba ba b aba… Bu aslında ‘alınsın’ mesajı resmen. Lale seni! Neredeyse arkamdan bayram ilan edecekler. “
“SnEyHsKgveKbIg cinsiyet değiştirdi.”
“Homofobik gizli eşcinsel… İnsanın aklına bu mu gelir? Hem cinsiyet değiştirsem niye hesabı kapatayım? “
“SnEyHsKgveKbIg hesabı sattı pezevenk.”
“Aha bu da paragöz… Adisiniz lan hepiniz! Kıskanç bunlar kıskanç. Kesin bunların işiydi zaten bu olanlar. Nasıl da organizeler baksana?”
Neyse ki bu yazılanlara kimse öyle kolay kolay inanmıyordu. Şu halde kendisinin bir hesap açıp “o benim arkadaşımdır” deyip gerçeği açıklaması hiçbir şey ifade etmeyecek, bunca söylenen arasında kaybolup gidecek, kimse hangi bilginin gerçek olduğunu asla anlayamayacaktı.
Sinirleri bozulmuştu. Biraz da kendisini sevgiyle anan, yeri göğü #SnEyHsKgveKbIg_GeriDön diye inleten güzel kızların yazdıklarını okudu. Hele birisi “ben artık nasıl uyuyacağım” deyip dudağını öyle bükmüştü ki … Ah…. Ah… Ah anonim hesap olmasaydı keşke! Lanet olsun. Ne zordu isimsiz bir ünlü hesap olmak? İsmi yoktu ama cismi vardı. O cisim de hesaptı…
Peki hesabı da olmasa? Hayatı biterdi Mahmut’un! O hesap yoksa bir hiçti Mahmut. Bunu biliyordu. Ve işte şimdi Hevütır’ın insafına kalmıştı bütün kaderi. Bir giyotinin boğazına inmesini bekliyor, bir darağacında boynunla ilmekle dikiliyor gibiydi. Umuda kapılmaya, kötüyü düşünmemeye zorladı bir müddet kendini. Güzel şeyler düşünmeye çalıştı: Az sonra hesabı geri verecekler, giriş yapacak, takipçilerine ‘selam size’ yazacak, kızlar kalpişleyecek… Bu hayallerle yüzüne derin bir tebessüm yayılmıştı ki bir çan sesi E-posta kutusuna bir posta düştüğünü haber etti. Gönderen Hevütırdı!
“Sevgili SnEyHsKgveKbIg,
Talebini aldık. Uygun gördük. Şimdi bize senin sen olduğunu kanıtlaman gerek.
Sevgiler. Öptük.”
Sevincinden havalara uçtu, yerinde defalarca zıpladı, emektar, günde 15 saat oturulmaktan tüm albenisini kaybetmiş büro koltuğunu kırayazdı. O ana kadar stresten gerildiği için yemeyip soğuttuğu hamburgerinden kocaman bir ısırık aldı. Hesabını alacaktı sonunda, SnEyHsKgveKbIg efsanesi az sonra geri dönecekti. Tek işi kendisinin kendisi olduğunu kanıtlamaktı Hevütır’a… Kendisinin kendisi old… Nasıl yahu? Bu ne demek? Ne yani? Kimlik mi gönderecekti? İkametgâh ilmühaberi mi? Selfie mi yapacaktı?
Bunlardan hiçbiri olmazdı çünkü deşifre olurdu. Sonuçta orada çalışan kimse o da takipçilerinden biri olabilirdi. O kişinin “İşte SnEyHsKgveKbIg’in resmi!” deyip de fotoğrafını paylaştığını düşünemiyordu bile. Popülarite kasmak isteyen bir eziğin kesinlikle yapmak isteyeceği bir işti bu. O sırada bilmediği şey, gerçekten de Hevütır masasında oturanın tam olarak da bu niyetle böylesine boktan, muğlak bir e-posta yazdığıydı. Çok geçmeden aptalca düşündüğünün de farkına vardı Mahmut: “Hayır fotoğrafla nasıl teyit edecekler, zaten ellerinde bir fotoğrafım yok ki?”
Rahatladı. Kimliğini açık edecek değildi ya? Hesabı geri almasa daha iyiydi yani öhhh!
“Ne saçmalıyorum ben! Hem bu işlerin nasıl yapılacağı belli. Çocuk mu kandırıyordu karşıdaki?”
