Yeni Bir Hayat | Sonat Ece Kaya (Kısa Öykü)

“Ne yaparsak yapalım başka yolu yok. Bu gezegende bir süre daha tıkılı kalacağız!”

Ahmet Gündoğdu, önünde uzanan taşlık alanda ağır ağır ilerliyordu, ilerlerken sürekli önüne bir taş çıktığı için havalanmak zorunda kalıyordu ve yer çekiminin Dünya’ya nazaran hafif olmasının etkisiyle bu havalanmaları yavaş bir hareketle oluyordu. Yanındaki arkadaşı Erdal Gürel ona yetişmeye çalışırken sık sık yuvarlanıyordu, çünkü yuvarlanmadan havalanmak çok zordu, bir yerden bir yere kona kona ilerleyen güvercinler gibiydiler ama sorun şu ki onlar güvercin değillerdi ve doğar doğmaz uzun süreli uçuşları öğrenmek gibi bir şansları olmamıştı.

“Bu kadar kötümser olma Ahmet, araştırmalarımız bitip aradığımızı da bulunca bir daha dönmemek üzere arkamıza bile bakmadan kaçacağımızı biliyorsun. Sadece o kaçış anına ve bunun vereceği mutluluğa odaklan.”

“Zaman ilerledikçe bu an giderek uzaklaşıyor gibime geliyor Erdal. İnsanlığın yayılma tutkusuna hizmetten başka çaremiz mi var.”

“En azından hizmeti fiziksel olarak değil robot olarak yerine getirdiğimiz için mutlu olmalısın Ahmet.”

Ahmet ile Erdal, üzerinde araştırma yaptıkları Yemoja adı verilen, 58 Opiuchi c kodlu gezegende birer robot olarak bulunuyorlardı. Birleşmiş Milletler Uzay Araştırmaları Enstitüsü’nün gönderdiği uzay aracıyla Yemoja gezegeninin yörüngesine bedensel olarak yerleşmişlerdi. Ondan sonra içinde bulundukları 2324 yılında artık mümkün olan teknolojiyle bu gezegene gönderilen iki robota bilinçleri bağlanmıştı ve bir tür sanal gerçeklik sistemiyle sanki kendileri iş görüyormuş gibi o robotları birer beden olarak kullanmaktaydılar. Uzun yüzyıllar önce, 2009 yılında yayınlanan Avatar filmindeki teknoloji artık gerçek olduğu için dünyalılar ne kadar sevinseler azdı; sonunda farklı gezegenleri biyolojik bedenleri tehlikeye atmadan, yorulma ve uykusu gelme gibi dertleri olmadan uzun uzun inceleyebiliyorlardı. Şimdi Yemoja’nın hafif yerçekiminde güvercinler gibi uçuşmayı deneyimliyorlardı ve bunun elbette biraz baş döndürücü, sersemletici ve kalbi yerinden hoplatıcı bir etkisi vardı ama Ahmet ve Erdal artık bu duruma alışmaya başladıklarını hissediyordu.

“Bak işte buradaki taşta bulunan kabarık tırtıklı şey bir deniz kabuğu fosiline çok benziyor, burada bir zaman deniz bulunduğunu düşünmemem için hiçbir sebep yok.”

“Ben de burada deniz varsa 300 kilometre öteye taşınmasını izah edecek bir sebep bulamıyorum. Bu gezegendeki hiçbir şeye anlam veremiyorum zaten.”

“Dedenin ve ekibinin yerleşim için komşu iki gezegeni daha uygun görmelerinde senin gibi ben de şaşılacak bir şey göremiyorum. Burası nasıl diyeyim gerçekten de biraz kuru bir yer. Yani donuk. Bir bakıma sıkıcı da diyebiliriz. Birtakım gariplikleri söz konusu.”

“Gariplikler saymakla bitmiyor zaten. Örneğin sadece çalı türü bitkiler var ama ilaç niyetine bir ağaç bile yok. Ya da deniz canlısı olarak neden sadece bakteriyel canlılar bulundu? Oysa dünyada yaşam suda başlamamış mıydı? Denizde yaşam formları oluşmaya başladıktan sonra bitkiler oluşmadı mı? Karada çalılar gördük, kuş mu böcek mi belli olmayan bir takım kanatlı şeyler gördük. Görmedik mi gördük. Bak bir tane daha geçiyor.”

