Ay’ın yarıldığı gece, Cem, hava-mobiliyle evine dönüyordu. İlk başta gözlerine inanamamıştı. Hava-mobili kontrol eden yazılıma sesle durma komutunu verdi. Akıllı lensini kapatıp aracın camlarından tekrar dışarı baktı. Hayır, bir artırılmış gerçeklik reklamı değildi. Milyonlarca yıldır yörüngesinde dönen cansız uydu, tıpkı bir yumurtanın kırılması misali ikiye ayrılmıştı. Birkaç saniye sonra, iki yarım Ay’ın ortasındaki boşlukta dev, kan kırmızısı bir ekran belirdi.
Ekranın belirmesiyle, Cem, şiddeti gittikçe artan fısıltılar işitmeye başladı. Yankılı bir ses beyninin içinden ona sesleniyordu: “Korkma! Kurtulacaksın!” Bu iki kelimeyi sadece Cem değil, dünya üzerindeki herkes kendi anadilinde duymuştu. Uyuyanlar irkilerek yataklarından kalkmışlardı. O an gökyüzüne bakmayanlar ya da bulundukları konumdan Ay’ı göremeyecek olanlar, adeta gaipten gelen bu derin sesle titremişlerdi. Ve geriye kalan milyonlarca insan, hem Yarılma’yı (Medya bu tarihi olayı böyle adlandıracaktı.) görmüş, hem de sözleri duymuştu.
Fısıltılar kesildiğinde, Ay’daki ekran hareketlendi. Sırayla iki görüntü ortaya çıkmıştı: Dünya’ya benzeyen mavi bir küre; ardından kürenin etrafında, sanki onu hedef almış bir mermi gibi duran metalik renkte bir silindir. Silindir, kürenin etrafında hızlanarak döndükçe, onun etrafını saran bir halkayı andırmaya başlamıştı. Sonra, ani bir alev parlamasıyla küre parçalandı. Silindir ise devir hızını yavaşlattı. Tamamen durduğunda, arkasında bir ışık topu bırakarak ekranda yok oldu. Aynı fısıltılar, –Korkma! Kurtulacaksın!- herkesin beyninde tekrar yankılanmıştı. Dev ekran kendi üstüne kapanınca, Ay’ın iki yarım parçası birbirine yaklaştı. Birkaç saniye sonra, Ay, gökyüzünde eskisi gibi tek bütün halinde parlamaya devam ediyordu.
Yarılma bittiğinde, Cem gibi havada park eden binlerce kişinin araçları yeniden harekete geçti. Trafiği kontrol eden merkezi yapay zekâ, herkesi kayıtlı rotaları boyunca gidecekleri yere bırakacaktı. Cem, üzerindeki gerginliği azaltmak için bir sigara yaktı. Aslında buna ihtiyacı yoktu. Beynine takılı hormon dengeleyici çip, aşırı heyecan belirtilerini baskılamak için çoktan devreye girmişti bile. Bu çipler sayesinde, cinayet ve tecavüz gibi suçlar artık epey azalmıştı. Hava-mobilin şoför yazılımı sigara dumanını algılar algılamaz Cem’i yüksek sesle uyardı:
“Sayın Cem Merih! 1984 sayılı ‘Sağlığı Koruma Yasası’nı ihlal ettiniz! Hesabınızdan 4200 Dünya Doları ceza bedeli tahsil edilmiştir!”
Cem, “Tam da işten kovulduğum günde!” diye küfrederek sigarasını içmeye devam etti. (Performans düşüklüğü gerekçesiyle o gün okulda Cem’in yerine android bir öğretmen atanmıştı. Zaten çoğu kişi, çocuklarını olası taciz vakalarından korumak için onları insan öğretmenlere emanet etmek istemiyordu. Sadece, androidlerin icadını Tanrı’ya karşı işlenmiş büyük bir günah olarak gören fanatik dindar veliler, Cem gibi sayıları azalan insan öğretmenleri tercih ediyordu.) Kanında dolaşan nano-şifacılar sayesinde sigara yüzünden kansere yakalanması çok düşük bir olasılıktı. Eczaneden satın aldığı bağışıklık yazılımının kontrol ettiği bu yapay akyuvarlar, vücut içinde rastladıkları tümör oluşumlarını ve patojenleri yok etmeye programlanmışlardı. Nano-şifacıların -aylık ücretini ödemeye devam ettiği müddetçe- sürekli güncellenen biyo-elektronik veritabanı, yeni çıkan tüm virüsleri tanıyabiliyordu. Cem, “İşsizlik maaşı acaba kaç ay idare edecek?” diye düşüncelere dalmıştı.