Hemen klavyeye sarıldı ve “O zaman kayıtlı adresime bir doğrulama e-postası gönderin” yazdı ve aceleyle gönderdi. Çok değil, on saniye sonra “Resmen emir verir gibi oldu. Amanın ben ne yaptım?” dedi kaygıyla. Arz ederim yazmayı unuttuğunu da fark edince volta atmaya başladı. Kesin yapmayacaklardı işini kesin… Ya da kesin iyice yokuşa süreceklerdi. Ah! Hesaba elveda diyebilirdi artık. “Kahretsin! Kahretsin! Kahretsiiiiiiin! İnsan koskoca sosyel hegemonya deviyle uğraşabilir mi? Bütün otorite onlarda!”
Fakat karanlığa küfredeceğine bir mum yaksaydı ya? Hemen bilgisayarın başına oturdu ve “az önce yanlışlıkla elim gönder tuşuna çarptı ve e-postayı bitirmemişken yarısını göndermiş oldum” diye bir özürle e-dilekçeyi yeniden yazmaya girişti ve kendisine bir doğrulama e-postası gönderilmesi hususunun üzerinde istişare edilmesi mevzuunun tesis ve idamesi hakkında bir fikir teatrisi gerçekleştirilerek inşallah bunun yerine getirilmesi hadisesinin tatbik ve icrasını saygı ve hürmetleriyle arz etti.
Az önce gönderdiği e-postanın sonuna “iyi çalışmalar” yazmış olduğu için yarım yazıp göndermiş olduğu yalanı çok sırıtıyordu… Bi de “gönder tuşu” ne ya? Öyle tuş mu var da eli çarpsın? Ama neyse… Sonuçta çabalamıştı değil mi? Bir daha yazmıştı. Mühim olan o kuruma saygılarını arz etmesi, hürmetlerini sunmasıydı! Karşıdakilerin bu çabayı görmesi yeterl olurdu. Yüce yüce yüce Hevütır! Ulu Hevütır!
Bu sırada #SnEyHsKgveKbIg_Nerede etiketinin de birinci sıradan gündeme oturduğunu fark etti. Spekülasyonlar gittikçe artıyordu:
“SnEyHsKgveKbIg’ye milletvekilliği teklif edilmiş arkadaşlar. Kendisi yeni bir hevütır profili açtı; şudur: ….”
“Vay şerefsiiiz… Buradan takipçi kazanacak demek.”
“SnEyHsKgveKbIg Hevütır’ı satın almış. Dükkan içinde dükkan açmam deyip kapatmış hesabı.”
“Yok artık. Ha’şaa…. Haaaa’şaaaaaaaaaaa!”
“SnEyHsKgveKbIg banka soyup yurtdışına kaçmış”
“Hadi buna neyse ama Hevütır’ı satın almak…”
Moral bulmak için kendisi hakkında ultrasüper yazılan şeyleri okurken bir e-posta daha düştü kutusuna. Doğrulama e-postası olduğu ümidiyle kutusunu açan Mahmut, yeniden Hevütır destek ekibinden yanıt aldığını gördü:
“Sevgili SnEyHsKgveKbIg,
İki ayrı e-posta gelmesi ve bunların üslupları arasında fark olması hesabınızın güvenliği açısından tarafımızda kuşku yarattı. Bu yüzden ekteki soru formunu da eksiksiz doldurman gerekiyor. Sonra talebini tekrar değerlendireceğiz.
Sevgiler. Öptük.”
“Adiler! Amacınız ne ulannnn!” diye bağırıp hopladı Mahmut. Hesabı yaklaşık 4 saattir kapalıydı. Dört saattir o sevgi yumağına karışamıyor, sosyalleşemiyor, yalnızlık çekiyordu. Başı filan dönmeye başlamıştı artık. Neyse ki formdaki güvenlik soruları basitti: Tahminen hesabı ne zaman açtığı, en son bugün ne zaman girdiği, en sık menşınlaştığı profillerden üçü falan filan fişman… Mahremiyetini ihlal edecek soru yoktu pek. Elleri titreye titreye formu doldurup e-posta ekine koyduktan sonra kendisine doğrulama e-postası gönderilmesi hususunun değerlendirilerek bunun herkes için makul ve kısa bir sürede zahmetsizce icrasının vuku bulmasını talep ve istirham ettiğini saygı, hürmet, en derin arzu ve iyi niyetleriyle arz etti.