Yanlarından kanatları sinek kanadına benzeyen, gövdesi arı sarısı, ama boyu kuşa daha yakın bir şey kanatlarını serçe gibi hızla çırparak geçti. Kanat çırpma sesi rüzgarda camların sallanmasına benziyordu.

“İşte karada böyle acayip hayvanlar gördük de denizde hayvan bulamadık. Bu nasıl iş?”

“Dedenler iyi bakamadılar denize. Biz baksak kimbilir neler çıkacak.”

“Aman eksik kalsın bence.”

“Her gezegenin bir gelişim hikayesi var Ahmet. Bu gezegen de böyle varolup gelişmeyi seçmiş. Deniz canlıları daha az gelişmiş, kara canlıları daha fazla gelişmiş olabilir. Bu da bir varoluş biçimi. Her gezegen kendini farklı deneyimliyor. Dünyanın varoluş seçimi insanın gelişmesinden yana oldu, şimdi insan dünyayı batırdı kendine başka dünyalar arıyor, bu bir yol hikayesi.”

“Gene başlama felsefelere Erdal, belli ki sen de burada çok sıkıldın saçmalayarak zihnini dağıtmaya çalışıyorsun.”

“Saçmalamıyorum Ahmet, insanlık var olma biçimini sorguluyorum, mesele var olmak değil aslında kaliteli var olmak. Egolardan hırslar törpülenip, doğal kaynaklara karşı daha sorumlu olmadıkça biz daha çok dünya ararız.”

“Pekala Erdal, şimdi işi gücü bırakalım, evrenin göbeğinde bizden başka kimseyi göremediğimiz, bomboş küçücük bir gezegende insanlığın varoluş biçimini tartışalım. Buraya bunun için geldik biz. Daha dedemlerden son kalan hatıralara ulaşamadık bile, ama dünyanın yol hikayesini konuşalım.”

Bulundukları gezegenin de etrafında döndüğü 58 Opiuchi yıldızına bağlı toplam 12 gezegen vardı ve keşifçi dünyalıların daha önce hiç rastlamadıkları bir şekilde, sistemin yaşanabilir kuşağındaki üç gezegenin üçünde de yaşamın izleri bulunmuştu. Ahmet Gündoğdu’nun dedesi Emre Gündoğdu’nun liderliğinde beş astronottan oluşan bir ekip, bu sisteme insanların yerleşmesi olanaklarını araştırmak üzere görevlendirilmiş ve üç gezegenden kendilerine en yakın konumda olan şu anda Ahmet ve Erdal’ın da bulundukları Yemoja gezegenine yerleşmişlerdi. Araştırmalarının ilk etabında burayı kısa bir süre inceledikten sonra yerleşim için fazla küçük ve sıkıcı olduğuna karar vermişler, yaşanabilir iki komşu gezegen Ibeji, yani 58 Opiuchi d ile Aganju, yani 58 Opiuchi e’ye genel bir ilk etap incelemesi için birer robot göndermişlerdi. Onlarla ilgili edindikleri ilk izlenim oldukça olumluydu. Ibeji kod adlı gezegende kocaman yapraklı ağaçlar, turkuaz rengi göller vardı, havada mavimsi bulutlar süzülerek uçuyorlardı. Aganju adlı ikinci gezegen uçsuz bucaksız altın renkli bozkırlar ve bunlarda koşturan dünyadaki ceylanlara benzer ama altı ayaklı parlak tüylü hayvanlarla doluydu ve güneşi ufuktan parlak sarı ışıklar saçarak yükseliyordu. İki gezegen de manyetik alanı, büyüklüğü ve atmosfer özellikleriyle dünyaya çok benziyordu, buralara yerleşmek sanki Ankara’dan İstanbul’a yerleşmek kadar kolay olacaktı. İlk görüntüleri, gerekli solucan deliklerinden geçerek Dünya’ya ulaşacak kadar yapay zekası gelişmiş bir robot aracılığıyla Dünyadaki Birleşmiş Milletler yetkililerine gönderdiklerinde onlar da büyük heyecan duymuş, nihai raporu heyecanla beklemeye başlamışlardı. Ne var ki sonra uzun bir süre görüntüler kesilmiş, derken Ahmet’in dedesi Emre Gündoğdu, gezegenlerdeki robotlarla ilgili bir sorun çıktığını, ayrıntılı raporu kısa sürede hazırlayıp göndereceklerini bildirmişti. Ondan sonra bir daha ekipten haber alınamamıştı. Birleşmiş Milletler yetkilileri ekipten uzun süre haber alınmadığını görünce, bir araştırma ekibi göndermiş ve ekip acı gerçeği daha gezegene yaklaşır yaklaşmaz öğrenmişti. Gezegene fazla büyük olmasa da felaketin olmasına yetecek büyüklükteki bir göktaşı çarpmış, çarpmanın etkisiyle göktaşından kopan kocaman bir parça, ekibin gemisine çarpmış, oluşan sarsıntıda gemi onlarca metre yuvarlanmış, ekibin beş üyesi de hayatını kaybetmişti. Araştırma ekipleri acı haberi büyük bir üzüntüyle verdikten sonra toplayabildiklerini toplamış, daha sonra astronotların naaşlarını dünyaya getirmek için de ayrıca ekip gönderilmişti. Derken ekonomik sebeplerle 58 Opiuchi sistemini dünyalaştırma projesi uzun süre rafa kalmıştı, ta ki küçük Ahmet büyüyüp kendisi de astronot olana ve yeniden başlayan projede görevlendirilene dek. Şimdi kaza yerine iyice yaklaşmışlardı, gemiden parçalar önlerinde seriliyordu, ileride geminin enkazı duruyordu, bir çok parça çarpmanın etkisiyle oluşan toz toprak yığınının altında kalmıştı, bu yığın onlar ilerledikçe daha kabarık hale geliyordu.