Sigarasını bitirince, akıllı lensini çalıştırarak haber ağlarına bağlandı. Sadece kendinin görebildiği sanal gerçeklik ekranında açılan televizyon kanallarının her biri “Son Saniye” ibareleriyle Yarılma’dan bahsediyordu. Fakat Ay’ın yarılmasına dair hiçbir görüntü mevcut değildi. Olayın gerçekleştiği anlarda gökyüzüne doğrultulan kameraların kayıtlarına göre Ay’da herhangi bir değişiklik gerçekleşmemişti. Dünya genelinde 20 milyar insan ortak bir deneyimi paylaşmıştı ama elde tek bir elektronik kanıt yoktu!
Dünya hükümeti tarafından yapılan ilk resmi açıklamaya göre, Ay’da yaşanan şey fiziksel bir yarılma değildi. Ay üssüne bağlanan muhabirler bu durumu doğrulamıştı. Üsteki insanlardan bazıları da Ay ufkunu kaplayan dev ekranı görüp aynı sesleri duymuştu ama oradaki sismik algılayıcılar bir sarsıntı kaydetmemişti. Zaten Ay gerçekten yarılmış olsaydı, şu an o üssün yerle bir olmuş olması lazımdı.
Mars üssünde yerleşik insanlar da Dünyadaki milyarlarca insanla aynı deneyimi yaşamıştı. Bir farkla; fısıltıları ve “Korkma! Kurtulacaksın!” mesajını Dünyadakilerden 11 dakika 35 saniye sonra duymaya başlamışlardı. Bu süre, Dünya-Mars arasındaki mevcut mesafenin bir elektro-manyetik dalga tarafından kat edilmesi için gereken zamanla örtüşüyordu.
Cem, haberleri izlerken bir yandan da ilerleyen hava-mobilinin camından Yeni İstanbul’u seyrediyordu. Geçen yüzyıl gerçekleşen 2042 depreminin ardından, gökdelenlerin kenti ahtapot gibi sarması uzun sürmemişti. Martıların soyu tükendiği için şehrin semalarındaki tek ses hava-mobillerin uğultusuydu.
Cem’i taşıyan hava-mobil, Mevlana Köprüsü’nü (Boğaz’a yapılan dördüncü ve son köprüydü. Hava-mobillerin yaygınlaşmasıyla kara yolları artık sadece zenginlerin nostaljik sürüş zevklerini tatmin etmeye yarıyordu.) geride bırakarak Yeni İstanbul’un Kuzey Yakası’na yaklaşmıştı. Cem’in oturduğu 101 katlı sitenin çatısındaki oto-parka indikten sonra kapıları açıldı:
“Yolculuğunuzda ‘Gezgin’ yazılımını tercih ettiğiniz için teşekkürler. Bugün toplam 50 Dünya doları karşılığı kilometre puan kazandınız.”
Cem’i evde hiç kimse karşılamadı. Bekâr bir erkek olarak yalnızlığını gidermek amacıyla satın aldığı androidin taksitlerini aksattığı için, geçen hafta firma ona el koymuştu. Bir ay içinde borcunu ödemezse, Luna (Cem, aydınlık yüzü nedeniyle androidine bu ismi takmıştı.) geri dönüşüm tesislerine yollanıp piyasaya tekrar sürülecekti.
Cem, üstünü değiştirip yatağına uzandı. Yarılma’yı düşünüyordu. Arayıp bu olayı konuşabileceği hiçbir arkadaşı yoktu. Annesi aklına geldi. O da herkes gibi aynı şeyleri deneyimlemiş olmalıydı. “Sanrı krizlerinin yeniden başladığını zannedip ne kadar da korkmuştur.” diye endişelendi. Ev işletim sisteminin duyabilmesi için duvarlara doğru seslendi:
“Bakırköy Psikiyatrik Rehabilitasyon Merkezi’ni ara. Annemle konuşmak istiyorum. Acil durum olduğunu söylersin.”
Cem, “acil durum” diye belirtmezse annesini bu saatte telefona bağlamayacaklarını biliyordu. Yaklaşık bir dakika sonra yaşlı ve yorgun bir kadının sesi odada yankılandı:
“Cem, biliyordum arayacağını. Sen de fısıltıları duydun değil mi?”