Bu sefer yanıt çok çabuk geldi! Üstelik bu yanıt içerisinde doğrulama bağlantısını da içeriyordu! Bağlantıya tıkladı ve bekledi. “Hesabınız doğrulanıyor lütfen bekleyin…” dedi ortaya açılan bir kutu. Sonra kendisinden yeni bir şifre belirlemesi istendi. Onu da yaptı. Nihayet hesabındaydı artık!
Hemen takipçi sayısını kontrol etti. Hatırladığı kadardı ve önemli bir değişiklik sezilmiyordu. Derin bir oh çekti… O kadar ünlüydü ki, bunu sorun etmezdi aslında, zira insanlar bulup önünde sonunda yeniden takip edeceklerdi ama aynı sayıya ulaşmak ciddi bir vakit kaybına dönüşebilirdi. Sonra geçmiş bildirimlere baktı. Onlar silinmişti. “amaaan” dedi, nasılsa az sonra otuz sayfa bildirim gelecekti. Durmalarının ya da silinmelerinin bir anlamı yoktu Mahmut’a göre.
Ve nihayet bir şeyler yazmak üzere metin kutusunu açtı. Elleri yine titriyordu ama bu defa heyecandandı. Yazdığını bitirene kadar bu titreme de geçecekti zaten. Bir merasim havasında:
“Çok sevgili takipçilerim, hesabımı korsanların elinden yeniden alabildim. Bu süreçte beni özlediğini dile getiren, başta tüm güzel bayanlar olmak üzere hepiciğinizi öpüyorum. Tüm yurtta ve dış temsilciliklerde kutlamalar başlasın euheuehuee…” yazdı. Aynı merasim havasıyla, kendi kendinin sabırsızlığıyla eğlenircesine birkaç saniye bekledi ve GÖNDER’e tıklayıverdi.
Ve elbette daha gönderir göndermez bir sürü bildirim ışığı yanınca ağzı iki yayına yayıldı! Buydu işte buydu! Şimdi kendisini özlemiş yüzlerce insan onu sıcak, sevgi dolu sözlerle karşılayacaklardı. Bildirim sayfasına geçti ama… Mesajlar… Pek öyle beklediği gibi değildi. Hemen hemen herkes aynı şeyi soruyordu:
“Nereden bilelim senin olduğunu?, “Sen gerçek SnEyHsKgveKbI mısın?”, “Ne malum SnEyHsKgveKbI olduğun?” falan fıstık… Hakları vardı. Hesabı şu an ele geçirilse idi, ele geçirenler de aynen kendisi gibi yazmayacaklar mıydı? Bu kuşkuculuğu takdir etti Mahmut.
“Hakkınız var arkadaşlar, ama döndüm… Hevütır ile yazıştım ve bana tekrar hesabımı verdiler.”
“İspatla”, “İspatla!”, “Kanıtla!”, “Ne malum?”, “Hadi canım biz de yedik…”, “Yürü git lan…”….
Şansını tekrar denedi: “Yazışmaları göstereyim?”
Fakat sonra özel yazışmaları paylaşmanın başka bir suç unsuru olabileceğini, kötü niyetli kişilerin kendini şikayet edeceğini ve bunu gören Hevütır’un hesabını derhal kapatacağını düşünüp korktu, tekliften pişman oldu. Neyse ki “Ondan kolay ne var”, “Aha bne de yaptım”, “Peçeteye yaz istersen… Hahah….” yanıtlarıyla, takipçileri illa ki yazışmaları talep etmediler.
“Ya bakın, ilk mesajım, bunlar filan. Benim tarzım işte! Bir hesabı nesinden tanırsınız? Tabi ki tarzından. Ne olur güvenin bana yaaaa!”
Cevaplar gecikmedi: “Ulan tarzını hepimiz öğrendik”, “Taklit etmeye ne var?”, “Ne tarzı yahu? Hemingway sanki alala…”
Biraz sonra #Sahtekâr_SnEyHsKgveKbIg etiketi açılıverdi ve hızla yükseldi sol tarafta. Takipçi sayısı birer birer azalıyor, ağza alınmayacak küfürler ediliyor, her yerde dalga konusu edilerek eğleniliyordu. Dokuz milyon olan takipçi sayısı, bir saat sonra 9 bine düşmüştü.