Ahmet üzüntülü bir sesle, “İşte dedemlerden son kalanlar,” dedi. Yere eğilip parçaları incelediler. Erdal, “Geminin bilgisayarının bulunamamış olması ne talihsizlik. Bulunabilseydi kim bilir neler öğrenecektik.”

Erdal uzakta bir yarım küre gibi görünen göktaşına baktı.

“Bu göktaşını ve buraya düşeceğini önceden tespit edemediler mi? Anlayamıyorum.”

“İşte bu da bu gezegenin anlaşılmaz garipliklerinden biri. Yoktan var olmadı ya bu taş?”

“Dünyada dinozorlar da bir göktaşı çarpması sonucu ölmüştü.”

“Herhalde bu kadar küçük değildi.”

“Hayatta olan her şey, düşüncelerimiz, arzularımız, sevinçlerimiz, hedeflerimiz bir taş çarpmasıyla nasıl da yok oluyor. Dünya’yı korusaydık, oradan hiç çıkmasaydık, dinozorlar gibi olur muyduk acaba?”

“Dünya’yı korumadık, oradan başka gezegenlere de çıktık, hayat sorgulamalarını bırak da araştırmamıza devam edelim.”

Dünya’da teknoloji giderek ilerlerken nüfus artışının da hız göstermiş, bunun sonucunda Dünya’nın doğal kaynakları hızla tükenme aşamasına gelmişti. Global ekonomik krizi, ekolojik kriz izlemiş, birçok bitki ve hayvan türü yok olmaya başlamıştı. Bunun meydana getirdiği isyanlar, savaşlar dünyayı giderek daha korkunç bir cehenneme çeviriyordu. Farklı gezegenlere yayılmak insanlık için adeta bir can simidi haline gelmişti. Bütün devletlerin Birleşmiş Milletler çatısı altında birleşmesinin ardından zaten savaşlardan dolayı nüfusu azalan insanlığın geneli yavaş yavaş artık yaşanması güç dünyadan tahliye edilip hem bir süredir dünyalaştırılmakta olan Mars, Titan, Europa gibi güneş sistemi cisimlerine hem de teknolojinin solucan deliklerini kullanarak farklı sistemlere ulaşılabileceği kadar ilerlemesi sayesinde başka gezegenlere taşınmıştı. Dünyanın doğal dengesini düzeltme ve doğayı koruma faaliyetleri tüm hızıyla sürmekteydi. Dünyada artık sadece yaklaşık bir milyon kadar Birleşmiş Milletler çalışanı, aileleriyle birlikte bulunuyordu, hepsi dünya dışı gezegenlerde doğmuş ve sadece görev için oradaydılar. Onun dışında dünyada geniş çapta yerleşime izin yoktu ve diğer gezegenlerdeki insanlığı, Birleşmiş Milletler dünyadaki merkezden yönetiyordu. Uzay Araştırmaları Merkezi de insanların yerleştikleri güneş sistemlerindeki bütün uzay araştırma merkezlerinin lideri ve yönlendiricisi konumundaydı.