“Evet, anne. Herkes duydu. Korkma sakın, ilaçlarını almaya devam et.”
“Hayır, hayır… Elbette ki korkmuyorum… Zaten korkmamamız gerektiğini söylemediler mi? Cem, artık bana inanıyorsun değil mi? İşte sonunda geldiler. Yıllardır söylüyordum bizi bulacaklarını. Ama hiç biriniz bana inanmadınız. Ne sen, ne de o pislik baban… Onunla görüşmüyorsun, değil mi? Bizi terk edip o robot fahişeyle Mars’a gittiğini unutma! Beni nasıl da aşağılamıştı… O makine benden daha kadınmış, esas robot gibi olan benmişim! İkisini kendi yatak odamda, Tanrı’nın lanetlediği o iğrenç işi yaparlarken… Her gece aynı sahneyi görüyorum rüyalarımda. Hâlbuki Kutsal Kitap’taki emir çok açık: ‘İnsan, insan içindir!’ Cem, yoksa sen de o şeytanlardan biriyle mi evleneceksin?”
Cem’in annesi, bu son sözlerinin ardından ağlamaya başlamıştı.
“Anne, lütfen başlama yine! Ben sadece senin iyi olduğunu duymak istemiştim. Merak etme, tekrar arayacağım.”
Cem, aramayı sonlandırdıktan sonra bir süre daha haberlere baktı. Sıkılınca balkona çıkıp sigarası eşliğinde Ay’ı seyretti. Sanki yarılan, gökyüzündeki o yuvarlak tepsi değil de kendi zihniydi. Kafasında sayısız düşünce dönüp duruyordu. Ama bunlardan hiç birinin tatmin edici bir anlamı yoktu. Cem, sadece, mesajdaki çağrının doğru çıkmasına dair bir isteğin, içinde belli belirsiz büyüdüğünü hissetti.
Ertesi gün Yarılma’ya ilişkin haber yasağı ilan edilmişti. Ağ kanallarında veya telefonda, resmi açıklamaların dışında bu olayla ilgili herhangi bir şeyden bahsedenler, semantik denetim yazılımlarıyla tespit edilip cezalandırılacaktı. Dünya hükümetinin başkanı, Uluslararası Uzay Ajansı müdürüyle beraber kameraların karşısına geçip, Yarılma’nın uzaylılar tarafından gerçekleştirilen terörist bir saldırı olduğunu duyurmuştu. Bu dünya dışı teröristler, Ay merkezli bir korsan yayınla insanların beynine sızmış ve yarattıkları sanal gerçeklik halüsinasyonlarıyla dehşet uyandırmışlardı. Zaman zaman sanatçılarla ağız dalaşına girdiği bilinen Başkan, kimi Hollywood yönetmenlerini de suçlamıştı. Başkan’a göre, uzaylıları dost gösteren filmlere imza atan bu “abartılmış entelektüeller”, işbirlikçi ve haindi. İnsanların bilinçaltını yıllardır bir uzaylı istilasına karşı hazırlamışlardı. Başkanı destekleyen seçmen grupları, onun bu sözlerinin ardından, uzaylıları barışçıl gösteren yapıtlara imza atan sanatçıların tutuklanmasını talep eden imza kampanyaları başlattı. Hükümet, vatandaşlardan şüpheli gördükleri her eylemi yetkililere bildirmelerini istemişti. Polis teşkilatlarına, UFO resimli t-shirt giyenleri ihbar eden yüz binlerce kişinin mesajları yağıyordu.
Bazı şehirlerde sokak gösterileri başlamıştı. Aralarında, Yarılma’nın insanlık için bir kurtuluş çağrısı olduğunu savunanlar vardı. Kimi gruplar ise, yaşadığı gezegenin ekolojik dengesine geri dönüşü imkânsız zararlar veren insanlığın, henüz temas kurmadığımız bir Galaktik Yönetim tarafından “haydut tür” ilan edildiğini iddia ediyordu. Bu protesto eylemlerini, Robo-Güvenlik adı verilen kamu düzeni yapay zekâsının kontrol ettiği mekanik polisler bastırıyordu. Tutuklanan bazı eylemciler, atom çözümleyici infaz mangalarınca moleküllerine dek buharlaştırılıp yok edilmişti.