Etiketin de soldan düşmesiyle birlikte, Hevütır alemindeki tüm popülaritesi sona erdi. Sanki düğün gibi gürültülü bir şeyin ortasında birden bire elektrikler kesilmiş ama aynı zamanda düğün salonunu zombiler de bastığı için herkes sesini kesmiş gibi ani bir değişim yaşamıştı. Bu değişimin ardından, sükunetin rahatsız edici hissiyle öylece ekrana bakıyordu. Yo yo… Zombi değil… İzdiham olmuştu düğün salonunda. Ezip geçmişlerdi onu. Yarasıyla beresiyle baygın yatıyordu yerde. Kımıldamak istiyor ama kımıldayamıyordu. Konuşmak istiyor, konuşamıyordu. Yazsa… Yazsa kaç bin kişi görecekti? Şu kalanlar da takibi bırakmadıysa, şu an uyuyor filan olduklarındandır herhalde. Onlar da Hevütır’a girer girmez “SİZ BURADA YOKKEN: Bilmem kaç arkadaşın şu hesabı takibi bıraktı, sen de bırakmak ister misin?” sorusuyla karşılaşacaklardı zaten.
Birkaç saatte bitirmişlerdi hayatını. İsimsizdi önceden… Artık kimliksizdi, bedensizdi…
“Döndüm arkadaşlar” diyeceğine, “bir şey denedim” deseydi. Salak gibi kendisi belli etti hesabının hacklendiğini. Tam bir geri zekalılıktı bu. Ya da hiç ses etmeden “öfff be ne uyumuşum. Siz de ortalığı ayağa kaldırmışsınız” diye girişseydi lafa. Dayak yiyip bunu onuruna, gururuna yediremeyen, o anları hatırlayıp “keşke ben de o sırada ağzının üzerine şuradan çakıverseydim” diye geçmişin imkânsızlarını arzu eden biri gibi, geriye dönük olasılıkları düşünüp, beceriksizliğine lanet okuyordu.
“AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA!” diye bağırdı var gücüyle Mahmut.
İşte Mahmut’un majör depresyonunun başlangıcı böyleydi. Tam bir yıl sürdü. Üç kere intiharın eşiğine geldi, ama yapmadı. Başka sosyal hegemonya platformlarında yaptığı taze başlangıçlarla avunmaya çalışsa da beceremedi. En iyisinin sosyal hegemonyayı tümden bırakmak olduğunu düşündü. Günlerini TV başında, daha evvel izlemediği diziler, filmler karşısında abur cubur yiyeyerek geçirdi. 34 kilo aldı.
Bir yıl sonra yeni, iddiasız bir hesapla Hevütır aleminde mütevazı bir başlangıç yaptı. Artık kimliğini gizlemeyecekti. Profil fotoğrafı da koydu hatta. Gündelik hayatını paylaştı. İlk kez kendi oldu böylece. Yaklaşık beş bin takipçiye ulaştığı sıralarda takipleştiklerinden biriyle tanıştı. Evlendi. İki çocuğu oldu.
Şimdi bir aile profili üzerinden devam edip, pazar günleri piknik fotoğrafları paylaşıyorlar. #PiknikteDelirmeceler etiketi altında tanıştıkları ailelerle buluşup pikniklerin daha kalabalık görünmesini sağlıyorlar.
Arada bir #dostlarına “hani bir zamanlar SnEyHsKgveKbI vardı ya, o bendim” dediği zaman ona kimse inanmıyordu. Genelde de “hani bir zamanlar Barış Manço / Michael Jackson / Muhammed Ali vardı ya, işte o bendim.” şeklinde bir misilleme ile cevap vererek eğlendiklerini sanıyorlar ama kalbini kırıyorlardı. En çok da peygamber olduğunu iddia eden arkadaşı kırmıştı kalbini.
Eşinin gerçekten inanıp inanmadığından emin değildi. Bir defasında teselli eder gibi “SnEyHsKgveKbI olsan da olmasan da ben seni seviyorum” dediğine göre o da inanmıyordu. Hiç belli etmiyordu ama bunu.
Hem zaten artık mühim de değildi…