“Düşün ki insanlık şimdiye dek toplam 36 gezegene yerleşmiş durumda. Her birinde kendine özgü bir kültür ve yaşam biçimi gelişiyor. Dünya’nın yerel kültürleri bazen korunuyor bazen yeni kültürler oluşuyor. Ama insan hiç değişmiyor Ahmet hiç düşündün mü? Sevinçler, arzular, öfkeler hep aynı. Hep aynı şeylere gülünüp ağlanıyor.”

“Ben de gene gündüz bunu düşünüyorum Erdal. Hatta geçenlerde neden hep aynı şeylere ağlıyoruz diye düşünürken ağlayasım geldi inanır mısın? İşimize bakalım artık.”

“Dalga geçme Ahmet. İnsanın nerede olursa olsun aynı olması büyülüyor beni. Birleşmiş Milletler’de her milletten insan var ama özü aynı. Gerçi hepsine bir ağırlık çökmüş, varsa yoksa iş düşünüyorlar. Dünya resmen sıkıcı bir memur gezegeni oldu.”

“En büyük derdimiz bu olsun Erdal.”

“Dünya eskiden çok sesli çok renkliydi, renk önemlidir azizim. Renksiz tablolara baktığımızda…”

Erdal birden yere kapaklandı. Düştükten sonra yer çekiminin etkisiyle yarım metre kadar havalanıp bir daha düştü.

“Ne oldu?” diye bağırdı Ahmet.

“Ayağım takıldı ne olacak?”

Ahmet Erdal’ın ayağının takıldığı yere baktı.

“Bu ne kadar düzgün bir taş, sanki insan eliyle yapılmış gibi.”

“Ama bir dakika insan eliyle yapıldı zaten, bu bilgisayar değil mi?”

Heyecan içinde toprağa yarı gömülü nesneyi aldılar. Geminin yassı dikdörtgen bir levha halinde ana bilgisayarıydı, astronotların gönderdikleri mesajlar ve hazırlanan raporlar burada depolanır, dokunmatik hologram teknolojisiyle görüntülenirdi.

“Nihayet bulduk! Bellek kullanılabilir durumdadır umarım,” dedi Erdal.

Ahmet donanımındaki bağlantı özelliğiyle, onlara verilmiş en üst düzeyde yetkili şifresini kullanarak bilgisayara bağlandı.

“Bakalım daha önce görmediğimiz bilgiler, görüntüler var mı?”

Bilgisayardaki dosyalardan ilk önce Emre Gündoğdu’nun klasörünü açtılar. Burada bir video dosyası vardı. Videoyu açar açmaz yıllar öncesinden Emre Gündoğdu, durdukları yerin yakınında, bir zamanlar deniz olduğuna hükmettikleri yerde görünüyordu. BM Uzay Araştırmaları Merkezi başkanı Bernard Lemercier’ye hitaben biraz telaşlı bir sesle şunları söylüyordu.

“Bernard, bir süredir sizlere Ibeji ve Aganju ile ilgili yeni görüntüler ulaştırmadığımızın farkındayım. İşin doğrusu, iki gezegende de yakın zaman aralıklarıyla meydana gelen, tahmin edemeyeceğimiz aksilikler çalışmalarımızı ilerletmemizi imkansız hale getirdi. Bunu sizlere kelimelerle anlatmamın güç olduğunu hissediyorum, o yüzden size o gezegenlere gönderdiğimiz robotlardan elde edilen son görüntüleri gösteriyorum.”