Birkaç gün sonra, uzayı tarayan radarlar Dünya yörüngesinde yeni bir cisim tespit etti. Bir anda beliren silindir şeklindeki cisim, Yarılma gecesinde Ay’ın ortasındaki sanal ekranda gösterilen nesneye benziyordu. Resmi açıklamaya göre, uzaylıların dünyayı ve insanlığı yok etmek için gönderdiği bir silahtı bu. Uzaylıların yeni korsan yayınlarla insanların kafasını karıştırmalarını önlemek için bütün şehirlerde kasklar dağıtıldı. Bu kasklar, resmi olarak izin verilenlerin dışındaki elektromanyetik dalgaları engelliyordu. Bütün ağ kanallarında, kaskları olmadan dolaşan vatandaşların cezalandırılacağı duyuruldu. İnsanlar evlerinde dahi kasklarını çıkaracak olsalar, ev işletim sistemlerinin kameraları bunu algılayabilirdi.
Cem, Yarılma’dan sonra evden dışarı hiç adım atmamıştı. Başında kaskıyla (Sabah robo-postacı getirmişti.) klozete oturduğu bir sabah, akıllı lensiyle bağlandığı kanalları gezerken referandum haberini aldı. Hükümet, yörüngedeki silindirik cismin yok edilip edilmeyeceğine dair dünya genelinde bir seçimin gerçekleşeceğini ilan etmişti. Sandıkların veya oy makinelerinin önünde uzayan kuyruklar çoktandır tarihten ibaretti. Seçmenler, lensleriyle kimliklerini doğrulayıp giriş yaptıkları sanal seçim bürolarında oylarını artık saniyeler içinde kullanabiliyordu. Katılım, elbette ki zorunluydu.
Cem, “Oy kullanmak neyi değiştiriyor ki?” diye düşündü. Oyları sayan yapay zekâ rejimin kontrolündeydi ve on yıllardır rejimin arzuladığının dışında bir sonucun çıktığı görülmemişti. Bir an duvarlara korkuyla baktı. Bazı komplo teorisyenlerinin, insanların beynine takılı çiplerin düşünceleri de kaydedip rapor ettiği iddiası aklına gelmişti. Ama Cem bunun doğru olmadığını kendi tecrübelerinden biliyordu. Bir seferinde, cesaretini toplayarak Dünya Hükümeti Başkanı’na içinden bir küfür savurmuştu. Fakat hiç kimse kapısını çalmamıştı.
Ertesi gün gerçekleşen referandum, Cem’in tahmin ettiği gibi neticelendi. Dünya vatandaşlarının %99.23’ü yörüngedeki cismin yok edilmesine destek vermişti. Uluslararası Hükümet, hiç vakit kaybetmeksizin lazer toplarını -gezegene serseri bir meteorun çarpmasını önlemek için on yıllar önce kurulmuştu- aktifleştirmişti. Şehir meydanlarında, başlarında kasklarıyla milyonlarca rejim taraftarı toplanmış, kurulan büyük ekranlardan ve akıllı lenslerinden bilinmeyen cismin parçalanacağı canlı yayını yuhalamalar ve ıslıklarla izliyordu. Bazılarının elinde tuttuğu elektronik pankartlarda “Güneş Sisteminden Defolun!” yazısı akıyordu. Ateşe verilen uzaylı maketlerinin rahatça yanması için sokaklardaki duman algılayıcılar geçici olarak devre dışı bırakılmıştı. Cem de bu kalabalığın içindeydi. Sessizce, sloganların hiçbirine eşlik etmeden olanları izliyordu.
Geri sayım başladığında yörüngedeki cisim de dönüş hızını artırdı. Bunun üzerine meydandakiler çığlık çığlığa kaçışmaya başlamıştı. Cem, kendine çarpan insanlara aldırmadan büyük ekrana doğru yaklaştı. Cebinden çıkardığı iri bir taşı avucunda sımsıkı tutuyordu.
Cem, taşı tüm kuvvetiyle ekrana doğru savururken bağırdı:
“Artık yeter! İnsan gibi yaşamak istiyorum!”
Robo-polislerden biri hemen koşup elektrikli copuyla Cem’e vurdu. Cem, darbenin etkisiyle yığılırken kafasındaki kask yerinden çıktı. Bayılmadan önce, en son, beyninde yeni fısıltılar yankılanıyordu:
“Dünyalılar! Evrensel Hükümete bağlı Galaktik Konseyin gönderdiği kurtarma aracına müdahale etmeyin!
Gezegeniniz büyük bir tehlikeyle karşı karşıya! Mesajımızı dinleyin!”
Meydandaki ekranda, ateşlenen lazer toplarının ışığı parladı.
[Milyonlarca Işık Yılı Ötede]
Cem, gözlerini açtığında, kendini çocukluğundaki odasına benzeyen bir yerde, küçük bir yatakta uzanırken bulmuştu. Başucunda iki kadın oturuyordu: annesi ve Luna!
Cem’in uyandığını fark ettiklerinde, aynı anda konuşmaya başladılar:
“Merhaba, Sayın Cem Merih. Şu an bir sanal gerçeklik odasındasınız. Sizi, en çok sevdiğiniz iki kişinin imgesel ara yüzleriyle karşılamayı uygun gördük. Buradaki her bir nesne, beyninizi tarayarak eriştiğimiz hafıza kayıtlarınızla uyumlu şekilde, daha rahat hissetmeniz için tasarlanmıştır.”
Cem, narkozdan yeni uyanan bir hasta gibi zorlukla konuştu: “Neden buradayım?”
“Dünyanız, mevcut bilim seviyenizin henüz tespit edemeyeceği bir tehdit altındaydı. Daha önce sayısız yıldız sistemi, uzay-zaman üst boyutlarında belli periyotlarda gerçekleşen yarılmalarla parçalanıp yokluğa karıştı. Evrensel Yasa gereği, evrimleri yapay bir zekâyı geliştirme düzeyine ulaşmış medeniyetlerin üyelerine bu kozmik depremlerde yok olmamaları için bir fırsat sunuyoruz. Şu an evinizden 191 milyon ışık yılı ötedeki bir rehabilitasyon tesisinde, sizin gibi ışınlanarak kurtarılan diğer insanlarla beraber güvendesiniz. Biraz daha dinlenin. Yeni hayatınıza başlayabilmek için gerekli bilgileri zamanla öğreneceksiniz.”
Cem, yataktan doğrulmaya çalıştı. “Annem…” dedi. “Annem burada mı?”
Annesinin ve yapay sevgilisi Luna’nın görünümündeki ara yüzlerin gözleri bir hesaplama yapıyormuş gibi titredi. Sonra aynı anda gülümseyerek cevap verdiler:
“Veritabanımızdaki DNA kayıtlarına göre anneniz zaten uzun süredir misafirimiz. Yok olan gezegeninizin yıldızının etrafındaki devir zamanına göre 15 yıldır burada tedavi görüyor. Galaktik Konsey’in, sizin gibi canlılarda düzenli olarak gerçekleştirdiği ışınlama deneylerinden birinde, bilincinin ancak bir bölümü aktarılabilmiş.”
“Hayır, hayır! Bir yanlışlık olmalı. Annem yıllardır benimleydi.”
Cem, bunu derken, annesindeki sanrı nöbetlerinin 15 yıl önce başladığını hatırlayıp ürkmüştü.
“Işınladıklarımızın yerine nano-kopyalayıcılarla inşa ettiğimiz organik benzerlerini koyuyoruz. Şimdi bunlarla kafanızı meşgul etmeyin. Işınlanma, beden ve zihin için oldukça sarsıcı bir deneyimdir. Dinlendiğinizde, annenizle bir buluşmayı muhakkak ayarlayacağız.”
Ara yüz görüntülerinin silikleşmeye başladığını fark edince, Cem aceleyle son bir soru yöneltti:
“Dünya… Ne oldu ona? Parçalandığını söylediniz. Herkesi kurtarabildiniz mi?”
Annesinin ve Luna’nın imgeleri tekrar canlandı:
“Güneş Sistemi olarak adlandırdığınız bölgedeki tüm gezegenler ve yıldızınız, gerçekleşen uzay-zaman yarılması sonucu parçalandı. Maalesef insanların çok küçük bir azınlığı bu kozmik tufandan kurtulabildi. Sadece, gönderdiğimiz ışınlama sinyalini alabilenlerin kuantum haritalarını kurtarma gemisinde depolayabilmiştik. Nüfusunuzun %1’inden daha azı…”
Cem, bu son duyduğu cümlenin ardından gözlerini yumarken, pikseller havada dağılarak kaybolmuştu.