Önce mavi bulutlu gezegenler görüntüler geldi. Robot ilerlerken yerde kocaman bir gölge belirdi, sonra kadraja dinozorlara çok benzeyen kocaman bir hayvan girdi, ağır ağır yaklaştı, iri yeşil gözleriyle robota dikkatle baktı, hatta göz iyice yakın plana geldi bir ara ekranda gözden başka bir şey görülmez oldu, sonra dinozor ağzını yavaş yavaş açtı, kocaman uzun dişleri çatılardan sarkan buzlar gibi göründü, bu ağız giderek yaklaştı yaklaştı ve görüntü son buldu. İkinci görüntüde robot, altın renkli bozkırda ilerlerken karşısına koyu yeşil bir göl çıkmıştı. Gölün etrafında dört beş metre uzunluğunda onlarca silindirimsi uçuk pembe tümsek görülüyordu. Robot göle yavaş yavaş yaklaştı ve bir anda gölün suları ortasından kabarmaya başladı. Gölün içinden dünyadaki ahtapotların tıpatıp aynısı kocaman bir canlı çıktı, kollarından biriyle robotu yakalayıp kaldırdı, robot görüntüyü yukarıdan vermeye başladı. Gölün kenarındaki tümsekler de harekete geçtiler ve kollarını uzatmalarıyla onların da devasa ahtapotlar oldukları anlaşıldı. Robotu kaldıran ahtapot ağzını açtı, ağız giderek yaklaştı, yaklaştı ve görüntü kesildi.

Ahmet ve Erdal dehşet içinde yattıkları yerde titriyorlardı. Yine de kendilerini toplayıp, robotlarla bağlantıyı kesmeden mesaja devam ettiler, Emre Gündoğdu yeniden ekrana geldi.

“İşte durum bu kadar vahim. İki gezegen de insanların birlikte yaşayamayacakları canlılarla doluymuş ve yerleşilen gezegenlerdeki canlılara zarar vermeme kuralı gereği, buralara yerleştiğimiz takdirde bunlara kuzu kuzu yem olmayı beklemekten başka çaremiz yok. Öte yandan kara ve denize yaptığımız ve sizinle ayrıntılı bir rapor halinde paylaşacağımız incelemelerde üzerinde bulunduğumuz Yemoja gezegeninde bu tür canlılara rastlamadık. İşin doğrusu burada hemen hemen hiçbir şey yok, aslında o yüzden burası insanlık için çok ideal. Bu gezegeni biz geliştirip bambaşka bir yer yapacağız. Hazıra konmuş gibi olmayacağız, tamamen kendi çabamızla bize ait bir yer olacak. Böylece bu gezegeni diğerlerinden daha çok sahipleneceğiz, çünkü en başından beri bizimmiş gibi olacak. Düşüncesi bile o kadar heyecan verici ki. Jeolojik özelliklerini ve iklimini birçok dünya türünün gelişimi için elverişli bulduk. Bunun için gerçekten çok dirayetli çalışanlar gerekiyor, çünkü en az 5-10 yıl bu çalışmalar sürecek. Hatta uygun özelliklerde birini tanıyorum bile, torunum Ahmet’in astronot olmaya ne kadar hevesli olduğunu biliyorsun, üzerinde yapılan karakter ve fiziksel incelemelerinde bu mesleğe ne kadar uygun olduğunun tespit edildiğini de. Burası programa alınıp çalışmalar başladığında, yeterince büyümüş olacak. Onun bu görevi üstlenmesini ne kadar isterim, elbette başka biri de olabilir ama torunum olduğu için söylemiyorum, Ahmet’in ne kadar yetenekli olduğunu büyüdüğünde siz de göreceksiniz. Tabii son karar sizin. Kendisinin de bu görevi üstlenmekten büyük mutluluk duyacağını düşünüyorum. Ekibim bu gezegene dair rapora son şeklini veriyor, en kısa sürede raporu sizlere bu mesajla birlikte ileteceğiz. Yakında Dünya’da görüşmek üzere.”

Mesaj burada sonlanıyordu. Ahmet yattığı yerden “Olamaz olamaz,” diye sayıklıyordu. “Bernard dedemi çok sever, sayardı, ona sonsuz bir güveni vardı, sözlerini emir telakki ederdi.”

“Kabul etmek zorunda değilsin Ahmet.”

“Bunu ihanet sayarlar, annemle babam dedenin son arzusunu yerine getirmedin, kaçtın der, bir daha konuşmazlar benimle. Aileden dışlanırım. Dedemin gözleri ne kadar parlıyordu görmedin mi, bu gezegende benim göremediğim ne gördü ki?”

“Şu mesajı da açalım haydi, sakin ol Ahmet.”

İkinci dosyayı da açtılar. Dosyada yine bir video vardı ve Emre Gündoğdu görünüyordu.

“Ahmet, bu videoyu da sana hazırladım. Sana çok heyecan verici bir haber vermek istiyorum. Aslında yanına gelince verecektim ama bilinmeyen bir dünyadayız, burası her ne kadar güvenli bir yer gibi görünse de her an bir sürprizle karşılaşma ihtimali var. İçimden şimdi mesaj göndermek geliyor. Canım torunum, işte arkamda gördüğün gezegen var ya, burayı insanlar için hazırlayanlardan biri sen olabilirsin. Bir gezegenin baştan yaratılıp yepyeni bir dünyaya dönüşmesinin birebir tanığı olmak nasıl bir his bilir misin? Öğreneceksin. Bazen karşımıza zorluk diye çıkan şeyler bizler için büyük ilerleme ve gelişme fırsatları saklıyor olabilir. İşte, karşımıza kuru, sıkıcı bir gök cismi diye çıkan ve ilk etapta pek sevmediğimiz bu gezegenin aslında bizim için ne müthiş bir yer olabileceğini şimdi anlamış bulunuyoruz. Önyargıları aşmanın önemini bir kez daha anlamış olduk. Raporu sunduğumuzda burayı dünyalaştırma kararımızı kabul edeceklerini umuyorum. O zaman önümüzdeki yıllarda belki de sen görev alacak ve Gündoğdu soyadını evrensel astronomi tarihine altın harflerle yazdıracaksın. Canım torunum, seni çok seviyorum.”

Üçüncü bir video dosyası da diğer aile bireylerine kişisel notlarla doluydu. Son olarak bu gezegenin özelliklerine dair çok sayfalı ayrıntılı bir rapor da klasörde bulunuyordu.

Ahmet olduğu yerde zıp zıp zıplıyordu. Dünya yüzeyinde basit bir tepinme olacak bu hareket burada bir basketbol topu sekmesi şeklindeydi. “Burası için beni seçmiş bile, bana sormadan. Sevineceğimi düşünmüş, inanamıyorum.”

Yanındaki Erdal da ona yetişmek için zıplamayı uygun görmüştü. “Son kararı konsey verecek, belki seni seçmezler.”

“Şimdi için niye seçtiler peki? Üstelik dedemin bu mesajından haberleri bile yok, demek ki onlar da beni uygun görecek. Yok ben saklayayım dosyaları.”

“Cidden bunu düşünüyor musun Ahmet?”

Ahmet olduğu yerde bir süre tepindi, Erdal da onunla birlikte zıplarken sesleri uzun süre uzay boşluğuna karışmaya devam etti.

“En az 5 sene, ne yaparım o kadar sene burada ben?”

“Gündoğdu soyadını altın harfle kazıyacaksın, işe buradan bak. İkinci efsane Gündoğdu. Tarihe geçeceksin. Belki ben de seninle olacağım. Bence bu gezegen çok ilginç, kimbilir ne değişik deneyimler yaşayacağız, hem ahtapot da yok dinozor da.”

“Sorun da bu ya burada hiçbir şey yok.”

“Biz getireceğiz ya!”

Robotlarla bağlantıyı kestikten sonra gemideki kahvelerini yudumlayarak uzun süre camdan dışarı baktılar.

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

gokcan sahin oyku

Kanayan Duvardaki Kelimeler | Gökcan Şahin (Kısa Öykü)

Burada ölümün rengi yeşil. Kokusu portakal, dokusu tuhaf. Elinizi belli bir yöne doğru sürterseniz yağ …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin